Haftanın Çevirisi | Herkes küresel finans nedeniyle endişeli ancak sadece bir tarafın planı var – Quinn Slobodian & Alexander Kentikelenis

“Finansı demokratikleştirerek” sol, işçilerin refahtan hak ettikleri payı almasına izin verecek reformlar için uğraşıyor.

Küresel finans hem solun hem de daha yakın bir zaman öncesinde özellikle milliyetçi sağın popüler hedefi haline geldi. Missouri’den Cumhuriyetçi Senatör Josh Hawley, kısa süre önce Ulusal Muhafazakarlık Konferansı’nda, kendisinin “kozmopolit ekonomi” dediğinin ulus ötesi şirketleri istihdamı ve kârları deniz aşırı ülkelere götürmeye teşvik ettiğini ve daha sonra “kârlarını Amerikan işçilerine değil, Amerikan gelişimine değil fakat kozmopolit seçkinlerin faydasına olan finansal araçlara yatırdıkları için aynı şirketleri ödüllendirdiğini” söyledi.

Finansı yeniden kamulaştırmak dönüştürücü bir hükûmet için acil bir görev niteliği arz ediyor. Ancak bugüne kadar finansı ayakları üstüne basar hale getirmek ve daha insanî hedefler doğrultusunda evcilleştirmek üzere sadece Solun elle tutulur planları bulunuyor.

Küreyi şöyle bir döndürünce ulusal sınırları içine oturmuş renki bir devletler mozaiği göreceksiniz. Ancak finans dünyası uzun zaman önce böyle işlemeyi bıraktı. Yaklaşık 200 kadar egemen devlet bulunuyor, fakat küresel olarak sadece birkaç düzine banka önem taşıyor. Adacıklarda değil “birbirine geçmiş şirket bilançoları matrisi” olarak tasvir edilen bir şey içinde yaşıyoruz. Finansal kurumlar ülkelerin sürdürülebilir bir gelecek için plan yapma kapasitesine büyük zarar vererek, sınırlara pek saygı duymadan egemenlik alanlarını aşarak işliyor.

Bazı milliyetçi muhafazakârlardan gelen yakın tarihli eleştirilere karşın, seçmenlerin dikkatini eşitsizliğin gerçek müsebbibi olarak göçmen işçiler ve mültecilere kaydırarak Sağ bu sorunu büyük oranda görmezden geldi.

Başkan Trump kabinesini doldurmak için Goldman Sachs’tan büyük oranda faydalandı ve paranın sınırları aşan hareketi karşısında herhangi bir duvar inşa etmeyi planlamıyor. Milli Gelirler Dairesinin (IRS) sistematik biçimde yeterli fonlardan yoksun bırakılması, offshore’da tutulan vergilendirilebilir gelirler bir kenara, rutin denetimlerin dahi yerine getirilememesi anlamına geliyor. 2017 Trump vergi planı, vergi gözetimini dışarıya doğru genişletmektense Birleşik Devletler’deki kurumlar vergisini indirdi.

Britanya’da durum farsa çok daha fazla benziyor. Önde gelen bir Brexit yanlısı ve Avam Kamarası’nda yeni Lider konumu üstlenen Jacob Rees-Mogg on yıllar boyunca finans sektöründe çalıştı ve ortak kurucularından olduğu hedge fonu yönetim şirketinde bir ortak olarak kalmaya devam ediyor. Britanya’nın yeni Başbakanı Boris Johnson, Belfast’ı serbest bölge haline getirmek istiyor. Kısa süre önce “kurumlar vergisi ne zaman inerse o zaman daha fazla gelir yaratılır” beyanında bulundu – ancak o paranın çoğunlukla hisse geri alımlarına gittiğini eklemeyi unuttu.

Senatör Howley’nin (ki kendisi Cumhuriyetçi vergi indirimlerini destekledi) konuşmasında olduğu üzere, sorunlar Sağ tarafından teslim edildiğinde dahi ayrıntılar muğlak kalıyor ve etkili somut öneriler getirmektense, çok daha fazla zaman, “kozmopolit seçkinleri” hedef almak için harcanıyor.

Bunun tersine Solda fikirler çoğalıyor. Elizabeth Warren kısa süre önce merkezinde finansal reformun yer aldığı kendi “ekonomik yurtseverlik” gündemini ilan etti.

The Guardian’ın “yeni sol iktisat” olarak adlandırdığı akımdan gelen başka öneriler finansal yönetimin saygın kurumlarını hedefe koyuyor. Ekonomik ortodoksinin burçları olarak görülen Merkez Bankaları çevresel felaketi önlemeye davet ediliyor. İklim değişimi, merkez bankaları modellerinde hesaba katılması gereken şekilde finansal istikrara doğrudan tehditler getiriyor.

Sabırsız olandansa “sabırlı” sermayeyi kamu yatırım bankaları aracılığıyla teşvik etme tartışması da yükselişte. Birçok ulus, kamusal altyatırımları karşılamak için böyle bankalara dayandılar, ancak söz konusu bankalar rant peşindeki fikri mülkiyet rejimlerinin engellemeleri olmadan toplumsal faydaları artan teknolojik yenilikleri finanse etme doğrultusuna yeniden yönlendirilebilirler.

Finansal endüstriyi yeniden düzenlemek de bir öncelik. Bayan Warren bir 21. yüzyıl Glass-Steagall Yasasını savunuyor. Bu düzenleme (orijinal yasa 1990’ların sonunda kaldırılana kadar olduğu üzere) ticari bankacılığı yatırım bankacılığından ayıracak. Böylelikle batmak için çok büyük bankalar riskini azaltacak.

Jeremy Corbyn ve Bernie Sanders kamplarına yakın iki düşünce kuruluşu olan Britanya’da Common Wealth ve Birleşik Devletler’de Roosevelt Enstitüsü işçilerin normal şartlarda sadece yöneticilere ve ortaklara giden şirket temettülerinden küçük paylar alabilmelerini önererek bir yenilik getirdiler. Alaska ile Norveç’te bulunan ve Cherokee Halkının da sahip olduğu ulusal “sosyal refah fonları” fikrini su yüzüne çıkardılar. Her iki fikir de son yarım yüzyılda finans dünyasını yönlendiren temel ilkeyi, yani hissedar değeri insan faaliyetinin kutup yıldızıdır düşüncesini zayıflatmak amacıyla tasarlandı.

Bu planlar, milliyetçilik suçlamasına maruz kalacak şekilde ekonomik küreselleşmeyi ve finansın gücünü hedef alıyor. Ancak siyasal olarak dar çıkarlara seslenmekten son derece uzaklar. Eğer doğru uygulanırsa milliyetçiliğin solcu versiyonu aynı anda her iki işi de görebilir: içeride finansın denetimini yeniden kamunun eline verme ve dışarıda ulusal yeniliklerin faydalarının küresel olarak paylaşılmasını sağlama.

Britanya İşçi Partisi gölge Maliye Bakanı John McDonnell kısa süre önce demokrasi, dayanışma ve eşitlik temelinde yeni bir küresel mimari çağrısında bulundu. Planları yeşil yatırımlar için fonları artırmak ve Britanya öncülüğündeki yenilikleri parasız ya da ucuza, gelişmekte olan ülkelerin erişimine sunmak.

Böyle planlar küresel finansın merkezine darbe vuruyor: Finansı kamusal denetim altına almayı ve onu ulusal amaçlara ve yerel önceliklere hizmet eder hale getirmeyi amaçlıyor. Bu amaç, finansal şişkinlik ve şirket aşırılıklarının karakterize ettiği geçtiğimiz on yıllarda geride bırakılmış olanların yararına. Çalışan halk, böyle reformlar olmaksızın sıkıntı çekmeye devam eder.

Devletlerin “altın kelepçeleri” takmak ve sınırsız finans için yolu açmak dışında bir seçeneği olmadığı düşüncesi on yıllar boyunca sağduyuyu oluşturdu. Finans vaat edilen ödülleri temin etmedi. Birleşmiş Milletler, kısa süre önce yakın dönemde küresel borcun devasa artışına karşın gelişmekte olan ülkelerde yatırımın sadece çok küçük bir artış gösterdiğini ve zengin ülkelerde ise azaldığını bildirdi.

Elde edilen kazançlar az sayıda insanın elinde toplandı. Ulus aşan şirketlerin karları, bunların mümkün olduğunca az, kendi ideallerince sıfır vergi ödeyeceği şekilde vergi boşluklarını kullanmada gösterdiği kurnazlıkla birlikte arttı.

Kurumlar vergisi tarihsel olarak düşük seviyelere indirilmişken dahi ulus aşan şirketler, bankalar ve avukatlar desteğiyle, karlarının artan oranda bir bölümünü dünyadaki vergi cennetlerine aktarıyorlar. Tahminler bu durumun Birleşik Devletler’de kurumlar vergisinin yaklaşık yüzde 15’i kadar bir kayba neden olduğunu söylüyor.

Sağcı ekonomik milliyetçiler “kendi” halklarının refahını artırmaktan bahsediyorlar, ancak bunu dışarlıklı olanları günah keçisi ilan ederek ve içeride eşitsizliği üretmeye yardımcı olan düzeneği aktif biçimde desteklemeseler de, onu bizzat görmezden gelerek yapıyorlar.

Finansı demokratikleştirmeden; refah, halkın emeğini adil biçimde karşılayacak bir şekilde hiçbir zaman paylaşılmayacak. Üretilen ürünler kadar parayı yönetme planı da olmaksızın vergi indirimleriyle edinilmiş (Foxconn’un Wisconsin’deki hızla küçülen fabrikası gibi) nadir yatırımları kendisi için yeterli gören ekonomik milliyetçilik, bütün o hor görülmeyi hak ediyor.

Amerikan işçi sınıfı boş retorikten, eski patronları yenileriyle değiştiren tanıtım gösterilerinden, aynı eşitsizliği kapsayacak yeni duvarlardan daha fazlasını hak ediyor. Bu ülkede gerçek değişim için başıboş finansal sermaye geri kalanımızla birlikte yürümeyi öğrenmek zorunda.

Quinn Slobodian Wellesley College’da tarih profesörü ve Küreselciler: İmparatorluğun Sonu ve Neoliberalizmin Doğuşu kitabının yazarıdır. Alexander Kentikelenis Milano’da Bocconi Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür.

[New York Times web sitesinden alınarak PolitikYol için Ali Rıza Güngen tarafından çevrilmiştir.]