Haftanın Çevirisi | Friedrich Engels 200 Yaşında! – John Bellamy Foster

Friedrich Engels 200 yıl önce bugün (28 Kasım 1820, çn) doğdu. Yazıları mücadeleleri bilgilendirmeye ve krizlerle dolu çağımızı tanımlayan umutlara ilham vermeye devam ediyor.

Çok az entelektüel ortaklık Karl Marx ve Friedrich Engels’inkine rakip olabilir. Onlar, her ikisinin de o yılın toplumsal devrimlerinde yer aldığı 1848’de yalnızca  meşhur  Komünist Manifesto’yu birlikte yazmakla kalmadılar, aynı zamanda daha önceki iki çalışmada da -1845’te Kutsal Aile ve 1846’da Alman İdeolojisi– yer aldılar.

1870’lerin sonunda, iki bilimsel sosyalistin nihayet [birbirine] yakın yerde yaşayabildiklerinde ve hergün birbirleriyle görüşebildiklerinde, çeşitli fikirlerini, planlarını ve projelerini tartışırken, her biri odanın kendisine ait olan kısmında, aniden döndükleri için tabanda oluklar açarak, Marx’ın çalışma odasında volta atarlardı.

Birbirlerine, devam etmekte olan çalışmalarından sık sık pasajlar okurlardı. Engels, (Marx’ın bir bölümle katkıda bulunduğu) Anti-Dühring’in elyazmasının tamamını yayımlanmadan önce Marx’a okudu. Marx, Engels’in Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm’ine bir giriş yazdı. Marx’ın 1883’teki ölümünden sonra Engels, arkadaşının geride bıraktığı taslaklardan Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerini yayına hazırladı. Engels, bunu kabul eden ilk kişi olarak, Marx’ın gölgesinde kalsa da, kendi başına bir entelektüel ve politik bir devdi.

Yine de on yıllar boyunca akademisyenler Engels’in Marx’ın düşüncesini gerilettiğini ve tahrif ettiğini ileri sürdü. Bir siyaset bilimci olarak John L. Stanley, ölümünden sonra 2002’de yayımlanan Mainlining Marx’da  -farklı ilgi ve yeteneklere sahip iki farklı birey oldukları gerçeğinin ötesinde- Marx’ı Engels’ten ayırma girişimlerinin giderek Engels’i ayırma biçimini aldığını, Marksizmde kınanabilecek herşeyin kaynağı olarak ve kendisinin bir Marksist değil, düzeyli bir edebiyat insanının somut örneği olarak görüldüğünü eleştirel bir şekilde gözlemledi.

Neredeyse kırk iki yıl önce, 12 Aralık 1974’te Olympia, Washington’daki Evergreen State College’da David McLellan’ın “Karl Marx: The Vicissitudes of a Reputation,” dersine katıldım. Bir yıl önce McLellan, çok yakından incelediğim Karl Marx: His Life and Thought’u yayımlamıştı. Ancak McLellan’ın o günkü mesajı, özetlemek gerekirse, Karl Marx’ın Friedrich Engels olmadığıydı. Gerçek Marx’ı keşfetmek için Marx ile Engels’i birbirinden ayırmak gerekliydi. McLellan, İkinci ve Üçüncü Enternasyonal’e ve nihayetinde Stalinizme işaret ederek, Marksizme pozitivizmi tanıtanın Engels olduğunu iddia etti. Birkaç yıl sonra McLellan bu eleştirilerden bazılarını kısa biyografi Friedrich Engels’e koyacaktı.

Bu, Batılı akademik solun tanımlayıcı bir karakteristiği olarak ortaya çıkan ve –zaman zaman resmi veya Sovyet Marksizmi olarak bilinenin aksine- ayrı bir felsefi gelenek olarak “Batı Marksizmi”nin yükselişi ile yakından ilişkili olan Engels karşıtı bakış açısı ile ilk karşılaşmamdı. Bu bağlamda Batı Marksizmi, temel aksiyom olarak Engels’in doğanın diyalektiğinin reddine, veya Georg Lukács’ın dediği gibi “sadece nesnel diyalektiğe” sahipti.

Batılı Marksistlerin çoğu için diyalektik özdeş bir özne-nesne ilişkisiydi: dünyayı yarattığımız ölçüde anlayabilirdik. Böylesi eleştirel bir görüş, Marksizmin çoğunu etkileyen ve resmi Sovyet ideolojisinde rasyonalize edilmiş olan kaba pozitivizmin hoş karşılanan reddini oluşturdu. Yine de, tarihsel materyalizmi sadece beşeri bilimler ve sosyal bilimlerle –ve tabii ki siyasetle- değil materyalist doğa bilimleriyle de ilişkili görme geleneğinin terk edilmesine yol açarak  Marksizmi daha idealist bir yöne itme etkisine sahipti.

Tüm kariyerlerini bu temelde kuran sol akademisyenler arasında, siyaset teorisyeni Terrell Carver gibi bazı figürlerle Engels’i küçük düşürmek popüler bir eğlence haline geldi. Yaygın bir manevra, Engels’i Marksizm içinden Marx’ı çekip çıkarmak için bir araç olarak kullanmaktı. Carver’ın 1984’te yazdığı gibi: “Karl Marx kendisinin bir Marksist olduğunu inkar etti. Friedrich Engels Marx’ın yorumunu tekrarladı ancak onun söylemek istediğini anlamadı. Doğrusu istenirse Engels’in ilk Marksist olduğu artık aşikar ve onun Marksizmi bir şekilde oluşturduğu giderek daha fazla kabul görmektedir.” Carver açısından Engels Marksizmi oluşturma günahını işlemekle kalmamış, yarı-Hegelcilik, materyalizm, pozitivizm ve diyalektiği tanıtmak gibi –tamamının “Marx’ın özenli eklektisizminden kilometrelerce uzakta olduğu” söylenen- başka günahlar da işlemiştir.

Marx’ın bir “metodolojiye” sahip olduğu fikri Engels’e atfedildi, ve dolayısıyla yanlış olduğu açıklandı. Engels ile olan işbirliğinden uzaklaştırıldığında ve bütün belirli içeriğinden mahrum edildiğinde Marx, entelektüel bir önder türü olarak statüko için kolayca kabul edilebilir hale geldi. Carver’ın yakın zamanda hiçbir bariz ironi duygusu olmadan belirttiği gibi, “Marx, liberal bir düşünür.”

Ancak Engels eleştirilerinin çoğu Anti-Dühring ve tamamlanmamış olan Doğanın Diyalektiği’ndeki sözüm ona bilimciliğine yönelmiştir. McLellan Engels biyografisinde, ikincisinin doğa bilimlerine ilgisi “onu  tarihten ziyade materyalist bir doğa kavrayışını vurgulamasına neden olduğunu” belirtti. Marksizme, “Marx’ın çalışmalarına tamamen yabancı” olan  “madde kavramını” getirmekle suçlandı. Başlıca hatası “diyalektiğin öznel tarafını” terk eden ve  “Marx’ın görüşlerinin bilimsel bir dünya bakış açısına aşamalı olarak asimilasyonuna” neden olan nesnel bir diyalektik geliştirmeye çalışmaktı.

McLellan, “Sovyet rejiminin konsolide olmasıyla birlikte Engels’in vulgarizasyonu Sovyet ders kitaplarının başlıca felsefi içeriği haline gelmiş olması şaşırtıcı değil” diye suçlamayı sürdürdü. Tıpkı Marx’ın rafine bir entelektüel olarak giderek daha fazla sunulması gibi, Engels de [yazıları] halkın anlayacağı biçime getiren kaba [birisi] olarak görüldü. Engels bu nedenle Marksizm üzerine akademik söylemde elverişli bir şamar oğlanı işlevi gördü.

Yine de Engels’in hayranları vardı. Çağdaş Marksist teori içinde zayıflayan şansının geri dönüşünün ilk gerçek işareti tarihçi E. P. Thompson’un, esas olarak Louis Althusser’in yapısalcı Marksizmine karşı olan 1978 tarihli The Poverty of Theory [çalışması] ile birlikte ortaya çıktı. Thompson burada, herhangi bir tarihsel özneden ve bütün ampirik referans noktalarından ayrılan, soyut ve varlığı kabul edilen bir teoriye karşı tarihsel materyalizmi savundu. Bu süreçte,–ve yirminci yüzyılın sonlarındaki her zaman en önemli noktalardan biri olarak gördüğüm İngilizce mektuplarında- Althusser’in eleştirilerinin çoğunun hedefi olan o “yaşlı aptal Frederick Engels”i kahramanca savundu.

Bu temelde, Thompson tarihsel materyalist bir analiz için gerekli olan -Engels’te de en çok hayranlık duyduğu şey olan- diyalektik ampirisizmin bir türünü gerekli gördü. Birkaç yıl sonra Marksist iktisatçı Paul Sweezy’nin Marksizm Üzerine Dört Ders’i Engels’in diyalektik yaklaşımının ve onun mekanik ve indirgemeci görüşlere olan eleştirisinin önemini cesurca yeniden ortaya koyarak başladı.

Ancak, Engels’in, Marx’ın yanında büyük bir klasik Marksist kuramcı olarak ününü geri getirecek olan gerçek değişim tarihçilerden ve politik iktisatçılardan değil, doğa bilimcilerinden gelecekti. 1975’te Natural History’de yazan Stephen Jay Gould, Viktorya döneminde insan evrimindeki gelişmenin en ileri kavramsallaştırması olarak tanımlayarak, Engels’in emeğin rolünü vurgulayan -yirminci yüzyılda Australopithecus africanus’un antropolojik keşfini öngören – insan evrimi teorisini açıkça tebrik etti.

Birkaç yıl sonra, 1983’te Gould, New York Review of Books’ta insanın evrimi teorilerinin tamamının “gen-kültür ile birlikte evrim” teorileri olduğunu ve “gen-kültür ile birlikte evrimin en iyi ondokuzuncu yüzyıl örneğinin Friedrich Engels’in 1876’daki dikkat çekici makalesi ‘Maymundan insana geçişte emeğin rolü’(ölümünden sonra Doğanın Diyalektiği’nde yayımlandı) tarafından verildiğini” belirterek argümanını genişletti.

Aynı yıl, sağlık sosyologu ve doktor Howard Waitzkin çığır açan The Second Sickness çalışmasının büyük bölümünü Engels’in sosyal epidemiyolog olarak öncü rolüne adadı ve yirmi dört yaşındaki Engels’in 1844’te İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’nu yazarken hastalığın etiyolojisini halk sağlığı alanında daha sonraki keşifleri önceleyen yollarla nasıl araştırdığını gösterdi. Bundan iki yıl sonra, 1985’te Richard Lewontin ve Richard Levins artık bir klasik haline gelen The Dialectic Biologist çalışmalarında “pek çok kez yanlış anlayan ancak sayıldığında doğru anlayan Frederick Engels’e” [şeklinde] isabetli ithaflarıyla bunu söze döktüler.

1980’ler Marksizm içinde ekososyalist bir geleneğin doğuşunu görecekti. Ted Benton’un öncü çalışması ile temsil edilen ilk aşama ekososyalizmde Marx ve Engels Malthusgil doğal sınırları yeterince ciddiye almadıkları için eleştirildi. Bununla birlikte 1990’ların sonundan itibaren ortaya çıkan tartışmalar, 1999’da Paul Burkett’in 1999 yılında [yayımlanan], Marx ve Doğa [çalışmasından] başlayarak, tarihsel materyalizmin klasik temellerinde bulunan materyalist ve ekolojik unsurları keşfetmeye çalışan ikinci aşama ekososyalizmi doğurdu.

Bu çabalar, başlangıçta Marx üzerine odaklandı, ancak Engels’in ekolojik katkılarını da dahil etti. Bu, Marx ve Engels’in doğa bilim defterlerinin ilk defa yayımlanmaya başladığı yeni MEGA (Marx-Engels Gesamtausgabe) projesi ile desteklendi. Sonuç, klasik Marxgil geleneğin anlaşılmasında bir devrim oldu ki çoğu, günümüzün [hem iktisadi hem de ekolojik] bakımdan çığır açısı krizinden gelişen yeni, radikal bir ekolojik praksiste yankı uyandırdı.

Ekolojik Marksizm’in yükselişi ile birlikte Engels’in bilime katkılarının giderek daha fazla bilinmesi, Engels’in Doğanın Diyalektiği ve doğa bilimleri ile ilgili diğer yazılarına olan yeni bir ilgiyi teşvik etti. Benim 2000 yılından itibaren olan araştırmalarımın çoğu Engels –ve onun etkilediği diğerlerinin- ekolojik bir diyalektiğin oluşmasındaki rolüne odaklanıyor. Ben de bu konuda yalnız değilim. Politik iktisatçı ve ekolojik Marksist Elmar Altvater yakın zamanda Engels’in Doğanın Diyalektiği’ne işaret eden bir kitap yayımladı.

Günümüzde, Engels’in kapitalizm eleştirisinin vazgeçilmez olması durumu onun Anti-Dühring’deki meşhur tezinden kaynaklanıyor: “Doğa diyalektiğin kanıtıdır.” Bu Batılı Marksist felsefe içinde çoğu zaman alaya alındı. Yine de Engels’in kendi derin diyalektik ve ekolojik analizini yansıtan tezi bugünün diliyle açıklanmalıydı: Ekoloji diyalektiğin kanıtıdır– ki bu çok az kişinin inkar etmeye hazır olacağı bir önermedir. Buradan bakıldığında Engels’in çağdaş ekososyalist tartışmalarda neden böyle bir yer üstlendiğini görmek kolay olur. Ekolojik Marksizm’deki çalışmalar, Doğanın Diyalektiği’ndeki meşhur uyarı sözlerini nakarat gibi alıntılar:

Bununla birlikte, doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır. Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk planda sağladığı doğrudur, ama ikinci ve üçüncü planda da büyük çoğunlukla ilk sonuçları ortadan kaldıran, bambaşka, önceden görülmeyen etkileri vardır . . . İşte böylece her adımda anımsıyoruz ki, hiçbir zaman, başka topluluğa egemen olan bir fatih, doğa dışında bulunan bir kişi gibi, doğaya egemen değiliz; tersine, etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parçayız, onun tam ortasındayız, onun üzerinde kurduğumuz bütün egemenlik, başka bütün yaratıklardan önce onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olmamızdan öte gitmez[1].

Marx için olduğu gibi Engels için de sosyalizmin anahtarı, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını gözetirken, insan ve doğa metabolizmasının, mümkün olan en yüksek insan potansiyelini teşvik edecek şekilde, akılcı düzenlenmesiydi. Öyleyse yirmi birinci yüzyılda, Marx ile birlikte mücadeleleri bilgilendirmeye ve kendi kriz dolu ve zorunlu olarak devrimci zamanımızı tanımlayan umutlara ilham vermeye devam eden Engels’in dönüşünü görmemize şaşmamalı.

[1] Bu paragrafın çevirisi için Engels, F.  (2016) Doğanın Diyalektiği, s198-199, Eriş Yayınları

[Tribune’deki orijinalinden Ekin Değirmenci tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]