Haftanın Çevirisi | Demokrasi ve toplumsal sınıflar: Kitlesel protestoların başarısı protestoyu kimin yaptığına bağlı – Sirianne Dahlum, Carl Henrik Knutsen, Tore Wig

150 ülkede protestoların yüzyıllık tarihini inceledik.  İşte işçi sınıfı ve demokrasi hakkında öğrendiğimiz şey! Kitlesel protestoların başarısı protestoyu kimin yaptığına bağlı.

Pek çok gözlemci günümüzde demokrasinin risk altında olduğundan korkuyor – bu korkuya Amerika Birleşik Devletleri ve bazı Avrupa ülkeleri de dahildir. Kimi kanaat önderleri de, demokrasinin çöküşünden emekçi sınıfların eğitim düzeyi düşük kesimlerini sorumlu tutuyorlar.

Yaygın klişeye göre bu seçmenler, ekonomik küreselleşmeye ve göçmenlere kuşkuyla yaklaşma eğilimindedirler –muhtemelen otoriter popülist siyasetçileri ve partileri destekleme eğilimleri de daha yüksektir. Siyaset bilimcileri ve kanaat önderleri, emekçi grupların eğitim düzeyi düşük kesimlerinin aksine daha eğitimli kentli orta sınıfları demokratik değerlerin ve prensiplerin sadık savunucuları olarak görüyorlar.

Peki sanayi işçileri gerçekten de demokrasi karşıtı bir güç müdür? Yakın zamanda yaptığımız bir araştırmada 150 farklı ülkede yurttaşların demokrasiyi nasıl desteklemeye çalıştıklarını sistematik bir şekilde inceliyoruz. Bulduğumuz şeyi kısaca özetlersek: Sanayi işçileri demokratikleşmenin temel aktörleri olagelmişlerdir ve sanılanın aksine, kentli orta sınıflardan daha da önemlidirler. Sanayi işçileri diktatörlüğe karşı kitlesel olarak ayaklandıklarında, sonucun demokratikleşme olması ihtimali oldukça yüksektir.

Protestoların işe yarayıp yaramadığı protestoyu kimin yaptığına bağlıdır

Modern tarihte farklı ülkelerdeki yurttaşlar siyasi özgürlükler ve haklar talep eden kitlesel protestolar örgütlediler. Bazen de başarılı oldular. Hong Kong’da halen devam eden demokrasi protestoları, dünya çapında siyasi haklar ve özgürlükler talebiyle gerçekleşen kitlesel mobilizasyonların en yakın dönem örneği. Diğer örnekler arasında, 20. yüzyılın başındaki oy hakkı için mobilize olan kadınlar (suffrage hareketi), yaklaşık 30 yıl önce Doğu Avrupa’da gerçekleşen anti-Komünist hareketler ve Arap Baharı’nda Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da rejim karşıtı göstericiler var.

Arap Baharı sonrasında farklı ülkelerin birbirinden ayrışan gidişatlarının da gösterdiği gibi –Tunus demokrasisi ile Mısır’daki otokrasiyi karşılaştırın– kitlesel mobilizasyon her zaman demokrasiyi getirmiyor. İran’da 2009 Yeşil Hareket’inin yıkamadığı halihazırdaki rejim örneğinde olduğu gibi, çoğu zaman protestolar baştaki diktatörün düşüşüne dahi yol açamıyorlar.

1900’lerden bugüne kadar bütün büyük rejim karşıtı hareketleri küresel çapta karşılaştıran yeni araştırmamızda, protesto hareketlerinin demokratikleşmeyi güçlendirip güçlendirmeyeceğinin protestoyu kimin gerçekleştirdiğine bağlı olduğunu tespit ettik. Daha da somutlamak gerekirse, mobilizasyonun başarısı protestocuların toplumsal kökenine bağlıdır. Protestocular esas olarak kentli orta sınıflardan mı, yoksa sanayi işçilerinden, memurlardan ya da köylülerden mi oluşuyor?

Protesto hareketleri farklı gruplardan insanları çeker. Örneğin, Tunus ve Mısır Arap Baharı hareketlerini düşünün. 2015’te Nobel Barış Ödülü Tunus’ta barışçıl bir demokratik geçişin gerçekleştirilmesindeki katkılarından dolayı Tunuslu Ulusal Diyalog Dörtlüsü’ne verildi. Bu kuruluş, örgütlü emeği de kapsayan çok geniş bir sınıflar arası koalisyonu temsil ediyordu. Mısır’da ise, Arap Baharı’ndaki demokrasi yanlısı hareket, esas olarak orta sınıf kentli profesyonellerden oluşan dar bir toplumsal tabana sahipti.

20. yüzyıl aynı zamanda neredeyse tümüyle köylülerden oluşan protesto hareketleri ve isyanlara da sahne oldu. Bizim bulgularımıza göre, köylülerin öncülük ettiği bu protestolar demokratik reformlara nadiren yol açtı. Bunun sebebi, bu grupların rejimi değiştirecek güçten ya da demokratikleşmeyi gerçekleştirecek motivasyondan yoksun olmaları olabilir.

Sanayi işçileri sahneye çıktığında hikaye tümden değişiyor

Kentli orta sınıfların hakim olduğu kitlesel protesto hareketlerinin demokratikleşmeye yol açma ihtimalinin daha yüksek olduğunu tespit ettik. Sanayi işçileri söz konusu olduğunda ise, bu ihtimal çok daha yüksektir. Bu gruplar, çoğu zaman güçlü bir demokrasi arzusunu (özellikle de kentleşmiş toplumlarda) demokratikleşmeye yol açacak değişimleri zorlayan bir kapasite ile birleştirirler.

Orta sınıflardan farklı olarak, sanayi işçileri dikta yönetimlerine karşı güçlü bir muhalefet örgütlemek için sendikaları, uluslararası emek örgütlerini ve sosyal demokrat partileri harekete geçirebilirler. Biz de, araştırmamızın bulgularından yola çıkarak, bazı Avrupa ve Latin Amerika ülkelerine dair etkili ve derinlikli analizlere dayanan, evrensel oy hakkının ve rekabetçi çok partili seçimlerin hayata geçmesinde işçi sınıfı hareketlerinin tarihsel rolünü vurgulayan çalışmalarla aynı kanıyı paylaşıyoruz.

Bu vaka çalışmalarındaki deneyimler sıradışı örnekleri temsil ediyor olabilir. Bizim çalışmamız ise, küresel çapta bir örnekleme dayanan ve protesto hareketlerinin toplumsal kompozisyonunun demokratikleşme açısından bir fark yaratıp yaratmadığını sistematik olarak inceleyen ilk çalışmadır. Biz, 1900-2006 arasında dünya çapında gerçekleşen bütün büyük kitlesel protesto hareketlerini inceledik ve her bir harekete hangi grubun hakim olduğunu kayda geçirdik: sanayi işçileri, kentli orta sınıflar, kır emekçileri, etnik gruplar, dini gruplar vs.

Çalışmamızın en güçlü bulgusu, sanayi işçilerinin hakim olduğu protesto hareketlerinin demokrasiyi hayata geçirmekte bütün diğer muhalif kampanyalarından daha başarılı olduğudur. Sanayi işçileri aynı zamanda kitlesel protesto hareketlerinin olmadığı durumlarda da demokratikleşmeyi tetikleyen en başarılı gruplardır. Kentli orta sınıf hareketlerinin demokratikleşmeyle bağıntılı olduğuna dair bazı kanıtlar mevcuttur. Ne var ki bu kanıtlar, sanayi işçilerinin önemine işaret eden kanıtlardan daha zayıftır. Otoriter popülistlerin yakın zamanda farklı coğrafyalarda yükselişine dair mevcut tartışma işçi sınıfının üyelerini suçluyor olabilir; ancak bizim araştırmamız, demokrasinin tarihsel gelişiminde sanayi işçilerinin merkezi bir rol oynadığına işaret etmektedir.

  • Sirianne Dahlum, Oslo Barış Araştırma Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı ve Harvard Kennedy School’a bağlı Uluslararası Güvenlik Programı’nda doktora sonrası bursiyerdir. 
  • Carl Henrik, Knutsen Oslo Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörüdür. 
  • Tore Wig, Oslo Üniversitesi’nde siyaset bilimi doçentidir.

[Şerife Geniş tarafından PolitikYol için Washington Post’ttaki orijinalinden çevrilmiştir. Başlık çevirmene aittir.]