Haftanın Çevirisi | Avrupa’yı kendisinden kurtaracak manifestomuz – Thomas Piketty

Ülkelerin içlerindeki eşitsizliği azaltmalıyız, aralarındakini değil ve bütün Avrupalıların geleceğine yatırım yapmalıyız.

Avrupa karşıtı yönetimlerin boylu boyunca AB’de seçilmelerinden bu yana ve Brexit yaklaşırken daha önce olduğu gibi yola devam etmek mümkün değil. Bugünün Avrupasına temel değişimler getirmeksizin sonraki ayrılıkları ya da daha fazla parçalanmayı bekleyip duramayız. Kıtamız bir yanda yabancıları ve mültecileri ele geçirmekle sınırlı programı bulunan siyasal hareketler diğer yanda Avrupalı olma iddiasındaki ama aslında sıkı liberalizm ve rekabetin yaygınlaşmasının siyasal bir projeyi tanımlamak için yeterli olduğunu sanmaya devam edenler arasına sıkışmış durumda. Bu toplumsal amaç yokluğunun terk edilmişlik hissine yol açtığını fark etmiyorlar.

Söz konusu kısır diyalogu sonlandırmaya ve on yıllık ekonomik kriz sonrasında ortaya çıkan yapısal sorunları ele almaya çalışan toplumsal hareketler mevcut. Bilhassa Avrupaya ait önemli sorunlardan bol miktarda bulunuyor: kamu sektörüne, özellike eğitim ve araştırmaya yapısal olarak gerekenden daha az yatırım, toplumsal eşitsizliğin artışı, küresel ısınmanın ivme kazanması ve göçmenlerin, mültecilerin alımı bakımından kriz. Ancak bu hareketler genellikle tutarlı bir alternatif proje ortaya koymakta ve geleceğin Avrupasını tam olarak nasıl düzenlemek istediklerini tasvir etmekte zorlanıyorlar.

Bu nedenle farklı ülkeler ve arka planlardan gelen Avrupa vatandaşları bugün Avrupa kurumlarının ve siyasetinin kapsamlı dönüşümü için çağrıda bulunuyoruz. Manifestomuz somut öneriler barındırıyor, özellikle demokratikleşme anlaşması için bir proje ve bütçe projesi – hepsi kamunun erişimine açık. Fikirlerimiz mükemmel olmayabilir ancak dillendirilmeleri gerekli. Halk bunlara ulaşabilir ve bunları geliştirebilir. Önerilerimiz basit bir kanıya dayanıyorlar: Avrupa kendi vatandaşlarının adil ve kalıcı toplumsal kalkınmasını sağlamak için yeni bir model inşa etmek zorunda. Halkı ikna etmenin tek yolu muğlak ve kuramsal vaatlerde bulunmaktan vazgeçmek. Avrupa, kendi yurttaşlarıyla dayanışmayı onarmak istiyorsa, bunu işbirliği sağlayabileceğine dair somut kanıtlar sunarak ve küreselleşmeden kazançlı çıkanların kamu sektörünün ürettiği mal ve hizmetlerin finansmanına katkıda bulunmasını sağlayarak gerçekleştirebilir. Bunun anlamı büyük firmaların küçük ve orta ölçekli işletmelerden daha fazla katkı sunması ve en zengin vergi mükelleflerinin en yoksul olanlardan daha fazla ödemesidir. Bugün bahsettiğimiz konumda değiliz.

Önerilerimiz yeni, egemen bir Avrupa meclisinin tartışacağı ve oylayacağı demokratikleşme için bütçe yaratmaya dayanıyor. Söz konusu düzenleme, en sonunda Avrupa’ya kıtadaki krizleri ele alabilecek ve kalıcı ve dayanışma temelli bir ekonomi çerçevesinde bazı temel kamusal mal ve hizmetleri üretebilecek bir kamusal kuruluşla kendisini donatma imkanı sunuyor. Roma anlaşmasında vaat edilen “yaşam ve çalışma koşullarının uyumlulaştırılması” sonunda anlamlı hale gelecek.

Eğer Avrupa meclisi isterse bu bütçe Avrupa dayanışmasının görünür göstergeleri olacak dört ana Avrupa vergisiyle finanse edilecek. Bu vergiler büyük firmaların karları, en üst düzey gelir grubu (yılda 200 bin Avro üstü), en fazla servet sahibi olanlar (1 milyon Avro üstü) ve karbon salınımına (ton başına 30 Avro minimum bedel) uygulanacak. Teklif ettiğimiz üzere GSYH’nin yüzde 4’ünde sabitlenebilirse, söz konusu bütçe araştırma, eğitim ve Avrupa üniversitelerini, ekonomik büyüme modelimizi dönüştürecek bir kapsamlı yatırım programını, göçmenlerin alımı ve entegrasyonunun finansmanını ve bu dönüşümü gerçekleştireceklerin desteklenmesini karşılayabilir. Bu aynı zamanda ücretlere ve tüketime dayanan azalan oranlı vergilendirmeyi azaltmaları için üye devletlere bir bütçe esnekliği de sunabilir.

Buradaki mesele, “hünerli” ülkelerden daha az öyle olanlara para aktarmak anlamında Avrupa ölçeğinde bir gelir transferi yaratmak değil. Proje, çıkan harcama ve ülkenin ödediği para arasındaki farkı ülkenin GSYH’sinin yüzde 0,1’i ile sınırlıyor – sadece bir uzlaşı olursa bunun artmasına izin veriyor. Sözünü ettiğimiz sınırlama öyle olmasına yönelik bir uzlaşma gerçekleşirse gevşetilebilir ancak öncelikli husus ülkeler içindeki eşitsizliği azaltmak, aralarındakini değil ve bütün Avrupalıların geleceğine yatırım yapmak. Ancak bu hesaplamalar bütün ülkelerin eşit bir şekilde faydalandığı, örneğin iklim değişikliğine karşı mücadele gibi bir alandaki harcamaları dışarıda bırakacak. Bütün ülkelerin faydalanacağı Avrupanın kamusal mallarını karşılayacağı için demokratikleşme bütçesi aynı zamanda ülkeler arasında de facto yakınlaşmayı destekleyecek.

Çabuk hareket etmemiz, ancak ayrıca Avrupayı bugünün teknokratik çıkmazından kurtarmamız gerektiğinden bir Avrupa meclisinin yaratılmasını teklif ediyoruz. Bu meclis yeni Avrupa vergilerinin olduğu kadar demokratikleşme bütçesinin de tartışılmasını ve oylanmasını sağlayacak. Bu Avrupa meclisi mevcut Avrupa anlaşmalarını değiştirmeden tesis edilebilir.

Meclis aynı zamanda mevcut karar alma organlarıyla (bilhassa Avro Bölgesi Maliye Bakanlarının enformel biçimde her ay buluştuğu Eurogroup ile) iletişim kuracak. Ancak anlaşmazlık durumunda son sözü meclis söyleyecek. Eğer böyle olmazsa, partilerin toplumsal hareketlerin ve STK’ların nihayet kendilerini ifade edecekleri yeni bir ulusaşan siyasal mekan olma kapasitesini yitirmiş olur. [Aksi takdirde] Sorun Avrupa’yı hükümetler arası müzakerelerin ebedi ataletinden çekip çıkarmaya dair olduğundan, aynı derecede etkili olma ihtimali de ortadan kalkmış olur. Avrupa Birliğinde geçerli olan mali oybirliği kuralı herhangi bir Avrupa vergisinin kabulünü engelliyor ve yıllardır zenginlerin ve en fazla mobil olanların çeşitli indirimlerden faydalanması durumunun sürmesini sağlıyor. Bu uygulama bütün itirazlara rağmen halen geçerli. Başka karar alma kuralları getirilmezse de devam edecek.

Yeni oluşturulan Avrupa meclisinin vergi koyma ve devletlerin demokratik, mali, toplumsal düzenlemelerinin çekirdeğine etkide bulunabilmesi nedeniyle ulusal ve Avrupalı parlamenterler merkezi bir konumda olmalılar. Bu nedenle, çevrimiçi erişilebilir olan demokratikleşme anlaşmamızda Avrupa meclisinin üyelerinin yüzde 80’inin ulusal parlamentolardan gelmesini ve yüzde 20’nin mevcut Avrupa parlamentosundan gelmesini öneriyoruz. Bu seçimimizin daha fazla tartışılması gerekli. Aslında projemiz ulusal meclislerden daha az oranda gelen parlamenterler (örneğin yüzde 50) ile de işleyebilir. Ancak bize göre bu oranının aşırı miktarda düşürülmesi Avrupa meclisinin bütün Avrupa vatandaşlarını yeni bir toplumsal ve mali anlaşma doğrultusunda kapsama meşruiyetine gölge düşürebilir ve ulusal ölçektekilerle Avrupa seçimlerinin arasında tezahür edecek demokratik meşruiyet çatışmaları projenin altını hızla oyabilir.

Bu nedenle ulusal seçimler de facto bir şekilde Avrupa seçimlerine dönüştürülecek. Ulusal seçilmiş üyeler kolayca sorumluluğu Brüksel’e kaydıramayacaklar ve Avrupa meclisinde savunmaya niyetlendikleri projeleri ve bütçeyi seçmenlere izah etmekten başka bir seçenekleri bulunmayacak. Ulusal parlamenterler ve Avrupa parlamenterlerini bir mecliste bir araya getirerek bu sıralarda sadece devlet başkanları ve maliye bakanları arasında görülen eş-yönetişim alışkanlıkları yaratılacak.

Şimdi çabuk hareket etmeliyiz. Bütün AB ülkelerinin gecikmeksizin projeye katılması – özellikle Avro Bölgesinde toplam hasılanın ve toplam nüfusun yüzde 70’ine sahip en büyük dört ülkenin katılımı – tercih edilir olsa da projeyi, benimsemeyi tercih eden herhangi bir ülkenin uygulayabileceği bir şekilde tasarladık. Projeyi hemen benimseyerek doğrudan ilerleme kaydetmek isteyenlere bu olanak sunuluyor. Kıtamız, tahrip edici bölünmelere daha fazla gömülmeye terk edilmesin diye, hepimiz Avrupanın geleceği hakkında ayrıntılı ve yapıcı bir tartışmaya katılma konusundaki sorumluluklarımızı üstlenmeliyiz.

Thomas Piketty Paris Ekonomi Okulu’nda iktisat profesörüdür.

Diğer imzacılar: Sébastien Adalid, Michel Aglietta, Nacho Alvarez, Julie Bailleux, Marija Bartl, Pedro Bacelar de Vasconcelos, Marie-Layre Basilien-Gainche, Myriam Benlolo Carabot, Loïc Blondiaux, Karolina Borońska, Andreas Botsch, Patrick Boucheron, Emmanuel Bouju, Begnina Boza-Kiss, Hauke Brunkhorst, Bojan Bugarič, Klaus Busch, Julia Cagé, Lucas Chancel, Christophe Charle, Christian Chavagneux, Amandine Crespy, Fabio De Masi, Anne-Laure Delatte, Donatella Della Porta, Yves Deloye, Paul Dermine, Brigitte Dormont, Guillaume Duval, Susanne Elsen, Emanuele Ferragina, Bastien François, Philippe Frémeaux, Diane Fromage, Miguel Gotor, Julien Grenet, Ulrike Guérot, Gabor Halmai, Pierre-Cyrille Hautcoeur, Stéphanie Hennette, Rudolf Hickel, Mario Hübler, Élise Huillery, Simon Ilse, Liora Israel, Michael Jacobs, Yannick Jadot, Luis Jimena Quesada, Christian Joerges, Kädtler Jürgen, Iphigénie Kamtsidou, Jakob Kapeller, Pascale Laborier, Justine Lacroix, Sylvie Lambert, Camille Landais, Sandra Laugier, Rémi Lefebvre, Steffen Lehndorff, Nicolas Leron, Ulrike Liebert, Pascal Lokiec, Philippe Maddalon, Mikael Madsen, Paul Magnette, Maria Malatesta, Francesco Martucci, Frédérique Matonti, Dominique Meda, Robert Menasse, Sophie Meunier, Zoltan Miklosi, Eric Millard, Robert Misik, Éric Monnet, Alberto Montero, Daniel Mouchard, Ulrich Mückenberger, Jan-Wener Muller, Olivier Nay, Sighard Neckel, Fernanda Nicola, Silke Ötsch, Walter Ötsch, Bruno Palier, Mazarine Pingeot, Martin Pigeon, Sébastien Platon, Thomas Porcher, Christophe Prochasson, Thomas Ribemont, Julie Ringelheim, Daniel Roche, Pierre Rosanvallon, Ruth Rubio Marin, Guillaume Sacriste, Emmanuel Saez, Gisele Sapiro, Francesco Saraceno, Thomas Sauer, Patrick Savidan, Frédéric Sawicki, Axel Schäffer, Alan Scott, Thomas Sterner,Julien Talpin, Stéphane Troussel, Laurence Tubiana, Boris Vallaud, Fernando Vasquez, Antoine Vauchez, Brigitte Young ve Gabriel Zucman.

[The Guardian’daki versiyonundan PolitikYol için Ali Rıza Güngen tarafından çevrilmiştir.]