Haftanın Çevirisi | Almanya’nın mültecileri nasıl hayal kırıklığına uğradı? – Kenneth R. Rosen

Aşırı sağ güçlendikçe yaklaşım sertleşiyor

Şu sıralar Berlin’de Maxim Gorki Tiyatrosu’nda oynayan Get Deutsch or Die Tryin’ oyununda çoğu modern göçmenin karşılaştığı ağır sorunların seyirciyi can evinden vurduğu bir an var. Baş kahraman ve genç bir Alman-Türk olan Arda’nın hikayesi sahneyi hazırlar. Döner kebap salonunda müşteriler yabancı bir dilde sipariş verirler. Duvarda yabancı bir üniversiteden işe yaramaz bir derece asılıdır. Bir arka odada genç bir kadın kendisini asar; bilekleri de kesilmiştir. Öleceğinden emin olmak istemiştir. Sonra Arda, “Şimdi 18’indesin ve biliyorsun: kaybettin” der.

Almanya’ya olan Türk göçünün tarihinde dolanan ancak aynı zamanda ülkeye yakın dönemde gelen mültecilerin mücadelelerine de bilinçli bir şekilde dokunan oyun boyunca güçsüzlük çabucak kötü talihe döner.

2015’te Avrupa’da eşi görülmedik bir cömertlikle Almanya sınırlarını açtı ve Suriye ve Irak dahil olmak üzere savaşın yıkıma uğrattığı ülkelerden yaklaşık yarım milyon mültecinin gelişine olanak tanıdı. O zamanlar hem Almanya hem de daha geniş ölçekte Avrupa Birliği’nde çoğu tartışma yeni gelenlerin entegrasyonunun nasıl en iyi şekilde gerçekleştirileceği ve iltica başvurularının nasıl en uygun biçimde işleme sokulacağı idi.

Ancak, o zamandan bu yana yüz binlerce mülteciye ev sahipliği yapma fikriyle Almanya’nın arası açıldı. Geçen Eylül ayındaki federal seçimler öncesinde sağ kanat Alternative für Deutschland (AfD) partisi zenofobik ve göç karşıtı bir söylemle kampanya yürüttü. 2013’te AfD’yi kuranlardan Alexander Gauland, Angela Merkel’in buyur ettiği mültecilerin Alman yaşam tarzını tehlikeye attığını ileri sürdü.

“Kendi çıkarlarımızı dikkate almalıyız ve kitlesel olarak mültecileri kabul etmek Almanya’nın çıkarlarına uygun değil” diyordu Gauland, Alman haber yayıncısı Deutsche Welle’ye Ağustos ayında, ülkenin “dünyanın paspası olmadığını” ekleyerek.

Çoğu Alman AfD’yi parlamento dışında bırakmak umuduyla, hareketin kısa erimli olduğuna ve ömrünün kısa süreceğine inanarak oy verdiklerini söylediler. Ama AfD oyların, toplamda en yüksek üçüncü oy miktarı olan yüzde 12,6’sını alarak ve 94 sandalye kazanarak anketçileri ve bilirkişileri şaşırttı. Bu, Deutsche Rechtspartei’ın beş sandalye kazandığı 1949’dan bu yana ilk kez aşırı sağ bir partinin parlamentoya girmesiydi.

Merkel’in Hırıstiyan Demokratik Birliği’nin (CDU) beklenenden daha kötü performansı ile birleşen AfD’nin başarısı yeni bir koalisyon hükümetinin oluşumunu engelledi. Kasım ortasında CDU, Hür Demokrat Parti, Hırıstiyan Sosyal Birlik ve Yeşiller arasındaki görüşmeler bir sonuca varmadan bitti.

“Mülteci politikası, öngörülebilir bir süre için Almanya’da tartışmalı bir konu olmaya devam edecek” diyor, Frankfurter Allgemeine Zeitung’dan gazeteci Christian Meier. 2016’dan bu yana Merkel’in yeni mülteci sayısını azaltmaya odaklandığını söylüyor. “Angela Merkel ve CDU’nun kimlerle yeni bir hükümet oluşturacağından bağımsız biçimde bu politikaları terk etmesi söz konusu değil.”

Mültecilerin yurda dönüş istatistikleri kendi ülkesine dönen mültecilerin sayısında azalma olduğunu gösteriyor. Göçmenler ve Mülteciler için Alman Federal Bürosu’nun bir sözcüsü 2017 yılında 31 Ekim’e kadar geçen sürede 188 mültecinin gönüllü olarak yurda dönüş için başvuruda bulunduğunu belirtti. Daha önceki 12 ayda bu sayı bu yıldakinin iki katıydı.

Ancak bu rakamlar mültecilerin Almanya’daki yaşamdan daha hoşnut olduğu anlamına gelmiyor. Gerçekte çoğunun gidecek başka yeri bulunmuyor.

Gorki sahnesinde temsil edilen türden gerçek yaşam mücadeleleri beş kilometre ötede mülteciler için tasarlanan bir konut projesinde görülebilir. Suriye’den bir okul öğretmeni [ve burada yaşayan] Yosra Lübnan, Türkiye ve Yunanistan üzerinden Berlin’e üç çocuğuyla birlikte 2015 Eylül’ünde geldi.

“Önceleri hükümet gıda, giysi ve temel ihtiyaçlar için para verdi” diyor, halihazırda bir hapishane bahçesinin yanındaki iki odalı dairede yaşayan Yosra (sadece ilk adının kullanılmasını istedi). Ancak Merkel’in otoritesi elinden kaydıkça ve ülkede mültecilere yaklaşım sertleştikçe destek düzeyi kısa sürede azaldı.

“Artık çok sayıda taraf var. Bir taraf mültecilerle birlikte ve onları desteklemek istiyor; diğer taraf mültecilere karşı” diyor: “Suriyelileri ya da Arapları hiç de sevmiyorlar.”

Hizmetlerin gerilemesi fazla belli etmeden gerçekleşiyor ve insanların bağımsız yaşamasına olanak tanırken desteği kesmeyi de barındıran daha geniş bir entegrasyon planının açıkça parçası.

Yeni girişimler daha çok yeniden yerleştirmeye yönelik gerçekleşiyor, temel işlevsel yardıma ihtiyaç duyanlara hitap etmiyorlar. Örneğin, geçen yıl mültecilerin entegrasyon kurslarına ve meslek öncesi eğitimlerine daha kolay erişimine olanak tanıyan bir kanun geçmişti. Ancak bu programların çoğu, azalmakta olan gönüllü katılımıyla destekleniyor.

Mülteciler için en büyük sorunlardan birisi artık kendiliğinden ücretsiz bir şekilde temin edilmeyen Almanca dersleri. Yosra dil derslerini karşılayamıyor çünkü bir iş bulamıyor – çünkü Almanca konuşamıyor.

“Dil, farklı bir kültürel arka plandan gelen insanların entegrasyonu için önemli bir gereksinim” diyor bir sivil toplum kuruluşu olan Johanniter-Unfall-Hilfe’de mültecilere destek ve entegrasyon bölümü yöneticisi olan Anne Ernst. Devletin yürüttüğü dil derslerinin saati 3,90 avroya geliyor, mültecilerin bunun yarısını ödemesi bekleniyor. Ücret, derslere 1 Temmuz 2016 sonrasında başlayan yeni gelmiş herhangi birisi için ortadan kaldırılabilir.

Yosra işgücünde etkin bir şekilde rekabet edebilmek için gerekli dil kredilerinin yarısından azını tamamlamış. Ailesi için bu evi Almanca öğrendiği bir ifadeyle temin edebilmiş: “Lütfen, bu evi istiyorum.”

Durum özellikle Yosra gibi tek ebeveyin konumunda olan ve ailesini desteklemek için çalışması gereken kadınlar için kaygı verici. Bazen az bildiği Almanca ve akıcı biçimde konuştuğu İngilizce ile mahallede işlerini halledebiliyor. Ancak İngilizce, anadilin öncelikli olduğu işyerinde yardımcı olmuyor. “Artık planım, bütün bunlar geride kaldığında” diyor Yosra, “Amerika’da olmak”.

[New Statesman’daki orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir]