Salı, Nisan 23, 2024

Günah keçisi faiz ve Merkez Bankası

Esat Daşdemir

Her malın bir fiyatı vardır. Faiz de paranın fiyatıdır. Eğer faiz enflasyondan düşükse paranın değeri düşer, kurlar yükselir, enflasyon artar. Ürettiğimiz mallar dünya mallarından daha çok pahalılaşır, ithalat durmak bilmez, kişi başına düşen gelir azalır, maliyetler artar…

Ecevit döneminde devletin maliyetlerini üstlenerek ekmek fiyatlarını düşürmesi gibi günümüzde devlet, maliyetine katlanarak paranın fiyatını düşürmektedir. Ekmek fiyatlarının neden düşürüldüğünü biliyoruz. Peki, paranın fiyatı neden düşürülür?

Para otoritesi tüketiciyi borçlandıran sistemden vazgeçmelidir. İşletmelerin borçlandırılması doğru çözümdür. Nitekim Naci Ağbal ticari kredileri artıracak önlemler almaktaydı. Ancak bizde fonlanmak istenen tüketici kredileridir. Çünkü ancak böyle zenginler daha da zengin edilir!

İşsizlik, büyüme, enflasyon, kur artışı, sanayisizleşme… Söylenene göre bu günahların tek bir suçlusu vardır o da faiz oranları. Hırsızın hiç mi suçu yok derler ya, bu söylemler bana o sözü hatırlatıyor. En üstten en alta kadar pek çok kademede yolsuzluk iddiaları ve bu kadar sorun bulunuyorken kurların yükselmesi, enflasyonun artması ve diğer ekonomik sorunların tek günah keçisi Merkez Bankası başkanı mıdır? Tabii ki hayır. Sorun TCMB’de değil, başka bir yerde, hatta başka yerlerde aranmalıdır. Aslında aramanın da pek gereği yoktur; bunlar bilinmeyen şeyler değil, bilinmezden gelinen şeylerdir.

FAİZ NEDİR? NEDEN FAİZLERE MÜDAHALE EDİLİR?

Her iktisadi malın bir fiyatı bulunmaktadır. Faiz de paranın fiyatıdır. Reel faiz oranı yükselirse para pahalılaşır. Reel faiz oranı dediğimiz şey piyasa faizinin enflasyon oranından düşülmüş halidir. Yani faiz oranı %20 ve enflasyon oranı %25 ise reel faiz %5’tir. Eğer faiz enflasyondan düşükse reel faiz negatif demektir. Bu durumda paranın değeri düşer, kurlar yükselir ve ardında her Türk yurttaşının bilgi sahibi olduğu gelişmeler yaşanır; enflasyon daha da artar, kurlar yükselmesine karşın ihracat yeterince artmaz -çünkü enflasyon oranları yüksektir, ürettiğimiz mallar dünya mallarından daha çok pahalılaşmıştır- ithalat durmak bilmez -çünkü yatırım malları ve zorunlu mallar ithal ediyoruzdur- kişi başına düşen yurtiçi hâsıla azalır -çünkü enflasyon nedeniyle maliyetler artar; çünkü ÜFE, kardeşi TÜFE’ten daha yüksek artmıştır- üretim azalır ve işsizlik artar. Buradaki dinamik faizlerdeki değişimdir. Peki, faizleri değiştiren dinamik nedir?

Liberal yaklaşımın övünerek anlattığı serbest piyasalarda paranın fiyatı da serbest olmalıdır. Yani faizlerin serbest piyasalarda fon arzı ve talebi ile belirlenmesi gerekir. Ancak bu böyle olmaz. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (kısa adıyla TCMB ya da benim ifademle kısaca Merkez) para piyasalarına müdahale ederek paranın fiyatını yani faizleri kontrol eder. Günümüzde, enflasyon nedeniyle serbest piyasada faizler yükselirken TCMB’nin ısrarla faizleri düşürmek istediği görülmektedir. Bu durum, devletin serbest piyasalardaki bir ürüne müdahalesinden farksızdır.

Ecevit dönemlerinde bildiğiniz üzere devlet temel gıda malzemelerinin fiyatlarını düşürmeye yönelik hamleler yapardı. Her halde bunların en bilineni ekmek fiyatları üzerine yapılan uygulamadır. Devlet bu tür ürünlerin üretim maliyetini yüklenerek gelir düzeyi düşük bireylere daha ucuz fiyattan bu ürünleri sunar. Böylece yoksullara dolaylı bir transfer harcaması -destek- yapılır. İşte TCMB’nin faiz kontrolleri de bu müdahale ile birebir aynıdır. Ecevit döneminde devletin maliyetlerini üstlenerek ekmek fiyatlarını düşürmesi gibi günümüzde devlet, maliyetine katlanarak paranın fiyatını düşürmektedir. Ekmek fiyatlarının neden düşürüldüğünü biliyoruz. Peki, paranın fiyatı neden düşürülür?

PİYASAYA MÜDAHALE ETTİRMEYEN OTORİTE, NEDEN UCUZ PARA ARZ ETMEK İSTER? 

Maliye politikalarıyla piyasaya müdahale edilmesine şiddetle karşı çıkan (neo)liberallerin önemli bir kısmı para politikalarına olumlu bakmakta ya da buna maliye politikası kadar karşı çıkmamaktadır. Onlara göre para politikasının en önemli görevi efektif talep yaratmaktır*. Ancak talebin suni olarak yaratılması liberal yaklaşımın bütün görüşlerine terstir. Yalnızca piyasa fiyatları düştüğünde talep artmalıdır, devlet insanlara borç vererek talebi etkilememelidir. Merkezi otorite tarafından para arzı yaratıldığında, fiyatlar düşmemekle kalmayıp yükselme eğilimine girmektedir. Talep artışlarına bağlı olarak 1 liralık malın 10 liraya satılmasından tüketicinin kazançlı çıkmayacağının altını çizmek gerekir. Üstelik para politikaları, bizdeki gibi borçlanma maliyetlerini düşürmek yoluyla yapıldığında, kredi kullanımına uygun sektörleri -inşaat sektörü gibi- geliştirmekte; diğer sektörleri ise daraltmaktadır. Diğer sektörlerdeki daralmanın nedeni, konut almak için 10 yıllık borca giren bireyin, diğer tüketimlerini kısarak harcanabilir gelirini düşürmesidir**. Özetle; devletin düşük maliyetli fon arz ederek para piyasasına müdahale etmesi bir kesim üreticilerin pek bir hoşuna gider. Bu üreticiler genellikle inşaat ve inşaatın yan sektörlerinde faaliyet göstermektedir.

Belirtmek gerekir ki liberal yaklaşımı gerçekten savunan bir grup iktisatçı serbest bankacılık teorisini de ortaya koymuştur. Bu teori merkezi bir para otoritesine karşı çıkan çok radikal bir yaklaşımdır. Ancak liberallerin önemli bir kısmı için merkez bankaları ve para politikaları o kadar önemli bir sorun değildir. Benim gözlemim odur ki merkez bankaları (neo)liberal ekonomilerin yara bandı gibidir. Teorik olarak liberallerin karşı çıkması gereken parasal müdahaleler, liberal ekonomilerin yıkılmasını önleyen bir dayanaktır. Liberal ekonomileri yıkacak olan bölüşüm konusunda en büyük çare işte bu dayanaktır. 1930’ların Büyük Buhranı’nda ya da 2008 Küresel Finansal krizde olduğu gibi yoksul kesimin tüketecek parası olmadığında ekonomi durmaktadır. Merkez bankaları, duran bu ekonomileri sürüklemek için yoksullara borç veren sistemin ana parçasını oluşturmaktadır. Merkez bankalarının müdahale etmemesi durumunda -yani aşağı doğru yapışık olan fiyatların, liberal yaklaşımın iddia ettiği gibi düşmesini beklediğimiz durumda- 1930’larda olduğu gibi kapitalizmin çırpınışı sahnelenecektir.

FİNANSAL PİYASALARDA VOLATİLİTE VE SONUÇLARI

Finansal piyasalarda volatilite; finansal araçların değerindeki oynaklık, hareketlilik ve belirsizliği ifade eden bir kavramdır. Volatilitenin yüksek olması demek finansal piyasalarda çok fazla değer değişikliği olduğu anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle kurların, hisselerin ve benzeri finansal araçların parasal değerinde çok fazla oynama olduğu anlamına gelir. Borsada işlem gören küçük bir hisse için konuşacak olursak; bu hisse değerindeki volatilite o hissenin tahtacısı yani hissenin fiyatını etkileyebilen, önemli sayıda hisseyi elinde bulunduran kişi tarafından yapılan ya da o kişi tarafından yapılmasa dahi, büyük olasılıkla bu kişinin kazancı ile sonuçlanacak bir süreçtir. Sermaye Piyasası Kanunu’na göre bu ciddi bir suçtur. Faizlerin belirsizliği ve merkez bankası müdahaleleri nedeniyle ekonomi genelinde ortaya çıkan volatiliteyi de aynı şekilde değerlendirmek gerekir. Merkez bankasının belirsiz müdahaleleri sonucu ortaya çıkan volatilitenin kazancı da büyük sermaye sahiplerinin hanesine yazılmaktadır.

HÜKÜMET DÜŞÜREBİLİYORSA YUMURTA FİYATLARINI DÜŞÜRSÜN!  

Şunun altını çizmek isterim ki, finansal volatiliteden en kazançlı çıkan grup büyük sermaye ve finansal bilgiye sahip gruplardır. Finansal volatilitenin kesin olarak zarar verdiği grup ise küçük tasarruf sahipleridir. Yani yeterli finansal bilgiye sahip olmayan işçiler, çiftçiler, memurlar, emekliler… Nitekim finansal volatilitenin yüksek olduğu dönemlerde en üst gelir grubu ile en düşük gelir grubu arasındaki ıraksamanın yükseldiği görülmektedir.

Merkezi para otoritesi, şirketlere ve müteahhitlere efektif talep yaratmak için tüketiciyi borçlandıran bu sistemden vazgeçmelidir.  Bunun yerine işletmelerin borçlandırılması daha doğru bir çözümdür***. Nitekim Naci Ağbal görev süresi içerisinde ticari kredileri artıracak önlemler almaya özen göstermiştir. Ancak bizde fonlanmak istenen tüketici kredileridir. Çünkü ancak böyle zenginler daha da zengin edilebilir! Ancak tüketici 10 yıl borçlandırılırsa talep şoku yaratılabilir ve konutların piyasa fiyatları 1’den 10’a çıkabilir!

Benim önerim şudur; merkezi otorite faizleri kontrol etmek yerine faizleri piyasaya bırakmalıdır. Faizlerin düşürülmesinin ya da yükseltilmesinin düşük gelirli yurttaşlar için pek bir anlamı yoktur. Burada sorun faiz değil, finansal piyasalardaki volatilitedir. Merkez, her müdahalesinde finansal değerler değişmekte; küçük tasarruf sahiplerinin geliri, büyük patronlarda toplanmaktadır. Merkez, bu faiz işini bırakmalı, düşürebiliyorsa yumurta fiyatlarını düşürmelidir. Nitekim şu anki para piyasalarının da Çiftlik Bank’tan farkı yoktur; küçük tasarruf sahiplerinin geliri her konuşmada, her kararda eriyip gitmektedir.

Merkezi otoritenin faizleri ya da para piyasalarını düzenlemesi Türkiye ekonomisine hiçbir katkı sunmayacak tersine, ekonomideki doğal büyümeyi engelleyecektir. Bunun yerine merkezi otoritenin maliye politikalarıyla başta tarım sektörü**** olmak üzere reel üretime katılması gerekmektedir. Bilindiği üzere tarım ürünleri uzun dönemdir genel enflasyonun üzerindedir. Dolayısıyla tarım sektörüne yatırım yaparak verimliliğin artmasını sağlamak birim başına düşen maliyetleri azaltacak; gıda enflasyonu ve dolayısıyla genel enflasyonu azaltacaktır. Kısa dönemde enflasyon sorununu bu politika ile çözüme kavuşturduktan sonra, yine maliye politikaları ile imalat sanayi ve yüksek katma değerli bilgi teknolojilerinin gelişimi desteklenmelidir.

Not: Yazının doğası gereği kısa olması gerektiğinden pek çok şeyi açıklamadan bırakmam gerekiyor. Bunlardan bazılarına dipnot veriyorum, ancak taslak metinlerde esas yazıdan uzun dipnotlar verdiğim için bunları da olabildiğince azaltmaya çalışıyorum. Olur da aklınızda soru işaretleri doğarsa yorum kısmına yazabilirsiniz, gördüğümde yanıtlamaya çalışırım. Okuyanlara teşekkürlerimle, saygılarımla.

* Liberaller, para politikasıyla efektif talep yaratmayı kapitalizmin en vahşi türlerinden biri olan devletçi kapitalizmin babası Keynes sayesinde öğrenmişlerdir. Ancak onlar maliye politikalarına şiddetle karşı çıkarken Keynes “bir atı suya götürebilirsiniz ancak ona zorla su içiremezsiniz.” düşüncesinden hareketle maliye politikalarını savunmuştur. Yani az önce sözünü ettiğim dinamikler çerçevesinde siz kredi kullanmaz ve kitlesel olarak tüketim sistemine bir karşı duruş sergilerseniz; yani suyu içmeseniz, Keynesyen yaklaşım kamu politikalarıyla sizin yüzünüzü bu suya sokacaktır. Kendini sosyal demokrat ve hatta sosyalist olarak tanımlayan pek çok arkadaşımın Keynes’e hayranlık derecesinde bağlı olmasını şaşkınlıkla izlediğim oluyor. Oysa Keynes sosyalizm hakkında en kötü söylemleri dile getirmiş, kapitalizmin sonunu getirecek 1930 Büyük Buhranı’ndan kapitalizmi kurtararak kapitalizm ve emperyalizme seviye atlatmış biridir.

** Bireyler genellikle konut, otomobil gibi tüketimlerini kredi kullanarak gerçekleştirmektedir. Gıda, yeme içme, toplu taşıma, tekstil ya da düşük değerli günlük kullandığımız elektronik eşyaların tüketimi ise genellikle kredi gerektirmeden cari gelire göre yapılmaktadır. Bu durum nedeniyle, kredi maliyetlerini düşürmenin doğal bir sonucu olarak inşaat sektörü gibi sektörler gelişmekte; tüketici diğer sektörlerdeki tüketimini bu sektöre aktarmaktadır. Bu durumda diğer sektörler daralırken, tüketimi sırasında kredi kullanımının yaygın olduğu bu sektörlerde talep şokları yaşanır. Talep şoklarına bağlı olarak şirketler aşırı ve haksız kazanç sağlarlar. Diğer bir deyişle merkez bankasının maliyetlerine katlanarak yaptığı fon arzının en büyük kaymağını bu sektörler elde eder. Tabii son yıllarda basit teknoloji ürünlerini bile kredisiz alamaz olduk, bu da başka bir konu. Bu aslında çok geniş bir konu, o nedenle çok detaylı anlatamadım. Bunun için aşağıdaki kaynağı okuyabilirsiniz.

Dasdemir, E. (2020), Banka Kredileri ve Kira-Fiyat İlişkisi: Kredilerin Ekonomideki Rolleri Üzerine Bir Yorum ve Yapısal Kırılmalı Zaman Serileri Analizi. Journal of Economics Finance and Accounting, 7(3), 214-222.

*** Tüketici kredileri gelir dağılımını bozarken, şirketlerin kullandıkları ticari krediler gelir dağılımında yakınsamayı sağlamaktadır. Aşağıdaki çalışmayı inceleyebilirsiniz.

Daşdemir, E. (2017), Borç Yükünün, Borçlu ve Ekonomi Üzerine Etkileri: Tüketici Kredileri ve Ücretler Üzerine Gözlemsel Bir Sınama. Journal of Economic Policy Researches, 5(1), 58-72.

**** Elbette imalat sanayi, teknoloji ve yazılım alanlarında kamu yatırımlarının artması daha yararlıdır. Ancak son zamanlardaki göç dalgaları tarımsal ürün talebini oldukça yükseltmiş, uzun bir süre gıda fiyatları genel enflasyon oranının üzerinde gerçekleşmiştir. Ayrıca tarım sektöründe yatırım maliyetleri az ve yatırımın kendini karşılaması hızlıdır. Dolayısıyla ülkemizin kısıtlı kaynakları düşünüldüğünde kısa dönemde getiri sağlayabileceğimiz alanlara yatırım yapmak akıllıca olacaktır. Otomobil üretimi örneğinde olduğu üzere yüksek ölçekli yatırımların reele dönüşmesi oldukça uzun zaman almaktadır. Daha kış ayına girmeden artan gıda fiyatları ise ülkenin bir tarım politikasına aç olduğunu haykırmaktadır. Tarım sektörüne yapılan yatırımlar ile bu alandaki verimliliği artırmak elzemdir. Ayrıca tarım sektörünün desteklenmesi, kırsal alanlarda ekonomik faaliyetleri canlandıracak; bölgesel gelişmişlik sorunlarını giderecektir.


Akademisyen Esat Daşdemir, 1994 yılında İstanbul’da doğdu. Lisans eğitimini Bülent Ecevit Üniversitesi İktisat Bölümünde yaptıktan sonra Marmara Üniversitesinde aynı alanda yüksek lisans eğitimine başladı. Yüksek lisans tez dönemini, yedek subay olarak yerine getirdiği askerlik göreviyle birlikte tamamladı. Aynı yıl İstanbul Üniversitesinde doktora eğitimine başladı. İstanbul Gelişim Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak kariyerine devam eden Esat Daşdemir tezini Prof. Dr. Halil Tunalı’nın danışmanlığında şirketlerin kâr payı dağıtımı ve vergi suçları üzerine yazmaktadır. Çalışma alanı gelir dağılımı, iktisadi büyüme ve kalkınma konuları üzerinedir.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER