Cuma, Nisan 19, 2024

Gülşen, hukuk, siyaset ve vatandaş sorumluluğu

Bu tür saldırılar muhalefet için sadece bir tuzak değil. Aynı zamanda farkını göstermek ve topluma pozitif programını anlatabilmek için bir fırsat. Bunu bu şekilde görmesi ve göstereceği tepkilerin hazır ve seri olması gerekiyor.

Dört ay önce bir konserde yaptığı bir şaka nedeniyle sanatçı Gülşen Cuma akşam saatlerinde apar topar göz altına alındı ve hakkında dava açıldı. Gözaltı olayı ilk gerçekleştiği gün yazmak istedim ama vakit olmadı. Bu arada bu konuda çok yazıldı ve Gülşen de ev hapsi şartıyla tahliye oldu. Bu yazıda daha önce yazılanları tekrar etmeden konunun yeterince tartışılmadığını düşündüm birkaç boyutuna maddeler halinde değinmek istiyorum.

Gülşen’in sözlerinin hukuken bir suç oluşturmadığı, hedef seçildiği, kutuplaştırma ve sindirme amaçlı siyasal bir soruşturmayla karşı karşıya ve mağdur olduğu açık.

Gülşen’e yapılanlar bir istisna değil. Sezen Aksu’dan üniversite öğrencilerine uzanan geniş bir mağdur yelpazesini hedef alarak uzun zamandır ve artarak devam ediyor. Seçimlere doğru iktidar kanadından bu tür toplumu kutuplaştırmaya ve sindirmeye, muhalefeti bölmeye ve pozitif gündemden uzaklaştırmaya yönelik daha birçok hukuksuzluk ve saldırı yaşanacak. Görünen köy kılavuz istemez.

Umarım dava en kısa zamanda düşer demek istiyorum. Ama ülkemize gerçek bir demokratikleşme programı ve kararlılığı olan yeni bir iktidar gelmedikçe bu tür olayların durmayacağı aşikâr.

Talihsiz şakanın yapıldığı videoyu birkaç kez izledim. Belli ki, orkestradan bir ekip arkadaşına spontane bir espri yapıyor. Muhatap topluluk değil. Bir hakaret veya aşağılama niyeti olmadığı belli.

Eğer bu suç ise her şeyden önce başta AKP Genel Başkanı ve CB Erdoğan’ın “sürtük” ve benzeri, aynı oranda incitici sözleri için açılması gerekir. Üstelik Erdoğan’ın sözleri elinde siyasal güç tutan, ülkenin birliğini temsil etmeye yemin etmiş bir kişi tarafından ve alenen bir topluluğu siyasal bir amaca yöneltmek amacıyla söylenmiş sözler.

Erdoğan’ın bu tür konuşmaları, (meşhur “camiler kışlamız” konuşmaları dahil) bir topluluğu yönlendirmeye hatta galeyana getirmeye yönelik konuşmalar.

Hukuki suç oluşması için bir yasanın her şeyden önce, başta devleti yönetenler herkese eşit uygulanması gerekir. Kişiye/kesime özel yasa hukuk değil zorbalıktır.

Ancak Türkiye’nin hedefi, evrensel standartlarda, “nefret suçu ve alenen şiddete yönlendirme suçu olmadıkça” herkesin ifade özgürlüğüne sahip olması olmalı.

Örneğin bazı tarikat liderlerinin kadınlara ve inancı farklı yorumlayanlara karşı bazı ifadeleri bu tanıma girebilir.

Bunun dışında dille ve kutuplaşmaya ilgili sorunlarımızı polis gücüyle değil vatandaşlık hukuku, toplumsal uzlaşma ve (medeni yani vatandaşların kamusal alanda karşılıklı saygısına dayalı) yeni bir siyaset diliyle çözmek zorundayız. Bu dili kullanan siyasetçilere, kanaat önderlerine ve toplumsal rol modellerine destek vererek çözmek zorundayız.

Bu arada bu olay ve yazı vesilesiyle bir sanatçı olarak Gülşen’i tanımaya çalıştırırken ve tam ne söylediğini araştırırken başka bir videoya rast geldim. Her şeyden önce otoritenin karşısında eğilmeyen bir sanatçı ve kadın gördüm. Bence asıl bu video izlenmeli.

Peki Gülşen’in Kamusal Alanda Şakası Etik Olarak Neden Yanlış?

Canım insanlar da bu kadar alıngan olmasın demenin bir anlamı yok; ateş düştüğü yeri yakar. “Sürtük” sözünü kaldırmak ne kadar zorsa, eğer İmam Hatip’liyseniz bu söz de incitebilir. Bir konserde aynı sözün farklı mahalleden bir sanatçı tarafından sizin (belki de hasbelkader) okuduğunuz okul veya içine doğduğunuz mahalleyle ilgili söylendiğini düşünün. Ne hissederdiniz?

Her söz edildiği yer ve toplumsal ve siyasal bağlam içinde anlam kazanır. Eğer evinizin mutfağında söylüyorsanız sadece muhatabınızı ilgilendirir, isterse ondan özür dilersiniz. Ama konser sahnesi, bir gazete köşesi (veya bence sosyal medya da) kamusal alan. Ayrıca İsveç’te edilse tatsız veya anlaşılmamış bir espri olacak bir söz, Türkiye gibi farklı mahallelerden insanların sistematik olarak kutuplaştırıldığı ve bunun otoriterleşme hizmetinde kullanıldığı bir ülkede farklı bir anlam kazanır.

Asıl sorun Türkiye’de bu tür genellemelerin hem laik hem de mütedeyyin olarak kendini tanımlayan kesimler arasında oldukça yaygın olması.

Elinde güç olanlar maksadını aşan sözlerini kullanarak, çarptırarak kişileri kurban edebiliyor ve siyaseten kullanabiliyorsa, bunun nedeni bu tür karşılıklı genellemelerin ve önyargıların toplum içinde var olması.

Bu genellemeler hangi kesimde daha yaygın veya hangisi daha haklı, sonuç değişmiyor. Bu tür önyargılar birbirini ve karşılıklı güvensizliği besliyor.

En önemlisi de bunlar demokrasi ve hukuk devleti hedefinde birleşmemizi engelliyor. Asıl bunu tartışmak gerekiyor.

Peki bu olaylarda siyasetin rolü ne olmalı? Muhalefet nasıl yanıt vermeli?

Bu tür saldırılar muhalefet açısından sadece bir tuzak değil aynı zamanda fırsat. Muhalefet her fırsatta topluma bu tür genellemelerin her türlüsünü reddeden bir siyaset dilini ve aynı zamanda da evrensel standartlarda ifade özgürlüğünü güvence altına alan hukuk devletini vaat etmeli.

Altılı Masa’dan bu olaya gelen tepkiler görebildiğim kadarıyla, öncelikle yirmi yıldır iktidarın değirmenine su taşıyan kutuplaştırma tuzağına düşmemek kaygısı doğrultusunda temkinli oldu. Olayın hukuksuzluğunu kınarken Gülşen’in sözlerinin yanlışlığını da vurguladı.

Muhalefetin kaygısının yersiz olduğunu söylemek mümkün değil. İktidar belli ki bu tür olaylarla bir taşla üç kuş vurmaya çalışıyor:

Bir yandan toplumsal değerler ve hayat tarzı üzerinden ayrışmayı körükleyerek tabanındaki, “iktidar değişirse değerler elden gider” korkusunu dinç tutmaya çalışıyor.

Bir yandan Altılı Masa içindeki ideolojik ayrımları kaşımak istiyor, ortak tepkiler veremeyecekleri durumlar yaratmak istiyor. Siyasetin eksenini ekonomik meselelerden ve yolsuzluklardan (hırsızlıklardan) uzaklaştırıp eskisi gibi “dindarlık-laiklik” minderine çekmeye çalışıyor.

Bir yandan da: boğazına kadar takvadan uzaklaşmış tarikatlar ve aşırı dinci örgütlenmeler gibi desteğine güvenebileceği küçük ama organize ve mobilize grupların ağzına bal çalıyor ve Cumhuriyet’i aşındırma hedefine bir adım daha yaklaşmak istiyor.

Muhalefet bu sefer bu tuzağa düşmek istemiyor. Bu anlaşılır. Ancak şunları da görmekte fayda var diye düşünüyorum:

Bu tür saldırılar muhalefet için sadece bir tuzak değil. Aynı zamanda farkını göstermek ve topluma pozitif programını anlatabilmek için bir fırsat. Bunu bu şekilde görmesi ve göstereceği tepkilerin hazır ve seri olması gerekiyor.

Hata yapmamak muhalefet için yeterli olmayacaktır. Açık farkla kazanmaya, iktidara geldikten sonra da başarıyla yönetmeye yetmeyebilir. Muhalefet bu olayları ülkeye vaat ettiği normalleşmenin ve yeni siyasetin kodlarını geliştirmek ve anlatmak için fırsat olarak kullanmalı.

Ancak bu sorumluluk hem siyasete hem de topluma ve kanaat önderlerine düşüyor.

Unutmayalım ki bu dönemde verdiğimiz tepkiler, dayandığımız değerler ve kullandığımız dil, olası bir iktidar değişikliği sonrası bizi yönetecek siyasetin ve toplumsal ilişkilerimizi yönlendirecek vatandaşlık hukukunun kodlarını inşa ediyor.

Toplumsal ilişkiler sadece polis ve yargı gücüyle düzenlenemez. Toplumsal barış ve huzur böyle sağlanamaz. Toplum olmak vatandaşların kendi iradeleriyle ürettikleri ve tabi oldukları bir vatandaşlık hukukunu da gerektiriyor.

Yani kutuplaşmayı aşmak ve pozitif bir gelecek tahayyülü yaratmakta sorumluluk sadece siyasetçilere düşmüyor. Bu dönemde başta sanatçılar ve kanaat önderleri olmak üzere herkesin sözünü tartarak ve yeni bir dil kurarak söylemesi gerekiyor. Siyasal liderler ne kadar birleştirici dil kullanırlarsa kullansınlar, eğer tabanda insanların, örneğin parti üyelerinin kullandığı dil farklıysa, yeterince inandırıcı ve etkili olmuyor.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI