Cuma, Nisan 19, 2024

Gülçin Sağır yazdı | Erdoğan’a giden yolun armonikası (1)

“Kudretli iktidar eline sopa alan ve her önüne gelenin başına vuran iktidar değil, vatandaşın hak ve hukukunu gözeten iktidardır. Memleketin huzura, sükûna ihtiyacı vardır. Memleketimiz hareketlenmiştir. Bu sebepten bazı rahatsızlıklar olacaktır. Gösteriler yapılıyor diye asabımız hiçbir zaman bozulmamalıdır. Sokaklar eskimez, takati olan yürür.” 

Süleyman Demirel.

Hatırlayacağımız üzere Adalet ve Kalkınma Partisi, Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde 14 Ağustos 2001’de kurulmuştu. Gerek Erdoğan gerekse de partinin ana kademesindeki kilit isimler ise Milli Görüş hareketinin içerisinden gelmekteydiler. Bu nokta Erdoğan’a giden yolun “armonikasını” çizmek açısından oldukça mühimdir. [1]

Çünkü partileri ya da liderleri oluşturan, onları renklendirip çeşitlendiren hem dönemlerinde meydana gelmiş olan siyasi durum ve konjonktür değişiklikleri hem de bu durumlar karşısında vermiş oldukları tepkilerdir.

Bu değişim ve tepki yahut hareketlenmelerden en önemlisi de 14 Mayıs 2000 yılında meydana gelmiş olan Fazilet Partisi’nin kongresinde Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın adaylığını desteklemiş olduğu Recai Kutan’ın karşısına “karşı adaylığını” koymuş olan Abdullah Gül’ün “hareketlenmesidir.” [2]

Bir tarafta Abdullah Gül ve onun oluşturmuş olduğu “yenilikçi kanat” diğer tarafta ise Recai Kutan’ın birlikte hareket ettiği Milli Görüş geleneği.

H. Bahadır Türk’ün Muktedir Türk Sağ Geleneği ve Recep Tayyip Erdoğan adlı kitabında aktardığı [3] üzere bu kongre aslında bir Recai Kutan-Abdullah Gül mücadelesinden daha da ötede aslında bir Necmettin Erbakan-Recep Tayyip Erdoğan mücadelesidir. Görünen ya da gösterilen durum sanıldığından daha da farklı bir şekilde karşımıza çıkmıştır.

Burada sormamız gereken kilit sorulardan birisi neden Erdoğan’ın bu mücadelede aktif olarak rol oynadığıdır?

Kıvanç Koçak’ın “Kasımpaşalı Haylaz: Merkez Sağda Yeni Bir Umut” makalesinde belirtmiş olduğu üzere [4]  Erdoğan, hali hazırda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemden önce ve sonra, başkanlığı ile pekiştirerek taban içerisinde bir “karizma” yakalamıştır. Max Weber’in otorite tiplemeleri içerisinde belirtmiş olduğu “karizma” unsuru ve de “karizmayı” öncelikli olarak “bir insanı bir diğerden ayıran yahut insan üstü ya da doğa üstü biraz da olsa sıra dışı olarak kabul edilen bireysel güç ve tekniklere sahip olma” hali olarak tanımlamaktadır. [5] Erdoğan’ın belediye başkanı olduğu dönemde Weber’in karizma tanımı doğrultusunda ele almamız gereken iki önemli durum Erdoğan’ın karizmasının resmetmemiz de bizlere yardımcı olacaktır.

Bunlardan birincisi Erdoğan kendisinin oluşturmuş olduğu bireysel özellikleri ile beraber kendi parti kademesini ve Milli Görüş geleneğinden beslenmiş olan halkı etkilemiştir. İkincisi ise Erdoğan’ın Weber’deki gibi sıradışı ya da olağanüstü tanrısal bir gücünün bulunmamasına [6] rağmen onun etkilemiş olduğu kitlede, karizmasının böyle bir etki “onun dışında dahi gelişerek” ortaya çıkması ve bir kült haline zamanla getirilmeye başlanmasında görülebilmemiz mümkündür.

Kıvanç Koçak, tüm bunları da değerlendirdiğimizde Erdoğan için zaten partide belirli bir popülarite yakalamış olduğundan ve de “taban demokrasisi” gibi söylemleri ile Necmettin Erbakan’a karşı geliştirilmiş olan “yenilikçi kanadın” asıl aktörünün Abdullah Gül’den ziyade onun olduğunu belirtmektedir.

Bizler bu durumu en iyi şekilde Abdullah Gül başkanlığındaki hükümetinin istifa etmesi ve ardından 14 Mart 2003’te Erdoğan’ın 59. Cumhuriyet hükümetinin başbakanı olması ile görebilmemiz mümkündür. Bu tarihten itibaren seçim sonuçlarına baktığımızda parti kendi yakalamış olduğu “seçim zaferleri” ile pekişmiş ve Erdoğan Milli Görüş geleneğinden sıyrılarak kendi “kaderini ve şansını” [7] çizebilmiştir.

Bu çalışmada ise amacım Erdoğan’a giden yolun Türkiye siyaseti içerisinde sağ ve sol odaklar göz önünde bulundurularak resmetmeye çalışmaktır. Teori ile pratiğin harmanlanarak oluşturulacağı bu dizide yer yer zorlu bir düşünür olan N. Machiavelli’den yer yer ideoloji ve söylem tartışmaları ile önemli bir yer teşkil eden M. Foucault’dan, Louis Althusser’den ya da Antonio Gramsci’ye kadar uzanan bir süreç meydana gelecektir.

Bir sonraki yazıda ilk olarak Adnan Menderes’ten bahsedilecektir. [8]

[1] H. Bahadır Türk, Muktedir Türk Sağ Geleneği ve Recep Tayyip Erdoğan (İstanbul: İletişim Yayınları, 2. Baskı 2014), s.12.

[2] H. Bahadır Türk, Muktedir, s.12-13.

[3] H. Bahadır Türk, Muktedir,ss. 479.

[4] Kıvanç Koçak,“Kasımpaşalı Haylaz: Merkez Sağda Yeni Bir Umut”, Birikim Dergisi, Sayı:147, Temmuz 2001, s.56.

[5] MaxWeber, TheTheory of Social and EconomicOrganizations, Çev. A. M. Henderson ve TalcottParsons (New York: TheFreePress, 1968), s.329.

[6] Charles Lindholm, Charisma(Cambridge: Massachusets, Basil Blackwell, 1990), s.20-23.

[7] Nıccolo Machiavelli, Hükümdar, Çev. Necdet Adabağ (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2014).

[8] H. Bahadır Türk’ün Muktedir kitabından ve Tanıl Bora’nın Sol, Sinizm, Pragmatizmile Cereyanlar Türkiye’de Siyasi İdeolojiler kitaplarından ilham alınarak bu çalışma kaleme alınmaktadır.

 

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER