Çarşamba, Nisan 24, 2024

Gülçin Sağır yazdı | Devrimci şiddet

Yazar Isabelle SOMMIER (2016), Çeviren: Işık ERGÜDEN, İstanbul: İletişim Yayınları, Sayfa Sayısı: 149.

Sorbonne Politika Araştırmaları Merkezi’nin 2002-2009 yılları arasında yöneticiliğini yapan Isabelle Sommıer, politik şiddet, terör ve toplumsal hareketler gibi alanlarda uzmanlaşarak çalışmalarını sürdürmekte olan bir sosyoloji profesörüdür. Sommıer, 1960’lı yıllar itibariyle dünyanın birçok yerinde ortaya çıkmış olan şiddet argümanından bahsetmektedir. Bu hali ile yazar, şiddet fikri ile silahlı mücadele olgusuna yönelen toplumsal hareketlerin bir şemasını ortaya koymaktadır. Bu toplumsal hareketleri inceleyen Sommıer, genel olarak, grupların ana hedefinin bulundukları ülkelerdeki mevcut düzeninin sorgulanması olduğunu tespit etmektedir. Ekonomik, siyasi ya da kültürel durumdan duyulan rahatsızlığa karşı bir tepkinin ortaya çıktığını, bu gruplar nezdinde açıklamaktadır. Sommıer, araştırmalarında mevcut düzene itirazı olanların çoğunlukla öğrenciler ya da işçi grupları olduğunu tespit etmiştir. Bu doğrultuda Sommıer’in amacı; sanayileşmiş toplumlarda ekonomik sebeplerden rahatsızlık duyan silahlı örgütlerin tarihçesini aktarmaktır. Fakat yazar bu örgütleri incelerken çıkış yerleri ve temel hedefleri açısında ABD, Japonya, Almanya, Fransa ve İtalya olarak ülkeleri sınırlı tutmuştur.

Dünya’nın birçok farklı noktasında ortaya çıkan çeşitli grupları incelemesinin nedeni, bu örgütlerin ortaya çıkışı ile ileri sanayileşmiş demokratik kapitalist bir sisteme sahip ülkeler arasında bir bağlantı olduğunu varsaymasıdır. Temel hedefini ise, okuyucuları bu argüman üzerinden düşünmeye teşvik etmek olduğunu ifade etmektedir. Demokrasi yönünden gelişmiş ve ekonomik açıdan son derece zengin olarak vurguladığı bu ülkelerde, şiddet ve silahlı mücadele olgusunun ortaya çıkışının bu hali ile nasıl açıklanabileceği sorusu üzerinde durmaktadır.

Kitap beş bölümden oluşmaktadır. Yazar ilk bölümde öncelikle şiddetin literatürde farklı ve birçok açıdan tanımlanarak kabul edildiğini vurgulamaktadır. Sosyologların ise bu doğrultuda 3 tür şiddeti birbirinden ayırarak olayları analiz ettiklerini belirtmektedir. 3 şiddet türünün içerisinde olan halk ayaklanmaları, komplo, politik cinayet ile mevcut iktidarı devirmeye yönelik olan iç savaşın birbirinden farklı olduğunu aktarmaktadır. Bu noktada Sommıer, şiddeti skolastik bir düşüncede incelemek yerine, onun mekânsal ve zamansal vurgularına dikkat ederek ideolojik bağlamları ile incelenmesinin gerektiğini ifade etmektedir. Kitabında ise şiddetin bir başka boyutu olan devrimci şiddeti bu ekseriyet bizlere aktarmaktadır. Kendisi de bu bağlamda şiddetin genellikle kabul görmüş olan tanımına (kişileri yaralamayı ya da mallara zarar vermeyi amaçlayan davranış şekli[1]) bağlı kalmaktadır. Bu noktadan yararlanarak politik şiddeti ise politik bir topluluğun içinde, politik bir rejime, aktörlerine ve bunlara rakip politik gruplara yönelik olarak yapılan her türlü kolektif saldırı olarak nitelendirmektedir. Bu hali ile şiddet, radikal toplumsal bir değişim ideolojisi olarak oluştuğu ve devlet iktidarına saldırmaya çalıştığı için ‘’devrimci’’dir şeklinde belirtmektedir. Yazar şiddet, politik şiddet ve kolektif şiddetin birbirlerinden olan ayrımlarını yaparak, şiddetin birçok türü içerisinden seçip ele aldığı devrimci şiddet argümanını ve farklılıklarını kendi ideolojisinden yola çıkarak tanımlamaktadır.

Sommıer ilk bölümde 1968’de ortaya çıkan olayların tarih yazımında basite indirgenmiş masum öğrenci olayları olduğunu vurgulayanları ve 1968 isyanlarını bütünü ile terörizme indirgeyenleri eleştirmektedir. Yazara göre 1968, sadece 1968 kuşağı ve kendilerini bunu misyon edinmiş olanların tekelinde gelişmiş sıradan bir süreç değildir. Çünkü Sommier’a göre; örgütler, 1960’lı yıllarda kendi meşruiyet zeminlerini kurmak için devrimci duruşlarının şiddet mekanizmasını ortaya çıkarmıştır. Şiddetin bu doğrultuda soyut olarak meşrulaştırılmasının bütün grupların ortak özelliği olduğu vurgusunu yapmaktadır. Bu noktada Sommier, şiddeti teorik anlamda meşrulaştıran örgütlerin, hemen ardından bunu pratik meşrulaştırmaya da uygun bir zemin olarak hazırladıklarını aktarmaktadır. Yani yazar, sokak çatışmalarını, kamu güçlerine ya da polis karakollarına yönelik misilleme eylemlerini bir Robin Hood felsefesinin daha da ötesinde görmektedir.

Sommıer bu noktada ortaya çıkan bu şiddet olgusunun da kademe kademe ilerlediğini ve zamansal olarak değiştiğini ve ardından silahlı mücadeleye ya da terör örgütüne döndüğünü aktarmaktadır. Her şeyin başladığı noktayı ne masume istekler silsilesi ne de bilinçli olarak yapılmış terör eylemleri olarak görmediğini ifade etmektedir. Bu nedenle Sommıer, 1968 tarihine Bernad Lacroix’in de kullandığı ‘’1968’li yıllar’’ ifadesini tercih etmekte ve böylece bu tarihi daha iyi analiz edeceğini söylemektedir.

Yazar ikinci bölümde, 1960’lar için başlayan sürece ‘’Devrimci Bir Dönem mi?’’ sorusunu sorarak, bir yandan hızla politikleşen üniversite çevresinde yaşanan olayların kuluçka evresini, diğer yandan ise aşırı sol eylemcilik ile cereyan eden isyanın kuşaksal karakterini uluslararası bir bağlamda ele alarak aktarmaktadır. Sommier, uluslararası bağlamda 1960 yazında Amerikalı öğrencilerin başlatmış olduğu ve bir moda haline getirdikleri Küba Yolculuğundan bahsetmektedir. Bolivya’da öldürülen Che’nin bir süre sonra Amerika’dan Fransa’ya kadar birçok ülkede trajik ve romantik bir kahraman haline geldiğinden bahsetmektedir. İkinci olarak ise Mao Zedung’un Çin’de kültür devrimi ile başlatmış olduğu iktidarın bürokratikleşmesine karşı gençleri seferber edişi ve ardından bunun Lin Piao tarafından geliştirilen bir halk savaşı teorisine nasıl dönüşerek Sartre, Gavi ve Levy gibi yazarları etkileyip Fransa’da bir slogan haline geldiğinden bahsetmektedir. Üçüncü olarak uluslararası alanda Vietnam Savaşı’nın kesin olarak bir radikalleşme yaşattığını ve bunun ABD içerisindeki kampüslerde büyük yankılar uyandırdığını ifade etmektedir. Öğrencilerin ABD içerisinde orduya katılmayı protesto ederek, ırk ayrımcılığına karşı boykotlar ve özgürlük yürüyüşleri yaptığını belirtmektedir. Yine Japonya’da olayların başbakan Sato’nun Güneydoğu Asya’ya ziyareti sonrasında radikalleştiğini ve öğrencilerin bu ziyarete karşı örgütlenerek gösteriler yaptığını vurgulamaktadır.

Bu hali ile yazar, öğrenci isyanlarını ABD, Japonya, Almanya, Fransa ve İtalya perspektifinden bizlere aktararak, isyanların temelindeki içerik ve taleplerin genellikle birbirine benzer olduğu vurgusunu yapmaktadır. Bu saptama ile Sommier, Anti Amerikancılık ve Vietnam’a desteği ve öğrencilerin eğitim ve tüketim toplumuna dönük olarak getirdikleri eleştirilerin öğrenci hareketlerinin sinir uçlarını oluşturduğunu aktarmaktadır. Bu uçların oluşması ortaya çıkan ‘’direniş’’, ‘’mücadele’’ vurgusunu Sommier incelemiş olduğu 1968 yıllarında öğrenciler ile devletlerin kolluk kuvvetleri arasında süregelen çatışmalara bağlamaktadır. Ardından bizlere aktardığı ‘’Aşırı Solun Gelişimi’’ kısmının bu bağlamını, ülkeler nezdinde incelemektedir. Amerika’daki SDS[2], Japonya’daki Zengakuren[3] Almanya’daki SDS, Fransa’da kurulmuş olan PSU[4] ve İtalya’daki İKP[5]’yı aşırı sol eğilimlerin yükselişi olarak değerlendiren yazar, buralarda meydana gelen eylemleri otonomi hareketi ile açıklayarak, otonomi hareketinin de kökeninde işçilik olgusunun var olduğunu ve hatta bunun da ötesinde bir örgütlenme tarzı şeklinde ortaya çıktığını aktarmaktadır. Yazar üniversitelerde meydana gelen olaylar ile aşırı sol içerisinde cereyan eden eylemleri öğrenciler ve işçi grupları üzerinden bu şekilde okumaktadır.

Üçüncü bölüm olarak ifade edilen ‘’Radikelleşme Süreçlerin’de’’ yazar, baskı grupları olarak nitelendirmiş olduğu kolluk kuvvetleri ile toplumsal hareket örgütleri arasındaki ilişkileri incelemektedir. Yazara göre baskının oluşması ile birlikte örgütler nezdinde bir karşı hareket argümanı şekillenmektedir. Bu da radikal süreçlerinin başlamasında ve şiddetin artmasına olanak tanımaktadır. Almanya, İtalya, Japonya ve ABD’den örnekler veren yazar, örgüt mensuplarından öldürülen aktörlerin, bu gruplar tarafından simgeleştirildiğini ve dayanışma duygusunu kendi aralarında artırarak karşı şiddet eylemlerini meşrulaştıracakları politik bir imkan olarak değerlendiklerini ifade etmektedir. Devlet mekanizmasının artık onlar için bir rekabet aracı olmaktan çıkarak, bir düşman statüsüne geçtiğini belirtmektedir. Bu noktada, meşruiyet halini kaybetmek istemeyen devlet mekanizmasının da alacağı önlemlerin giderek sertleştiğini ve göstericilerin de yeni ve özel olarak tasarlamış oldukları şiddet taktiklerinin ortaya çıktığını belirtmektedir. Rekabetin ve karşılıklı etkilerin arttığını belirten yazar, belirli bir süre sonra bu örgütlerin faaliyetlerini artık yer altından örgütlenerek yapmaya başladığını aktarmaktadır.

Dördüncü bölümde diğer bölümlerin argümanları ile desteklediği fikirler ile yazar, örgütlerin “Şiddet Stratejilerini” aktarmaktadır. Kendi stratejilerini belirli bir teoriye oturtan bu örgütlerden örnek veren yazar, Kızıl Tugayların Eylül 1970’de kendilerini şu şekilde ifade ettiğini aktarmaktadır: “Bizlerin referans aldığı nokta ML’nizm, Çin Kültür Devrimi ve metropollerde yürütülmekte olan işçi ve devrimci hareketin bilimsel geleneğidir.” Bu noktada Sommier, şiddet stratejilerinin çıkış noktasını, ideolojik bir yönelimden çok, bir şekilde karşı çıkış hareketi olarak gördüğünü beyan etmektedir. Çünkü yazar, şiddet stratejilerinin türlerini anlattığı bu bölümde, örgütlerin yapmış oldukları şiddet eylemleri üzerinden propagandalar yaptıklarını ve ardından da şehir gerillası fikirleri ile direniş fikrini birleştirdiklerini anlatmaktadır. ABD’de WUO’nun Amerikan subaylarına dönük olarak yaptığı suikastlar, Japonya’da Birleşik Kızıl Ordu’nun tanınmış kişileri kaçırarak finans merkezlerini bombalaması, Fransa’da Doğrudan Eylem grubunun anti nükleer mücadele olarak yaptıkları silahlı eylemleri bu döngüde değerlendirilmektedir. Sommier, burada Japon Kızıl Ordusuna özel bir parantez açıp, eylemlerinin direk olarak onların manifestosundan alıntı yaparak, amaçlarının ’’tekelci kapitalizm ile Amerikan emperyalizme yönelik olduğu’’ vurgusunu yapmaktadır. Böylece tekrardan, teorinin asla teoriden oluşmadığını, şiddet eylemlerinin artık örgütlerce ulus aşırı bir boyuta ulaştığını belirtmektedir.

Isabelle Sommier beşinci bölüm olarak belirttiği ‘’Bir Döngünün Sonu’’ bölümü ile kitabını bitirmektedir. Ama burada sona eren olgunun sadece 1960’lı yıllar ile ortaya çıkan döngü olduğunu, bu durumda grupların yaptıkları eylemlerin bir sonu olmadığını ifade etmektedir. Çünkü 2000’lere gelindiğinde dahi, hala bu örgütlerin ya da uzantılarının eylemlerine devam ettiklerini aktarmaktadır. Bu yönü ile devam eden bu terörist eylemlere karşı ise ABD, Japonya, Fransa, Almanya ve İtalya’nın nasıl anti-terörist politikalar ürettiklerini açıklamaktadır. Sommıer, uluslararası güvenlik açısından da önem taşımakta olan bu politikaların ortak noktasını, ülke içerisindeki polis kuvvetlerinin niteliğinin ve niceliğinin artırılması ile daha çok bastırılmaya çalışıldığını ifade etmektedir. Yazar burada hapis cezaları, tecrit, kamu görevinde bulunamama, telefon ile dinleme gibi ağır hükümleri hemen hemen bu 5 ülkenin de yaptığına dikkat çekmektedir. Artık ülkelerin silahlı çete kavramı yerine terörizm ifadesini kullandığını söylemektedir. Son olarak ‘’Silahlara Veda’’ kısmı ile örgütler içerisinde zamanla oluşan çözülmeleri ve ardından yaşanan dağılmalarının anlatıldığı bir bölüm ile Sommıer kitabını bitirmektedir.

Özetle Sommıer, 1960’lı yıllarda başlamış bir politikleşmeyi, silahlı mücadele ve terör eylemlerine kadar götürmüş olan grupların tarihini vererek bizlere aktarmıştır. Bu hali ile yazar, belirtilen 5 ülke içerisinde gelişen eylemlerin ve eylemcilerin ortak birçok noktasını saptayarak, bunları verili argümanlar ile temellendirmiştir. Sommier bu noktada, 1989 yılında yıkılan SSCB’nin ardından Marksist referanslara dayalı örgütlerin artık önemlerini kaybettikleri vurgusunu yapmaktadır. Ortaya çıkan yeni retoriğin ise kimlik ve din ekseriyetine dayalı hareketler olduğunu açıklamaktadır. Sommier bu hareketlerin de özellikle Ortadoğu ve Asya’da ortaya çıktığını belirtirmiştir. Bu yüzden bu bölgelerde ortaya çıkan şiddet eylemlerini burada değerlendirdiği 5 ülkedeki şiddet türünden farklı olduğunu aktarmıştır. O yüzden de çalışmanın sınırlarını anlatırken, temel argümanını bu 5 ülke ile sınırladığını yinelemektedir.

Sommier’ın bu kitabı, 1968’li yılları anlamak ve aktarmak açısından bol verili bir kaynakça sunmasa da resmi 1968 kuşağı tarihinden farklı bir izlenimle devrimin aynı zamanda nasıl bir şiddet türü haline gelerek, terör eylemlerine nasıl dönüştüğü hususunda okuyucuları aydınlanmaktadır. Politik hedeflerin sadece hedef olmadığı, teorinin ise sadece teoride kalmadığı bu 5 ülkede, pratikte şiddet ve eylemleri, hem ülkelerdeki hükümetler ve devlet aygıtları hem de bu örgütler nezdinde ortaya çıkarak her seferinde meşru bir zemin arama çabalarına girmiştir. Bu yüzden Sommıer’ın kitabı, devrimci şiddetin bir yönünü anlamak için araştırmacılarına kaynak teşkil edecek önemli bir eser olarak görülebilir.

[1] Ted R.Gurr ve Hugh D.Grahan, Violence in America, (New York: Signet Books,1969),s.XVII.

[2] SDS:Student for a Democratic Society

[3] Zengakuren:Japon Özerk Öğrenci Dernekleri Federasyonu

[4] PSU:Birleşik Sosyalist Parti

[5] İKP:İtalya Komunist Partisi

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER