Cuma, Mart 29, 2024

Güçler arenasında kan kaybedilen nokta: istihdamın özgüllüğü ve mülteci emeği

Emek, mülteci ya da yerli olduğu ayırt edilmeksizin emektir ve ancak örgütlülüğün layıkiyle teslimiyle, kendisine karşı sorumluluk yerine getirilmiş olabilecektir.

Son yazıda sivil toplumun, tarih sahnesinde devletin belirlediği ya da belirleyemediği hemen her alanda sükût-u ikrar eylediğinden dem vurmuştuk. Onun devletin sermaye lehine belirlediği alanlarda zımni kabulünü, belirlemediği ya da egemen olmayan sınıflar lehine belirleyici olmak zorunda kaldığı alanlarda, onun bu boşluğunu adeta doldururcasına, devletle değil ama karşısındaki güçle rekabete girdiğini söylemeye çalışmıştık. Ancak bu rekabetin, çalışma hakkı gibi bir konuda ve eğer tüm kapsamıyla teslim edilmişse ilgilisine, kendisi için bir mağlubiyet olduğunu da iddia etmiştik. Kısacası, istihdam kapsamındaki örgütlenme hakkı bağlamında emek gruplarına ve başından beri bizim yazımızın odağında duran mülteci emeğine, devletin sermaye karşısındaki rolünün ve bu role sivil toplumun desteğinin boşa çıkması açısından bir fırsat tanımaktadır. Tam da bu noktada çalışma hakkının, onun içerdiği bir başka hak olarak istihdamın ne menem bir mevzuu olduğu ve bu mevzunun bizim için neden önemli olduğunu söylemek vazifemiz gibi durmaktadır.

İstihdam ya da istihdam edilmeyi isteme hakkı, çalışma hakkının bir uzantısı olup onun önemli bir unsurdur.[1] Çalışma hakkı ise insan hakları kategorileri arasında hakkın gerçekleşebilmesi ve güvence altına alınması için devletin pozitif varlığını gerek kılması bakımından ikinci kuşak haklar arasında yer almaktadır. Her ne kadar çalışma, modern-kapitalist devlet tarihinin bir aşamasında hak olarak ortaya çıksa da hayatta kalmayı sağlayan bir gerçeklik olarak daha eskiye götürülebilmektedir. Nitekim, dünya tarihinin büyük bir bölümünde tüm toplumlar hayatta kalabilmek için çalışmanın gerekliliğini kabul etmiştir.[2] Dahası çalışma, tarihi bakımından modern döneme sığdırılamayacak kadar eski bir mefhum olup tüm sosyal kurumlar gibi sosyal bir kurumdur.[3]  Fakat modern anlamda istihdam edilmeyi isteme hakkı, modern-kapitalist devletin sosyal niteliğinin bir gereği olarak emek gruplarına vermek zorunda kaldığı çalışma hakkıyla kesişmektedir. Bu sebeple, istihdam kavramının çalışma kavramı kadar eski olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Çünkü işsizliğe karşı korunma, insan haysiyet ve onurunu koruyacak bir gelir ile hayatını idame ettirme, her insanın vazgeçilmez bir temel hakkıdır.

Bu bağlamda istihdam edilmeyi isteme hakkı “herkese devlet tarafından asgari şartları oluşturularak isteğe bağlı olarak tanınan ve insanlık onuruna yaraşır bir gelir sağlamaya dayanan herhangi bir faaliyette bulunma hakkı” olarak ifade edilebilir.[4] Tam da burada istihdam konusunda devletin sorumluluk bakımından varlığı gündeme gelmektedir. Bir diğer deyişle, devletin bireyleri istihdam edilmeyi isteme hakları bakımından yani gündelik hayattaki en canlı örneği olan işsizlik karşısında koruması gerekmektedir. Çünkü işsizliğe karşı korunma, insan haysiyet ve onurunu koruyacak bir gelir ile hayatını idame ettirme, her insanın vazgeçilmez bir temel hakkıdır.[5]

Bahsi geçen ikinci kuşak hakların ya da devletin pozitif varlığına göndermede bulunan pozitif statülü haklarının tarihsel seyri, bu hakların sınıflararası çatışma düzlemine nasıl bozucu bir etkide bulunduğu ve emek sınıflarının lehine nasıl bir kazanım olduğu ile ilgili bir fikir verebilecektir bir yandan da. Buna göre 19. yüzyılda yaşanan toplumsal sefalet, işçi sınıfının içinde bulunduğu güç koşullar, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren işçi sınıfının siyasal ve iktisadi haklarının mücadelesini tetiklemiştir.[6] Bu mücadelenin sonucunda, günümüzde de tartışma bakımından güncelliğini koruyan çalışma ve örgütlenme hakkıyla ilgili tarihsel bir ivme yakalanmıştır. Bahsi geçen dönemde özellikle örgütlenme hakkı, çalışma koşullarının düzeltilmesi, iş olanaklarının yaratılması ve toplumsal güvenliğin sağlanması talepleri ön plana çıkmıştır.[7] Böylece emek grupları, toplumun sınıflararası çelişkiler düzleminde ve modern-kapitalist devletin işine gelen sessizliğini bozarak bu alanın koruyuculuğu bakımından ona sorumluluk atfetmiştir. Yaklaşık iki asırdır devletin çalışma hakkıyla ilgili pozitif statülü durumu söz konusudur.

Modern-kapitalist devlet çalışma hakkının varlığı için sorumluluğu gereği bu alanda var olmak durumundadır. Burada devletin bu hakkı koruma ve güvence altına alması bakımından başat rolü, tarihte sınıflararası mücadelenin bir sonucu olarak emek gruplarının bu çelişkiye olan itirazının bir galibiyetine denk düşmesi bakımından olumludur da. Ve yazının en başında söylemeye çalıştığımız devletin ve dolayısıyla sermayenin ve hatta sivil toplumun, güçler arenasında kan kaybettiği nokta burası olacaktır. Çünkü, emek gruplarının, örneğin mülteci emeğinin kapital düzeneğe olan uyumu için ona istihdam olma hakkını teslim eden devlet ve onun pekiştiricisi sivil toplum, bu ezilen gruba örgütlenme hakkını da teslim etmek durumunda kalacaktır. İşin garibi şu ki, devlet, varlığının en önemli dayanağı olan sosyal uyum muradı için tüm bunları yapmaya boyun eğecektir.

Bir başka deyişle istihdam aracılığıyla sosyal uyumda modern-kapitalist devletin ana aktör oluşu bir tür zorunluluktan ve onun tarihsel olarak emek gruplarına olan sorumluluğundan kaynaklanmaktadır. Modern-kapitalist devletin bu alana ilişkin düzenleme yapma, onu uygulama ve denetleme gibi rolleri onun sosyal devlet olmasını gerektiren tarihsel seyrinin bir gereğidir. Aslında, sosyal devlet toplum fertlerine asgari bir yaşam standardı sağlamak ve çalışma haklarını kullanabilecekleri koşulları yaratmakla yükümlüdür.[8] Mültecilerin, toplumun ferdi ya da en basitinden toplum fertlerinin hayatlarını tam merkezinden alakadar eden fertler olarak gördüğümüzde, bu söz konusu sorumluluğun kendisi, mülteci istihdamının da toplumsal çelişkilere başkaldırabilmesine denk düşmesi bakımından oldukça önemlidir. Emek, mülteci ya da yerli olduğu ayırt edilmeksizin emektir ve ancak örgütlülüğün layıkiyle teslimiyle, kendisine karşı sorumluluk yerine getirilmiş olabilecektir.

Bu yönüyle istihdamın, modern-kapitalist devletin sınıflararası çelişki ve uyumsuzluk düzleminin devamını sağlayan sosyal uyum politikasının çatışmalı ve çekişmeli yanını boşa düşürdüğü iddia edilebilir. İstihdamın tam da bu insan hakları bağlamındaki özgün yanı, sosyal uyumun çelişkili olma özelliğini modern-kapitalist devletin aleyhine çevirebilecek bir potansiyele sahip olması bakımından kayda değerdir. En çok da ülkemizdeki nüfusu neredeyse on milyona ulaşmış ve çok önemli bir kısmı çalışma hayatında olan mültecilerin emeği açısından.

 

[1] Kaya, P. A., & YILMAZER, İ. U. E. (2016). Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Çalışma Hakkı. In Journal of Social Policy Conferences (No. 70, pp. 55-80).

[2] Manning, N. and Shaw, I. (1998); “The Transferability of Welfare Models: A Comparison of the Scandinavian and State Socialist Models in Relation to Finland and Estonia”, Social Policy and Administration, Vol.32, No.5, pp. 120-138.

[3] Kumar, K. (1984); “The Social Culture of Work: Work, Employment and Unemployment as Ways of Life”, in Work, Employment and Unemployment: Perspectives on Work and Society, ed. by Kenneth Thompson, Open University Press, pp.2-18.

[4] ŞEN, Murat, “İnsan Hakları Bağlamında Çalışma Hakkı”, MÜHFD, Cilt:11, Sayı: 2, 2013.

[5] DEMİR, Fevzi, “Çalışma Hakkı Kavramı ve Hukuki Niteliği”, Sosyal İnsan Hakları Ulusal Sempozyumu VI. Bildiriler, Petrol-İş Yayını:119, İstanbul, 2014.

[6] Kaya, P. A., & YILMAZER, İ. U. E. (2016). Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Çalışma Hakkı. In Journal of Social Policy Conferences (No. 70, pp. 55-80).

[7] KABOĞLU, İbrahim, Çağdaş Toplum Değerleri-İnsan Hakları, Çağdaş Yaşamı Destekleme Yayınları, 1997.

[8] Çelik, K. (2006). Unemployment experience of youth in Ankara and Şanlıurfa.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI