Cuma, Nisan 19, 2024

Gökkuşağı Renkleri ve turizm

Rant uğruna bütün şehirlerimizi birbirlerine benzettik. Turistlerin en sevmediği şey birbirlerine benzeyen şehirler. Bir Amerikalı turisti en modern gökdelenlerle, binalarla, AVM’lerle etkileyemezsiniz. Onların hepsi kendi ülkesinde var zaten.

Uzun zamandır yapmayı planladığım Dünya turuna nihayet çıkabildim. Şu an Brezilya’dayım.

Bu Brezilya’ya ikinci gelişim. Daha önce de Rio de Janeiro şehrini gezmiştim. Bu gelişimde de ziyaret ettiğim ilk yer Selaron Merdivenleri oldu (Escadaria Selarón). Selaron Merdivenleri İsa Heykeliyle beraber Rio şehrinin en ünlü ve en çok ilgi çeken iki noktasından birisi. Her gün yaklaşık 10 bin kişinin ziyaret ettiği tahmin ediliyor.

Merdivenler yukarıdaki Santa Terasa mahallesi ile alttaki Lapa mahallesini birbirine bağlamak amacıyla 1980’lerde belediye tarafından inşa edilmiş. Toplam basamak sayısı yaklaşık 250. Aslına bakarsanız Türkiye’nin her şehrinde onlarca benzer örneğini görebileceğiniz sıradan merdivenler…

Bu merdivenlerin kaderi ressam ve seramik sanatçısı Jorge Selarón’un 1990 yılında mahalleye taşınmasıyla değişiyor. Merdivenleri renksiz ve ruhsuz bulan Jorge Selarón, işe evinin önündeki merdiven basamağını Brezilya bayrağının renkleri olan yeşil, mavi ve sarıya boyamakla başlıyor. Daha sonra boyadığı bu basamağa kendi yaptığı seramikleri yapıştırıyor. İlk başta mahalleli pek anlam veremese de sonrasında sanatın ve renklerin güzelliğine teslim oluyorlar. Böylece tam 20 sene sürecek merdivenlerin bütün basamaklarını seramik ve çinilerle kaplama projesi başlıyor.

Jorge Selarón çoğu merdiveni kendi ürettiği ve kendi imkanlarıyla satın aldığı çinilerle kaplıyor. İlerleyen zamanlarda bu güzel projeyi duyan dünyanın farklı ülkelerindeki seramik sanatçıları da kendi ülkelerinden seramikler yollamaya başlıyorlar. Bu şekilde merdivenlere 60 farklı ülkeden seramik ve çini yerleştiriliyor. 2005 senesine gelindiğinde Rio de Janeiro Belediyesi merdivenleri şehrin resmi simgesi ilan ediyor.

Bugün 250 basamağın hepsi rengârenk çinilerle, seramiklerle kaplı. Merdivenlerin yanındaki evlerin dış cepheleri de benzer şekilde birbirinden güzel renklerle boyanmış şekilde…

Her sene milyonlarca yabancı turist bu renk cümbüşünü görmek için Rio’ya geliyor.

Biz ise geçen hafta yağmurda ıslanan bir dedeye şemsiyesi gökkuşağı renklerini anımsattığı için müdahale ettik ve yerine siyah renkli şemsiye vermekle övündük. Birkaç gün önce de Türkiye’nin en büyük giyim firmalarından birisi LGBT’yi anımsattığı için gökkuşağı renklerini ürünlerinde kullanmayacağını açıkladı… Ve bunun üzerine devletin ‘‘koskoca’’ bakanı da çıktı konuşmasında ‘renkleri kullanmayacağınız için sizi tebrik ederim’ dedi.

Yıl 2022, el alem Mars’a araç indirirken bizler hâlen birkaç güzel rengi bir arada gördüğü için cinsel eğiliminin değişeceğine inanan insanlarla uğraşıyoruz… Allah akıl fikir versin, ne diyelim!

 ‘‘Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü’’ olgunluğundaki kadim Anadolu din hoşgörüsü ne zaman ve nasıl renklere bile tahammül edemez bir hâl aldı bunu da ayrı bir yazıda irdelemek gerekir.

Konumuzdan sapmadan esas değinmek istediğim konuya geleyim. Dünya’da tatil ve turizm trendleri değişiyor. Özellikle genç yetişkinler ve Z kuşağı otel ve deniz-kum-güneş tatilinden ziyade sanata, festivallere, kamplara, doğa sporlarına, yürüyüş ve bisiklet rotalarına, farklı deneyimler yaşayabilecekleri özgün destinasyonlara yöneliyorlar. En güzel koylara 5 yıldızlı oteller kondurma kolaycılığına kaçmak yerine, yaratıcı ve çok daha az masraflı fikirleri destekleyerek memleketin turizmine daha büyük katma değer katabiliriz.

Renklere boyanmış bir mahalle (Bakınız: Portekiz’in Aveiro şehri – Costa Nova sahili), çiçeklerle donatılmış bir bina (Bakınız: Londra’daki Churchill Arms Barı), eski bir taş sokak (Bakınız: Paraty, Brezilya) binlerce turisti çekmeye yeter.

Örneğin; Memleketim Çanakkale. Adını bile çanaktan alıyor. Peki, Dünya çanak ve seramik turizminde yeri var mı? Avrupa Konseyi tarafından oluşturulan Avrupa Seramik Rotası’nda adı bile yok! Saleron merdivenleri gibi onlarca boş merdiveni olan bu şirin şehri neden seramiklerle, çinilerle süsleyerek bir açık hava sanat eserine dönüştürmüyoruz?

Truva gibi belki de tarihin en ünlü antik şehrine sahibiz ancak yurtdışında karşılaştığım çoğu yabancı Truva’nın Türkiye’de olduğunu bile bilmiyor. Antik kenti ise oldukça bakımsız, kazılar durma noktasına gelmiş. Böyle bir tarihi hikâyeye sahip olup, bu kadar az kullanan başka bir ülke yoktur.

Hollywood bile şehrin filmini yaptı (Troy), dönemin en ünlü Hollywood aktörü Brad Pitt başrolünde oynadı ama ne kendisi ne de film ekibi Çanakkale’yi bir kez bile ziyaret etmedi. İşi bilen bir Hollywood menajeri ile çalışılsaydı, emin olun şehirde 1 hafta kalırlardı ve paha biçilemez bir tanıtım olurdu… Ama yap(a)madık!

Babakale… Çanakkale ilinin ve dolayısıyla Türkiye’nin coğrafi olarak en batı noktası. Babakale’deki kalenin burçları ise Anadolu’nun (ve bir anlamda Asya Kıtası’nın) en batısında fotoğraf çekinebileceğiniz en uç nokta… Bırakın yabancı turistleri, yerli turistlerin bile haberi yok. Oysa ki bu tür coğrafi uç yerler her ülkede en sık ziyaret edilen yerler olmuştur (Bakınız: İspanya’da Cabo Finisterra – Latince finis terrae – karanın bittiği yer manasına gelir veya Portekiz’de Cabo da Roca, veya Avustralya’da Cape Byron)

İznik Çinisinin ününü bizim kadar Dünya da biliyor mu? Cami ve saray içleri haricinde şehirdeki binaların, sokakların en güzel çinilerle kaplı olması gerekmez mi? (Bakınız: Portekiz Azulejo sanatı)

Osmanlı’dan kalan camilerimizin içi gerçekten olağan üstü sanat eserleri ile kaplı. Hepsi birer şaheser. Mimar Sinan gibi çağının ötesinde yaşamış dehalara selam olsun. Tarihi camilerimizi olduğu gibi korumak boynumuzun borcu ancak günümüzde yapılan yeni camilerin dış cephelerini neden birer sanat eserine çevirmiyoruz? Camilerin içi rengârenk olsa kime ne zararı olur? Renkli camii olmaz ‘yassaağ’ diyecek kültürel dincilere şeriatla yönetilen İran’daki Nasir al-Mulk camisini Google da arattırıp resimlerine bakmalarını öneririm.

Kentsel dönüşüm adı altında eski bina ve mahallelerimizi betonarme tek tip ruhsuz yapılara çevirdik, çeviriyoruz. Deprem tehlikesi ve güvenlik önlemleri için gerekli düzenlemeler tabii ki yapılmalı ancak bu mahalleleri ve kültürünü yıkıp yok etmek tek çare miydi? Bugün Brezilya’da gezginlerin en çok ilgi gösterdiği turların başında Favela gezileri geliyor. Favela’yı Türkçe’ye en basit tabirler ‘gece-kondu’ mahallesi olarak çevirebiliriz. Sulukule’yi korumak ve doğal haliyle turizme kazandırmak çok mu zordu?

Türkiye bugün dünyadaki tüm felsefecilerin, felsefe alanında çalışan akademisyenlerin ve felsefe öğrencilerin vazgeçilmez destinasyonu olmalıydı. Dünya’nın en önemli felsefe fakültelerine sahip olmalıydık.  Felsefenin kurucusu Thales’den başlayın, Anaksimandros, Anaksimenes, Herakleitos, Dijoyen, Herakleides, Straton, Zenos, Epiktetos ve Aristoteles’ya kadar hepsi bizim topraklarımızda yaşamış. Bu zenginliğin ne kadar farkındayız ve nasıl değerlendiriyoruz?

Van’da, Şırnak’ta neden Ortadoğu’nun en büyük gençlik festivalleri düzenlenmiyor. Dini ve örfi baskılardan bunalan İran gençliği, Irak gençliği bu festivallere akın akın gelebilir(di) ve ülkemizin bu güzide şehirleri gençler için bir çekim merkezine dönüşebilir(di). Bırakın Doğu’da uluslararası gençlik festivallerini, artık Batı’dakileri yasaklamaya başladık!

Bugün Van Gölü’nün uluslararası bir turizm markası haline dönüşmemesi kimin ayıbı? Guatemala gibi oldukça geri kalmış bir ülke bile Atitlan Gölü’nü uluslararası bir marka haline getirmeyi başardı. Her yıl yüzbinlerce yabancı turist Atitlan Gölü’nü ziyaret etmek için bu küçük Orta Amerika ülkesine gidiyor.

Batman, Hasankeyf, Dicle kıyıları Avrupa’nın en önemli retreat merkezlerinden birisine neden çevrilmiyor?

Sözde değil, özde ve pratikte Mardin’i neden Dünya’nın dini hoşgörü merkezine çevirmiyoruz? Tarihi kanıt ve hikayelere bağlı kalarak diğer dinler için neden haç yolları, dini yürüyüş rotaları oluşturmuyoruz? Mesela, Dünya’nın en büyük Süryani festivalini yapmamız için engelimiz ne?

Yıllarca şehirlerimize ‘ihanet ettik’. Rant uğruna bütün şehirlerimizi birbirlerine benzettik. Turistlerin en sevmediği şey birbirlerine benzeyen şehirler. Bir Amerikalı turisti en güzel, en büyük, en modern gökdelenlerle, binalarla, AVM’lerle etkileyemezsiniz. Onların hepsi kendi ülkesinde var zaten. Dünya’nın en iyi pizzacısını da açsanız, kimse Türkiye’ye pizza yemek için gelmez, ama doğru kanallarla tanıtımını yapar ve standart kaliteyi sağlarsanız Pide yemek için gelir. Bugün yüzbinlerce insan Peru mutfağını deneyimlemek için Peru’ya gidiyor çünkü onlar Ceviche’yi bir marka haline getirebildiler. Brezilyalılar Feijão’yu uluslararası yemekleri ilan ettiler. Biz ise kuru fasulyemizi, mantımızı, yüzlerce hamur işi çeşidimizi tanıtmak yerine, ete tuz döken bir adamın steak-house restoranlarıyla övünmeyi tercih ettik.

Yeni nesil turizmde, insanlar turist olmaktan çok gezgin olmaya yöneliyorlar. Gezgin sadece tur yapan değil, deneyimleyen kişi demek. Bizde olan, başka yerde olmayan otantik, kültürel ve yerel deneyimleri görmek, tatmak, yapmak isteyen kişiler.

Bu anlamda köylerimizi ne kadar koruyoruz? Uzungöl’ün öncesi ve sonrası ortada! Turizm daha çok turistin gelmesi için doğanın heba edilmesi değildir! Aksine bazen daha çok insanın gelMEmesi için doğanın korunmasını gerektirir! Müteahhit kafasıyla turizmcilik oyunu oynamak o bölgeye kısa vadede dolar kazandırabilir ama uzun vadede ülke turizmine çok şey kaybettirir. Turizmin başlangıcı her şehrin kendi mimarisini ve doğal dokusunu korumasından geçer. Bu koruma yaratıcı fikirlerle desteklenirse ortaya katma değeri yüksek turizm ürünleri çıkar.

Dünya’nın en önemli tarihi eserlerine sahibiz. Örneğin; Efes Antik Kenti. Türkiye’de konservatuarların tiyatro bölümlerinden mezun binlerce yetenekli sanatçımız, genç mezunumuz var. Bunları istihdam edip tarihi antik şehirlerde niçin dönemin kıyafetleriyle, araçlarıyla canlı ve devamlı simülasyon gösterileri düzenlenmez? Defalarca Efes’e gittim. Rehber burada kent konseyi toplanırdı, burası şehrin alışveriş sokağıydı diyor ve geçiyor… Niçin kent konseyinde o an o dönemi canlandıran toplantılar düzenlemiyoruz? Neden o alışveriş sokağında dönemin pazarları canlandırılmaz? İnsanların tarihi eserleri gördüğü ve dinlediği değil, tarihi bizzat yaşadığı ve deneyimlediği ülke olarak tüm rakiplerimizin önüne geçebiliriz. Yeni nesil gezginler artık hikâye duymak değil, hikâyenin bir parçası olmak istiyorlar.

Şehirlerimizde binlerce sıvası dökülmüş, boyası akmış, en iyi ihtimalle iç karartıcı düz renklere boyanmış binalar var. Türkiye’de o kadar yetenekli grafiti sanatçıları var ki, imkân ve destek verilsin, şehirleri baştan aşağıya açık hava resim sergisine çevirirler.  Bugün Kobra lakaplı grafiti sanatçısının çizdiği duvar ve dış cephe bina resimlerini görmek için binlerce turist Brezilya’ya geliyor. Rio sokaklarında neredeyse boyanmamış, grafiti sanatçılarına teslim edilmemiş bir tane boş duvar yok. Şehrin her yeri rengârenk sokak sanatıyla dolu.

60’dan fazla ülke gezmiş birisi olarak ülkemizde kolayca yapabileceğimiz ama nedense bir türlü yapmadığımız onlarca evrensel örnek verebilirim.

Dünya’nın en yaratıcı ve yetenekli sanatçılarını Türkiye’ye davet edelim, alanında uzman gezginler, youtuberler bir araya gelsinler, ülkemiz için deneyimler, tematik festivaller, sanat eserleri yaratsınlar… İnstagram ve Youtube gibi iletişim ve yayın araçlarının evrenselleşmesiyle beraber artık ülkelerin, şehirlerin tanıtımı için milyonlarca dolarlık reklam kampanyalara ihtiyaç yok.  Yeter ki farklı bir deneyim sunsunlar, İnstagram veya Youtube sayesinde bu bilgi ışık hızıyla paylaşılacak ve insanlar gelecektir.

Herkese renkli günler dilerim.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI