Rusya - Ukrayna Savaşı, ardında kalanlar, göç olgusuna “Dönüş” filmindeki gibi olumsuz baktığımız bir sonuç çıkaracaktır.  Yaşamın akışında sürece müdahale eden “oynanan oyunlar” vardır. Örneğin, “Hayatın Kırılganlığı” adlı eserinde William E. Connolly, kendi sınırını aşan faaliyet olarak tanımlar bu ilişkileri: “dedikodu, kapılı kapılar ardında yapılan anlaşmalar, karışıklıklar, ispiyonculuk, endişe, intikam” …vb olarak sıralar.  Ancak, asıl tehlikeli olan mesele, makro politik alanın minör alandaki yani yaşam alanlarımızdaki, bu hassas meselelere ne kadar müdahil olabileceğidir. Mesela; “dini inancınıza, politik görüşünüze, yaşamınıza, kimliğinize” yönelik etki eden siyasal makro alanın, “hareket” alanımızı sınırlandıran duygulanım boyutu, artan kitlesel göç akınlarıyla “aidiyet” krizinin varlığına ve parçalanmış hayatlara işaret etmektedir. Yaşama dair olan bu meseleler, “anlamı” ileten değil, mesaj veren ve rol deneylerinin yaşam alanlarına etki eden minör politik bir yoldur. “Hayatın Kırılganlığına” dair de ciddi bir mesele olarak duruyor. Kendi fikrine, bedenine, ruhuna sahip olmanın mutluluğu kadar, “özgür birey” olmanın halleri içinde yaşamanın yollarıdır yeni insan olmak! Haberlere yansıyan ve artan şiddet vakaları, kadınlığın baskın siyasal otorite karşısındaki direnişi, erkeklik(ler)… vb gibi hassas konular, “Tarih ne içindir?” sorusuyla da ilişkilidir. Modernleşen ülkemiz ki modernleşme kavramı artık birçok konunun da sorgulanmasını ve eleştirel yaklaşılmasını anlayışını yarattı, Doğu-Batı ikileminin hem erkeklikler hem de kadınlıklar açısından son derece belirsiz bir süreçle karşı karşıya kalındığını gösteriyor. Örneğin, alışkanlıklar, ev içi roller, popüler zevkler, tüketim olanakları… hepsi derin bir çatlağın izleri. Doğu-Batı ikilemi işte bu mahremiyet alanlarındadır. Doğu-Batı ikilemi, sıklıkla bahsedilen “bu çatışma” alanlarında, artık farklı hallerle modernleşen, çatışan dünyanın içinde tanımlanmaktadır. 1980 – 2000 tarihleri arasında doğan Y kuşağı, terörizm ve doğal afetlerin yaşandığı endişe edilecek durumların ve olayların geldiği bir dönemde yetişmişlerdir.  Bu dönem siyasi, ekonomik ve teknolojik değişimlerin önceki dönemlere göre çok daha hızlı olduğu bir zaman aralığı olmuştur.  Genel olarak Y kuşağı 18–35 arasındaki genç yetişkinleri kapsamaktadır. Y Kuşağı olarak tanımlanan gençlik, Berlin Duvarı’nın yıkılışına, Sovyetler’in dağılmasına, Amerika’nın Irak’ı işgal ettiği ve televizyondan canlı yayınlanan Körfez Savaşı’nı izledikleri bir zaman aralığında çeşitli siyasi değişimlerin “başladığı-sonlandığı” “tarihsel dönemlere de tanıklık etmişlerdir. “Ekonomik belirsizlikler, birkaç aylık ömrü olan kabineler, siyasi çalkantılar ve derin huzursuzlukların ve keskin siyasal geçişlerin” yaşandığı dönemlere tanıklık eden, Y kuşağı ve Y kuşağının geleceğe bakışını olumsuz etkiledi. “Radyasyonlu çay söylentileri, ihraç fazlası olduğu için okullarda dağıtılan fındık, onların çocukluğunda ülkeye giren McDonald’s, beslenme anılarını ve alışkanlıklarını etkiledi (Türk, 2017: özet)" Türkiye’de nüfusun yaklaşık olarak yarısını çoğunlukla Y ve Z kuşağını içeren çocuklar ve gençler oluşturur.  Çeşitli uzmanların görüşlerine göre Y kuşağının yaşam amacı “mutluluktur”. Yakın gelecekte gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde çalışan nüfusun yaklaşık yüzde yetmişinin Y kuşağı olacağı tahminleri de yürütülüyor. Türkiye’de Y kuşağının yaklaşık yüzde yirmisi yükseköğrenim görmüş; büyük çoğunluğu eğitimini tamamlamıştır. Her şeyin hızlı bir şekilde değiştiği, kültür, algılayış ve yaşayışların çağa ayak uyduramadığı bir zamanda, bir kuşağı anlamak zamanının geldiğini de düşünüyorum. “Değişim, karar, başlama ve sonlama” çizgileri, çeşitli döngüler ve mutluluk arayışı. Bu durum çoğunlukla, Deleuze’nin kaçış çizgileri teorisini de hatırlatıyor. Küresel kapitalizmde, özgürleştirici bir mikro-politika mümkün müdür? Arzu yüklü kaçış çizgilerinin yeni bir olanaklar dünyasını yaratması mümkün müdür? Deleuze, burada “öncelikli hiçbir düzey yoktur” diyerek, “biri öncelikli olarak toplumu değiştirmekten, öteki gerçek yaşamda olup bitenle meşguliyetten ibaret iki ayrı zaman yoktur” diyor.  Dolayısıyla, toplumsal sistemleri olduğu kadar gruplarda, ailede ya da bireyde işlemekte olan minyatürleşmiş iktidarları da hedef alan çoklukların üretim ve yaratım deneyleriyle daima uyumlu bir değişim yaratılabilir mi? Guattari’ye göre, mümkün başka bir dünyanın inşası ancak bu deneylerde başlayarak yola çıkmakla mümkündür (Deleuze, 2014). Yani, yeni denenmiş hayat stratejileri yerine, yaşam alanlarımızdaki minyatürleşmiş baskı mekanizmaları, siyasette çözüm gibi perspektif ve temsil olanakları gibi yerini yeni oluşumlara bırakabilmelidir. Artık, “gitmek” değil, yine tarihsel dönemlerin yeni döngülerinin sonlanmasında- başlamasında, Y kuşağının, gençliğin, insanlığın “mutluluk” dediği sözcüğü de hatırlayarak dönmek. Yıl, 1972’dir,  Almanya’ya göçler ve ilk petrol krizinin yaşandığı yıllardır. Türkan Şoray’ın oyunculuğunu ve yönetmenliğini üstlendiği “Dönüş” filmi, dış göç konusunda ilk olması ve öncü olması sebebiyle önem taşıyor. Filmde, Gülcan - ağa çatışması, toprağına bağlı kalmayı sürdüren, mücadeleci Gülcan’ın başörtüsünün düğümünü çözerken ki hali, bütün bu Doğu-Batı çatışmasını, bir karede “Kadın ve mücadele” başlığında sinema perdesine adını yazdırır. İbrahim ise, Almanya’ya gider, ancak değişmiştir artık. Köklerini kaybetmiştir. Almanya’dan kendi otomobiliyle gelirken, Alman eşiyle birlikte köyün girişinde kazar geçirir ve ölüme gider. Belki de bütün bu gidişlerin bir sonu olmalıdır. HANGİ BİZ VE HANGİ DÖNÜŞLER? Yıl 2022, Rusya -Ukrayna Savaşı, ardında kalanlar, göç olgusuna “Dönüş” filmindeki gibi olumsuz baktığımız bir sonuç çıkaracaktır. Doğal bir sonuçtur bu. Hangi biz ve hangi dönüşler? Gelecek, düşlerimizi kazanma ve “Tarih Ne İçindir?” sorusunu yöneltme zamanıdır! Şekil 1Habertürkten alınmıştır.