Cuma, Nisan 19, 2024

Geriye kalan sadece boşluk ve sessizlik

Wolyn (Nefret) filminde bir Ukraynalı rahip, ölen Polonyalı için mutlulukla bir cenaze töreni düzenliyor ve orada Ukrayna’nın kurulabilmesi için Hitler’le birlikte olunması gerektiğini söylüyor.

Milliyetçilik, saf bir su olarak zihinlere düşer, sonra üç zehirli aşamayı çarçabuk geçerek “öteki” arayan, ayrıştırıcı, zehirli bir ideoloji olarak varlığını sürdürür.

Düşmanı bulamadığında akrebin kendini sokması gibi ölmeye mahkûmdur çünkü.

Dışarıda bulmadığını hemen içeride bulur, yoksa da yaratır; muhayyel tehlikelerle korkutulan kitle milliyetçiliğe sarıldıkça ayrışmakta olduğunu fark edemez.

Komşular, birlikte oyunlar oynanan arkadaşlar götürülür zamanla ve herkesin dini bayramlarında birbirlerine hediyeler verdiği mutlu, sorunsuz çocukluk anıları anlatılır…

Milliyetçilik, evvela entelektüellerin zihinlerinde biçimlenir.

Sözlükler yazılır, masallar derlenir, o dile, kültüre, folklora dair daha önce yapılmamış çalışmalar hummalı bir şekilde yapılır.

Derken, geniş halk kitleleri milliyetçiliğin savunuculuğunu entelektüellerden devralırlar.

Zehir, artık topluma sirayet etmiştir.

En sonunda da devletin resmi ideolojisi olarak içte ve dışta yepyeni düşman arayışına başlar.

Dünyanın her yerinde milliyetçilik bu üç aşamadan geçer ve her aşamada zehre biraz daha bulanır, en sonunda da zehirden bir motife dönüşerek bayraklardaki yerini alır.

1930’ların sonunda Polonya iyice sıkışmış bir haldeydi.

Batı’da Hitler, Danzig’î bahane ederek bütün Polonya’ya iştah kabartıyordu.

Doğu’da Stalin vardı, yutmaya hazır.

Geniş ovalarla, mümbit topraklarla çevrili coğrafya herkesin ilgisini çekiyordu.

Polonya’nın içte de sorunları vardı, Lviv denen Galiçya bölgesinde mesela.

Katolik Polonyalılar ile Ortodoks Ukraynalılar arasında gerilim git gide büyüyordu.

Dahası, Ukraynalı milliyetçiler, Polonya yıkılırsa ilk kez bir Ukrayna devleti kuracaklarının coşkusuyla savaşın çıkmasını bekliyorlardı.

Bir Katolik’in Ortodoks’la veya bir Ortodoks’un Katolik’le evlenmesini birçok kesim makbul karşılamıyordu, zehirli bir ur görünmez bir şekilde toplumun orta yerinde büyüdükçe büyüyor, patlatılıp saçılmayı bekliyordu sadece.

Nefret filmi Lviv’deki düğün sahnesiyle açılıyor; Polonyalı gelin ile Ukraynalı güvey şamatalı bir düğünle evleniyorlar, herkes mutlu gibi gözükse de bu Katolik-Ortodoks birlikteliğinden rahatsız olanların varlığı da göze çarpıyor.

Savaş başlayıp da Polonya’nın Almanya ile SSCB arasında paylaşıldığı ortaya çıkınca Ukraynalı milliyetçiler de bu yeni düzenin kendilerine yarayabileceğini düşünüyorlar.

Ama Polonya’nın doğusu SSCB’nin elinde olduğu için Hitler’le birlikte olmak cazip gözüküyor. Böylece, eğer Hitler’in ordusu Sovyetleri buradan çıkarabilirse Nazilerle anlaşıp Ukrayna bayrağını ilk kez dalgalandırmak mümkün olabilecek.

Ölüm yanı başınızdayken, savaşın fırsatçıları türemişken ve milliyetçilik zehri zihinleri ele geçirmişken, ılımlı olmaya pek fırsat kalmaz.

Üstelik iş bunlarla sınırlı değil, daha da çetrefil, zira Polonya ve Ukrayna’da hatırı sayılır oranda Yahudi yaşıyor ve onların mallarına el koymak da lumpen yağmacı kitlenin iştahını kabartıyor.

Öte yandan, Stalin’in elinde iyice yozlaşmış SSCB’nin dine dair görüşleri ile Almanlarınki farklı ve bu coğrafya dine bağlı.

Filmde bir Ukraynalı rahip, ölen Polonya için mutlulukla bir cenaze töreni düzenliyor ve orada Ukrayna’nın kurulabilmesi için Hitler’le birlikte olunması gerektiğini söylüyor.

1938’de Polonya’nın bir parçası olarak yaşayan Ukraynalıları düşünün. 1939’da Sovyetlerde yaşamaya başlıyorlar, komünizm geliyor, yepyeni bir düzen kuruluyor, boyunlardan haçlar çıkarılıyor. Derken 1941’de Naziler giriyor aynı yere, bu kez Yahudi katliamı başlıyor ve bölgeye hakim olan yegane gücün kaos olduğu anlaşılıyor.

İki sene sonra, bu kez Sovyet ordusu Nazileri önüne katıp Berlin’e doğru kovalarken aynı yerler yeniden Sovyetlere geçecek…

Ve bu coğrafya ölümle yaşamaya alışıyor.

Sanırım en büyük felaket de bu: ölümün, cinayetin kanıksanıp sıradanlaşması.

Adaletin olmadığı yerde suç da suçlu da olmuyor çünkü.

Kimin gücü kime yeterse…

Öyle bir düğüm ki çözmek mümkün değil.

Böylesine karışıklığın olduğu yerde ılımlılar radikalleşirken, radikaller kutsanır.

Ölüm yanı başınızdayken, savaşın fırsatçıları türemişken ve milliyetçilik zehri zihinleri ele geçirmişken, ılımlı olmaya pek fırsat kalmaz.

Stepan Bandera, işte bu kaosun çıkardığı bir adam.

Ukrayna milliyetçiliğinin önde gelenlerinden biri olan Bandera, çetesiyle birlikte SSCB’ye karşı Hitler’le savaşmaya karar verdiğinde muhtemelen Ukrayna’nın kurulmasının ilk adımlarını attığını düşünüyordu.

Bandera çetesi, yani Banderistler, kısa zamanda Ukrayna aşırı milliyetçiliğiyle özdeşleşti.

Gözlerini intikam bürümüş bir çete, başında da Stepan Bandera adlı bir kaçık, tarihin gördüğü en büyük katliamlardan birkaçını yapıverdiler.

Milliyetçilik zehrinin yayılmadığı ulus-devlet olmaz. Yayıldığında da kimse kendi katiline katil demez, onu kahraman ilan eder.

Volin ve Doğu Galiçya Katliamlarında kırk bin kadar Polonyalıyı öldürdüler.

Ateşe verdikleri köylerden bazıları tarihten silindi.

Tabii Polonyalılar da iki sene sonra ellerine ilk fırsat geçtiğinde hiç acımadan iki bin Ukraynalı sivili öldürmekten çekinmediler.

En bulaşıcı salgından daha bulaşıcıdır milliyetçilik zehri, imkân bulduğunda onulmaz acılar bırakır ardında.

Yetmiş sene sonra Banderistlerin yaktığı köylerin olduğu yere gazeteci eşi Magdalena ile giden Maksymilian Rigamonti, çektiği fotoğrafları yayınladığı Echo adlı albümüyle uluslararası fotoğraf yarışmasında birincilik ödülü kazandı.

“Polonyalılarla Ukraynalılar arasındaki ilişkiyle ilgili değil bu,” demiş Magdalena Rigamonti, “birkaç ay içinde her bir ötekiyi öldürmenin ne kadar kolay olduğuyla ilgili.”

Hepsi siyah-beyaz birbirinden çarpıcı, boşluğun ve sessizliğin fotoğraflarını çekmiş Maksymilian Rigamonti.

O fotoğraflara bakarken aklımın bir yanında Polonya’nın Volin Katliamını “soykırım” kabul etmesi, öte yanda, bilmem kaç tane anıtı dikilen Stepan Bandera’nın Ukrayna’da “Milli Kahraman” ilan edilmesi…

Milliyetçilik zehrinin yayılmadığı ulus-devlet olmaz. Yayıldığında da kimse kendi katiline katil demez, onu kahraman ilan eder.

Bandera gibilerinin kahramanlığını kabul etmeyen Ukraynalıların çokluğu umut veriyor.

Aksi halde herkes kendi katilini ilahlaştırırken ortalığı hiç durmadan kan götürecek.

NOT: Putin’in işgaline karşı Ukrayna’nın yanında olduğumu geçen yazımda belirtmiştim. Bazı art niyetliler bu yazıyı “Rusya yanlısı” olarak anlayabileceği için söylemek istedim.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI