Türkiye’deki gerici ittifakın da şunu bilmesi gerekiyor; İran’da 43 yıldır başta olan mollalar bile kadınların özgürlük mücadelesinin önünde durabilmeyi başaramıyorlarken Türkiye’de kadınların özgürlük kazanımlarının önünde hiçbir yobaz odağın durmaya gücü yetmeyecektir…

Türkiye, milletvekilliği ve iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerini geride bıraktı. Demokrasi güçleri çok mücadele etseler de muhalefet partilerinin pek çok stratejik ve taktik hatalarından dolayı hem TBMM’deki çoğunluk hem de cumhurbaşkanlığı koltuğu altın tepside Erdoğan ve şürekâsına sunuldu. Ülkenin böylesi ağır tablosuna rağmen Erdoğan ve şürekâsını yenemeyen muhalefet için söylenecek çok şey var ama bunlar bu yazının konusu değil.

Türkiye belki de cumhuriyet tarihinin en gerici, en faşist, en ırkçı ve en yobaz çoğunluklu meclis dağılımıyla karşı karşıya bulunuyor. Özellikle HÜDA-PAR ve Yeniden Refah Partisi’nin söylemlerine bakıldığında en büyük hedeflerinin kadınların özgürlüğünü hem yasal çerçevede hem de toplumsal yaşam pratiği içinde kısıtlamak olacağı açık. YRP Genel Başkanı Fatih Erbakan, partisinin seçim beyannamesinde kadınların ve kadın örgütlerinin karşı çıktığı “süresiz nafaka mağduriyetinin giderilmesi”, “6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun aile bütünlüğünü bozucu maddelerinin ayıklanması” sözü vermişti ve artık bu gerici politikaları dayatabilecek konumdalar.

Şimdi bir de HÜDA-PAR Genel Merkez Kadın Kolları Yönetim Kurulu Üyesi Zehra Çiftçi’nin partinin kadın politikalarına ilişkin söylemlerine bakalım:

“Rabbimiz insanı erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Kadın Allah'ın yarattığı iki cinsten biridir. Kadın insandır, evlattır, kardeştir, annedir. Yaşı ve konumu ne olursa olsun değerlidir. Biyolojik, fizyolojik ve psikolojik özellikleri itibariyle şahsına münhasır olan kadın toplumları kuşatan modernite etkisiyle eşitlik ve cinsiyet ayrımcılığı kılıfı adı altında özünden uzaklaşmıştır. Sözde eşitlik ve özgürlük söylemleriyle kadının istismar eden bu anlayış sadece kadınları değil aile ve gelecek nesilleri de ifsada sürüklüyor. Günümüzde küresel güçler tarafından desteklenen ve cinsellik üzerinden aileye yönelik yürütülen ciddi projeler söz konusudur. Ailesiz bir toplumu oluşturmak, aile kavramına yeni tanımlar getirmek sapkın ilişkileri normalleştirmek ve zaman içerisinde cemiyetin yapısını bozarak kültürel ve zihinsel programlamaya karşı savunmasız bırakmaktır. Bütün farklı özelliklerine rağmen kadın ve erkeğe her alanda aynı konumu dayatmak eşitlik olsa da adalet değildir. Aile bir kadın ve bir erkeğin evlenmesi ile kurulur. Sapkın ilişkilerle aile kurulamaz. Devlet aileyi korumalıdır. Gayrimeşru yollardan meydana gelmiş bir nesil toplum için bir felakettir. İnancımıza, değerlerimize ve kültürümüze uymayan batı tipi hayat tarzının ürünü olan evlilik dışı ilişkiler nesil emniyetini tehdit eden davranışlardır ve bu ilişkilerinin önüne geçilmelidir. Sorun yaşayıp boşanma aşamasına gelmiş eşler arasında sulhu sağlamak için arabuluculuk yapmak isteyen sivil toplum kuruluşlarına veya şahıslar imkân verilmeli, bu girişimler devlet tarafından teşvik edilmelidir. Kadın Sosyal hayatın bütün alanlarında aktif olarak yer almalıdır. Kadın ve erkek arasında çalışmak için bir ayrım yoktur, ancak erkek ve kadının gerek ailedeki gerek toplumdaki konumları ve fizyolojik özellikleri dikkate alındığında kendi özelliklerine uygun iş sahalarının bulunması gerekmektedir. Eğitim ve Sağlık başta olmak üzere kadınlara hizmet veren kurum ve kuruluşlarda sadece kadınlar çalışmalıdır.”
Türkiye’de oluşan gerici faşist kadın düşmanı ittifaka karşı toplumun tüm bireyleri kendi gelecekleri ve özgürlükleri için demokratik alanda her türlü mücadeleyi vermekle yükümlüdürler.

Bu güruhun aile dedikleri olgu nedir, kim belirledi kriterlerini ve sınırlarını, bir ailenin sadece bir kadın ve bir erkekten oluşabileceğini kim söyledi? Aile; insanların birbirlerine karşı hissettikleri sevgi ve aşkla kurulur, bunun iki kadın arasında mı kurulacağı, iki erkek arasında mı kurulacağı, yoksa bir kadın ve bir erkek arasında mı kurulacağı sadece o kişileri ilgilendirir. Devleti ve iktidar şürekâsını ise hiç ilgilendirmez. Devlet ancak yasal mevzuatlarla insanların özgürlük alanını genişletebilir, kısıtlamaya gidemez, çünkü birbirinden farklı ideolojilere, değer yargılarına, inanç veya inançsızlığa sahip olan 85 milyonluk bir ülke için aile kavramı devletin sınırlarını belirleyeceği bir alan olamaz.

Hiçbir siyasi veya dini grup aile olgusunu kendi inancı veya ideolojisine göre toplumun tamamına dayatamaz, kendisi gibi düşünmeyen, inanmayan ve yaşam tarzı farklı olan kişi ve grupları sapkınlıkla suçlayamaz. Şu “toplumsal ahlak” denilen şeyin sınırlarını ve koşullarını kim belirliyor, kimin inancı ve ideolojisi bu normlara temel yapılıyor? Sandıktan bıçak sırtı bir çoğunluğun oyunu alanlar çoğulcu bir anlayışla yönetilmesi gereken bir toplumun tamamına kendi “ahlakçı” anlayışlarını dayatamazlar.

Hele ki insanların kafatasına beton çivisi çakanlar, insanları işkenceyle sorgulayıp, domuz bağıyla öldürüp, evlere gömüp üzerlerine beton dökenler, insanların arkadan enselerine kurşun sıkıp satırla vuranlar hiç dayatamazlar. Zaten toplumun yarısının kendilerine muhalif olduğu ve yarı yarıya bölündüğü düşünüldüğünde yapacakları her dayatma ve yasaklama kendi isyancılarını mutlaka oluşturacaktır.

Kadınlara sadece eş ve anne olma misyonu yükleyenler, kadın ve erkek eşitliğinin mümkün olmadığına inananlar, kadınların erkeklerden ayrı olarak sadece kendilerine “uygun” olan işlerde çalışması gerektiğini düşünenler, LGBTİQ+ bireyleri “yok edilmesi gereken sapkınlar” olarak görenler artık meclisteler ve iktidarın gücünü de arkalarına almış durumdalar. Bu güruhun amacı LGBTİQ+ bireylere ve kendileri gibi olmayan kadınlara hayatı dar etmektir ve onları toplumsal hayattan silip sadece evlerin dört duvarı arasına hapsetmektir. Öte taraftan; bu zihniyet bir de insanlık suçu olan idamın geri getirilmesini açık bir şekilde istiyor.

Böylesi bir anlayışla mücadele edilmediği hâlde kadınların nasıl bir cendereye düşeceğini ve nasıl baskıcı bir hayata sahip olacaklarını komşu İran’a bakarak anlamak mümkündür. İran’da 43 yıldır iktidarda olan molla rejimi teo-faşist yöntemlerle din ve kendi ideolojisi adına toplumsal bir mühendislik yaparak kadınlara hayatı dar etmiş durumda. İran’da Ahlaki Emniyet Polisi vasıtasıyla sokaklarda kadınların giyiminden makyajına, iş hayatlarından sosyal hayatlarına varıncaya kadar her şeylerine karışmayı kendi meşru hakkı olarak gören ve bu despotizmi din losyonuyla yasal olarak da teminat altına alan bir sistem mevcut.

Henüz 22 yaşındayken Mahsa Amini’nin Ahlaki Emniyet Polisi’nin sokaklardaki kolu olan İrşad Devriyesi (Gaşt-e Erşad) tarafından başörtüsü ve kıyafetleri “İslami kurallara uygun olmadığı” gerekçesiyle darp edilerek öldürüldüğü eylül ayından bu yana İranlı kadınların zamanla erkekleri de yanlarına alarak zorunlu başörtüsüne karşı tarihlerinin en büyük feminist özgürlük hareketini başlatmış olmaları boşuna değil.

İranlı kadınların 8 aydır verdikleri özgürlük mücadelesinden aynı coğrafyada yaşayan Türkiye kadınları için de alınması gereken pek çok ders var.

İranlı kadınların 8 aydır verdikleri özgürlük mücadelesinden aynı coğrafyada yaşayan Türkiye kadınları için de alınması gereken pek çok ders var. Eril bir devlet yönetiminin din ve ahlakçılık saikleriyle uyguladığı baskılara seslerini çıkarmayan, yılların mücadelesiyle yasalarla teminat altına alınmış demokratik hak ve kazanımlarını savunmayan kadınların akıbeti kişiliksizleştirilmek, kimliksizleştirilmek, sahiplendirilmesi gereken bir mal olarak görülmek, erkeklerin tahakkümü altında ezilmek, toplumsal ve sosyal hayat içerisinde renksizleştirilmek olacaktır.

Bu durum sadece kadınları ilgilendiren bir mesele değildir; erkeklerin de sorunudur çünkü kadınların özgür olmadığı bir toplumda erkekler de son tahlilde özgür olamayacaklardır. Sonuç olarak; Türkiye’de oluşan gerici faşist kadın düşmanı ittifaka karşı toplumun tüm bireyleri kendi gelecekleri ve özgürlükleri için demokratik alanda her türlü mücadeleyi vermekle yükümlüdürler. Aksi hâlde Türkiye’yi İran’dan daha beter bir karanlık bekliyor olacak. Türkiye’deki gerici ittifakın da şunu bilmesi gerekiyor; İran’da 43 yıldır başta olan mollalar bile kadınların özgürlük mücadelesinin önünde durabilmeyi başaramıyorlarken Türkiye’de kadınların özgürlük kazanımlarının önünde hiçbir yobaz odağın durmaya gücü yetmeyecektir…