Cuma, Mart 29, 2024

Gelecek Partisi için yüzde 20 hayal mi? (I)

Altılı Masanın ilkeler bütünü Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modelinde kurumsallaşıyor. Bu modeli Serap Yazıcı’nın öncülüğünde hazırlayan Gelecek Partisinin masadaki istikamet belirleyici gücü oy oranının fersah fersah ilerisinde.

Süleyman Demirel’den mülhem, başlıktaki soruya şöyle karşılık verebilirim: Eğer tek kelimeyle yanıtlamamı isterseniz “hayaldir” ama iki kelimeyle yanıtlamamı isterseniz “hayal değildir”. Şimdi, Gelecek Partisi’nin 2023 ve “geçiş dönemi sonrasındaki” ilk seçimlerde her beş oyun en azından birini alıp alamayacağı hakkında biraz fikir yürütelim.

Metropoll’ün Ağustos 2022 anketine baktığımızda Gelecek Partisi’ni göremiyoruz bile. Yeniden Refah Partisi, 0.9’la tabloda yer bulduğuna göre Gelecek’in oyu demek daha da az. Demek, en iyi ihtimalle binde beş falan. Gelin, bu veriyi doğru kabul ederek analize girişelim.

Metropoll’ün anketindeki soru şu: “Bu pazar seçim olsa…” İyi de, bu pazar seçim falan olmadığına göre bu tablo bize seçmenin sadece “şu an için” geçerli olan düşüncesini yansıtır. Anketlerde bir manipülasyon olduğunu iddia etmiyorum, böyle düşünmüyorum da, ama metodolojik olarak özellikle bu seçimi ölçemediği kanaatindeyim. Sebeplerini aşağıda tartışacağım.

Metropoll’ün anketlerinde gene aynı şekilde başlayan soruya bu kez partileri değil de Cumhurbaşkanlığı adayı olarak liderleri koyduğunuzda en yüksek oylardan biri, genellikle de birincisi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a çıkıyordu. Peki, bu sonuçlar bize Mansur Yavaş’ın Altılı Masa için doğru ve iyi bir aday olduğunu gösterir mi? Hayır, çünkü bunu bizzat Metropoll Araştırma’nın kurucusu Özer Sencar söylüyor: “Mansur Yavaş, Erdoğan’ın karşısına çıkarsa Erdoğan onu perişan eder.” Yani, anketleri olduğu gibi kabul etmek bizi hatalı sonuçlara ulaştırabilir. Bu bilgi ışığında toplam oyu 1.1 olan “Diğer Partiler” arasında görünen bir partinin seçim yolculuğuna bakalım. Bu öyle bir 1.1 puan ki Gelecek’ten başka içinde TİP, Demokrat Parti, Memleket Partisi gibi partiler de yer alıyor ki bütün bu partilerin toplam 1.1 almasını da pek mümkün görmediğimi geçerken ifade edeyim.

Anketleri sadece veri olarak değil de trend olarak okumanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. AKP’nin oyu kaç? 28.7. Ya MHP’nin? 6.1. Toplayınca ikisini, 34.8 yapıyor. Oysa biz konuşurken hep AKP’nin hâlâ 33-35 bandında oyu olduğunu söylüyoruz. Öyle bile olsa iki partinin toplamı en iyi ihtimalle 40’a dayanıyor. “Erdoğan alana çıktığında 5 puan ekler,” önermesini de kabul edelim. Etti, 45. Yaklaşık 3 milyon oya daha ihtiyacınız var demektir bu. Bir başka deyişle, 1.5 milyon insanın fikrini değiştirip onları size oy vermeye ikna edeceksiniz. Sizce bu mümkün mü?

Bence değil. Öte yandan, Altılı Masa, daha ilk toplantılarında bu konuya eğildiğine göre seçim güvenliğine çok özen gösterileceği aşikar. Sandıktan, girenden başka şey çıkmayacak. Zaten bu ölçüde manipülasyon yapmak ancak umursamaz bir muhalefet varsa olabilir, aksi takdirde çok büyük rakamlardan söz ediyoruz.

Yirmi senedir iktidarda olan AKP’nin Türkiye sosyolojisini dönüştürmediğini iddia etmek bence güçtür. Diyeceğim o ki, evvelini bırakalım, doksanlarda, zigzaglı koalisyon dönemlerinde CHP’nin ya da DSP’nin kazandığı İç Anadolu beldelerinde bugün aynı sonuçların çıkabileceğini sanmıyorum -her genelleme istisnalarını doğurur tabii.

“Yirmi senelik kesintisiz iktidar” önemli bir kavram çünkü muhafazakarların merkeze yerleştiğini söylemiş oluyoruz. Ama merkeze yerleşmek bu parti için pek de hayırlı neticelere yol açmadı. Merkeze yerleştikçe Ankaralılaşan AKP, “devletimiz” retoriğinden çıkamayan ve ilk senelerindeki söylemlerinin tam tersini söyleyen bir düzen partisine dönüştü. 2005’te, Diyarbakır’da, “Kürt Sorunu benim sorunumdur,” derken son senelerde böyle bir sorun olmadığını söylemeye kadar vardırdı işi.

Liyakatsizlik partinin belini büktükçe yolsuzluk iddiaları da her yandan fışkırıyor. Olanca özgüveniyle “Dolar, 3 lirayı geçerse yüzüme tükürün,” diyen danışmanlar sus pus. Ama ben “sessiz çoğunluğun” bu yapılan hataları, hesabını sandıkta sormak üzere, bir yere not ettiğini düşünüyorum.

Şimdi bakın, Türkiye’de hiçbir siyasi parti kılı kılına iktidardan düşmemiş. Özal’ın ANAP’ı da böyle, DSP de… İktidar düşen palas pandıras merdivenin dibinde buluyor kendini. Onbeş sene önce ciddiye alınan partilerin neredeyse hepsi tabela partisine dönüştü, gençler arasında öyle bir parti olduğunu bilen muhtemelen kimse yoktur. Ama tabii ki AKP bunlardan farklı çünkü uzun süre tek başına iktidarda kalarak Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir iş başardı. Oylarını yüzde 49.5’a kadar yükseltti. O yüzden AKP’nin çekilmesi diğer partiler gibi 20’den 1’e düşmek şeklinde olmayacaktır. Özellikle sosyal yardımların hacmini de hesaba katarsak -isterseniz yirmi senelik iktidarlarında yardım almaya muhtaç bıraktıkları insanların ne kadar çok olduğunu görüp hayret de edebilirsiniz- iktidarın tabanının 25 civarında olduğunu düşünebiliriz. İktidar her şeyi daha kötü de yapsa bu civarda bir oy alacaktır. Bu da, anamuhalefet partisinin oyuyla neredeyse eşittir. Dolayısıyla, eğer tabandan birkaç adım yukarı atabilirse, AKP, her şeye rağmen seçimlerde birinci parti çıkacaktır.

İyi de, öyle de toplasan böyle de toplasan iktidar gitti. Çünkü parlamenter sistemde değiliz ve yetmiyor. Bu sonuçlar bize oyu partisinden yüksek olan Erdoğan’ın 50+1’e hiçbir şekilde ulaşamadığını da gösteriyor. Şimdi düşünün, Erdoğan, Cumhurbaşkanı olmadığı bir yeni düzende Meclis’te de yok. Sizce partiyi birarada tutabilir mi? Yoksa hep gördüğümüz gibi “biz bu kadar söyledik ama dinletemedik, kabahat senin, reform lazımdı, dinlemedin, artık arkanda o taban da yok, biz başkaldırıyoruz”  diyen insanlar mı çıkar? Tarih bize ikinci ihtimalin çok da yüksek olduğunu gösteriyor, hele ki bir kez düşmeyegör… Kurtlukta düşenin dostu olmaz.

Bunu nereden biliyorum? Bir mukayese yapalım. Zira karşılaştırmadan değişimi görmek çok zor oluyor. AKP Erzurum Milletvekili hakkında çok büyük yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı. Siz o isimleri savunan bir tek AKP’li gördünüz mü? Ben görmedim. Cumhurbaşkanı Başdanışmanları istifalarını verdi. Onları savunan partili gördünüz mü? Ben görmedim. Oysa 17-25 tapeleri çıktığında iktidar topuyla tüfeğiyle müdafaaya çekilmiş ve kendini dört koldan topluma anlatmaya girişmişti.

Bu farkın oluşmasında üç temel etken olduğunu düşünüyorum: Bir, AKP’nin o günkü kadroları ehildi ve alternatiflerin hiçbiri seçmenin nezdinde daha çekici değildi. İki, ekonomi en iyi durumundaydı. Orta Gelir’den Üst Gelir’e nasıl çıkacağımızı tartışıyorduk. Üç, 100 milletvekili ya da dershane krizi gibi şeyler olmasaydı Fethullahçı polislerin böyle bir soruşturma yapmayacağından kamuoyu emindi. Oradaki tapelerin doğru olup olmamasından çok, 17-25, şeffaf olmayan ve nereden emir aldığı belirsiz bir kliğin iktidara çektiği operasyon olarak göründü -bir ölçüde de kesinlikle böyleydi. Gelgelelim, o gün partili arkadaşlarını savunanların dillerinin bugün lal kestiğini görüyoruz. Kimseden çıt çıkmıyor. Kimse kamuoyuna çıkıp arkadaşını savunmuyor. Dahası, içerden eleştirinin günden güne arttığına şahitlik ediyoruz. Abdurrahman Dilipak’ı dahi yanında tutamayan bir iktidar kaldı geriye.

İktisat zagonuyla söylersem, seçmen bir noktada iktidarın seçimi kazanamayacağı fikrini satın alacak. Bu fikri satın aldığında da karşısına iki seçenek çıkacak: İktidarın yanında sonuna kadar yer alıp muhalefete hazırlanmak ya da alternatif arayarak iktidarda kalmak. Yazdığımın Türkçesine “çözülme” deniyor. Çözülmenin çok temel bir sebebi var: Muhafazakarlar, iktidarı tattılar. Bunca seneden sonra muhalefete düşmek pek kolay değil. Doğrusu ya, iş bu kadarla sınırlı kalsa sineye çekilirdi diye düşünüyorum ama bu kez daha önce görmediğimiz ölçüde farklı bir durumla karşı karşıyayız. Yirmi senelik iktidarın özellikle Partili Cumhurbaşkanlığına geçildiği son beş senesinde seküler kesimin öfkesinin çok belirgin olduğunu görüyoruz. O yüzden de daha önce hiç duymadığımız “endişeli muhafazakarlar” kavramı artık gündelik dilde hayli yer tutuyor. Eskiden endişelenmek modernlere mahsusken iktidarın gideceği beklentisi endişenin mahallesinin de değişmesine yol açtı.

Bir alegoriyle anlatayım: Bir adada bir grup av ile avcı hayvan olduğunu varsayın. Bir müddet sonra, çok avlandıkları için avların sayısı düşecektir. Bu da avcıların aç kalmasına ve sayılarının azalmasına yol açar. Bu esnada av hayvanları bollaşır. Avcılar daha çok hayvan yemeye başlar, sayıları yeniden yükselir, yükseldiği oranda av azaldığı için yeniden düşer… Böylece, grafikte yatay bir “S” şekli görürüz hep. Şayet bugün iktidarın adayı eski CHP olsaydı, muhtemelen siyasette de benzer bir şekli tecrübe edecektik. Seküler kesimin rövanşist öfkesi, muhafazakarların daha da sertleşmesine yol açacak ve bir sonraki seçimde AKP’den daha radikal bir partiyi iktidara taşıyacaktı.

Bereket, Altılı Masa, bu yatay “S”nin oluşmasının önündeki en büyük engel. Evet, yeni iktidarın bir parçası, herhalde en büyük parçası, CHP olacak. Ama bu kez iktidarda “tek başınalık” yok. CHP, o heyetin sözcüsü olarak muhalefete geçiş döneminde liderlik edecek. Özellikle “liderlik” dedim, bunun da “rehberlikten” farklı düşünülmesini istiyorum. Altılı Masa’nın “rehberliği” herhangi bir parti ya da kişiden bağımsız olarak ilkelerdedir. O ilkeler bütünü de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli’nde kurumsallaşıyor. Dolayısıyla, bu modeli Serap Yazıcı’nın öncülüğünde hazırlayıp kamuoyu ile paylaşan Gelecek Partisi’nin Altılı Masa nezdindeki istikamet belirleyici gücü şu an söylenen oy oranının fersah fersah ilerisindedir.

 

(Not: Yazının ikinci bölümü cuma günü yayınlanacaktır)

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI