Geç kapitalizm çağında faşizmle mücadele
Mikkel Bolt Rasmussen
21.yüzyılda antifaşizm, sokaklarımızdaki faşistlere direnmekten daha fazlasıdır: anti-kapitalist bir proje tasavvur ve inşa etmekle ilgilidir.
Donald Trump’ın Kasım 2020’deki ABD başkanlık seçimlerini kaybetmesiyle dünyanın her yerinden insanlar rahat bir nefes aldı. Başkanlığının son aylarında giderek daha fazla politikacı, yorumcu ve entelektüel Trump’ın gerçekten faşist olup olmadığını sorguluyordu. New York Review of Books ve The New Statesman gibi dergilerin sayfalarında akademisyenler, Trump’ı iki savaş arası dönemdeki Mussolini ve Hitler gibi faşist liderlerle karşılaştırarak tarihsel analojilerin uygun olup olmadığını tartışıyorlardı.
Sokaklardaki milislerle, eyalet valilerinin iradesine aykırı bir biçimde başkanlık tarafından konuşlandırılan Sınır Devriyeleriyle ve nihayet Kongre’nin başkanlık seçimleri sonuçlarını onaylamasını engelleme girişimiyle faşizm kontrol listesindeki çok sayıda kutucuk işaretlenebilir. Ünlü faşizm tarihçisi Robert Paxton, önceleri Trump’a faşist demekten çekindiğini, ancak 6 Ocak’taki başarısız ayaklanmanın onu bunu yapmaya zorladığını açıklamıştır.
ABD, Brezilya, Hindistan, Fransa, Danimarka, İtalya, Macaristan, Polonya ve ötesindeki aşırı sağ hareketlerin çarpıcı bir şekilde güçlenmesine ilişkin analizler bu güncel hareketleri 1930’ların faşist hareketleriyle karşılaştırma eğiliminde olmuştur. Günümüz politikacılarını ve fenomenleri faşist politikacılar ve onların 1930’lar Avrupa’sındaki eylemleriyle bağlantılı olarak kavramak elbette ki önemlidir, ancak bu, bugün ortaya çıkan yeni faşizm biçimlerini görmemizi ve bunlarla mücadele etmemizi engelleyebilir. İki savaş arası faşizmine odaklanan dar, Avrupa merkezli yaklaşımın ötesine geçmeli; faşizmi, faşist eğilimlerin krizlerle dolu çağdaş kapitalist toplumdaki işlevine bakarak tarihselleştirmeli ve analiz etmeliyiz.
Faşizm bugün eskisinden daha farklı. Hâlâ toplumsal olarak inşa edilmiş mülkiyeti dışlayarak özel mülkiyetin yapısını korumayı amaçlayan şiddetli bir aşırı milliyetçiliktir; ancak biçimleri, mitleri ve zamansallığı değişti ve farklı bir tarihsel duruma, krizle dolu, ağ bağlantılı bir geç kapitalizme uyarlandı. Trump buna bariz bir örnektir: tantanalı, gösterişli bir emlak spekülatörü ve iflas etmiş kumarhanelerin sahibi; kendine ait bir kitle hareketi olmayan, ancak sosyal medyayı ustaca kullanması ve onlarca yıllık neoliberal kemer sıkma politikaları sayesinde, hayali bir “savaş sonrası ABD ütopyasına” geri dönüş sözü veren ve yüksek perdeden lanse edilen çelişkili bir düzen karşıtı programla ABD başkanı olabilen bir figür.
Ancak ulusal bir yeniden doğuş yönündeki faşist rüya bugün eskiye göre çok daha az görkemli. Burada seyreltilmiş bir faşizmle karşı karşıyayız: città nuove (Mussolini’nin inşa ettiği yeni şehirler) ya da Hitler’in mimarlarının tasarladığı anıtsal Bin Yıllık Reich bugün mevcut değil. Küresel Kuzey’deki faşistlerin rüyası artık Kuzeybatı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki Beyaz refah devletinin geri dönüşü: yani, 68 Mayıs’ındaki küresel öğrenci ayaklanmalarından, ABD’deki Afro-Amerikan isyanlarından, sömürgesizleşmeden ve Batı’ya kitlesel göç yaşanmadan önceki dünya. Faşist estetiğin yerini bugün medya provokasyonları aldı.
Kırk yıllık sendeleyen birikim ve yaklaşan ekolojik felaket tehdidinden sonra liberal demokrasi kurumlarının içi o kadar boşaldı ki, yalnızca kültür savaşları ve yabancı düşmanlığı demos (halk) görüntüsü yaratmaya muktedir görünüyor. Bu koşullar altında solun yeni faşist partilerle savaşmakla ve aşırı sağa karşı savunma mücadelelerine saplanmakla yetinmemesi çok önemli. Solun, yerleşik ulusal demokrasileri ve bunların parti siyasetlerini terk etmek anlamına gelse bile kapitalizmi ve onun tahakküm biçimlerini reddetme konusunda madunları birleştiren radikal bir anti-kapitalist proje ortaya koyması gerekiyor.
Bugünün faşizmini anlamak
Şu anda politik bir kırılma yaşıyoruz. 2007-2008 finansal krizi neoliberal küreselleşmeye ağır bir darbe indirdi ve altta yatan 40 yıllık ekonomik daralmayı gün yüzüne çıkardı. Hükümetlerimiz, tırmanan bir iklim acil durumunun ortasında durgunlaşan ekonomilerin damgasını vurduğu, krizlerle dolu kapitalist bir toplumun karmaşıklığıyla başa çıkmaktan aciz. Salgının tam bir çöküşe neden olmaması ulusal hükümetlerin kararlı eylemlerinin değil sivil örgütlerin direncinin ve seferberliğinin sonucuydu. Demokratik kurumlar bizi yüzüstü bırakıyor ve pandemi sırasında gördüğümüz hareketlilikleri —kitlesel eylemlerden dayanışma gruplarına kadar— daha radikal siyasi hareketler için bir başlangıç noktası olarak almak oldukça zor.
21.yüzyıl faşizmini temsil eden yeni parti ve hareketler, krizde olan ve ekonomik büyüme vaatlerini yerine getiremeyecek gibi görünen ulusal demokratik siyasi sisteme muhalif olarak ortaya çıktılar. Bunlar, İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyal devletin neoliberal yolda uzun ve yavaş biçimde çözülüşüne karşı bir tepki, ya da o zamanın dünyasına dair belirli bir fikir teşkil ediyorlar. Trump’tan Salvini’ye, Messerschmidt’ten Orbán’a kadar siyasi liderler, işsizlikten, küreselleşmeden ve ataerkil düzeni tehdit eden yeni siyasi öznelerin ortaya çıkmasından önceki o efsanevi zamanın bir imgesini canlandırıyorlar.
Bu partiler, tarihsel ve ahlaki bir çöküşün nedenleri olarak görülen göçmenleri, Müslümanları, Yahudileri, beyaz olmayanları, solcuları, feministleri ve diğer grupları hedef alıp dışlama yoluyla yeniden oluşturulabilecek kayıp bir “orijinal” etno-ulusal topluluk fikri etrafında toplanarak sisteme karşı koyuyor. Ve sözü edilen grupların hepsi, korunmaya muhtaç bir ulusal topluluğun düşmanları olarak lanse ediliyor. Michael Rogin’e göre bu bir “siyasi demonoloji”, yani siyasi sınıfın ulusu tehdit eden tehlikeli şeytanlar imgesi yaratması süreci. Bu süreç sayesinde kapitalist toplumun ekonomik bölünmelerini ırkçılık ve yabancı düşmanlığına dayalı toplumsal bölünmelere dönüştürmek mümkün hale geliyor.
Yeni faşist partiler devreye giriyor ve karşı çıktıkları iddia edilen siyasi kurumları paradoksal bir şekilde destekliyorlar. İtalya’da Lega ve İtalya’nın Kardeşleri; Danimarka’da Danimarka Halk Partisi ve Yeni Düzen Partisi; Fransa’da Eric Zemmour ve Le Pen’in Ulusal Cephe Partisi; Hollanda’da Geert Wilder’ın Özgürlük Partisi örneklerinde durum böyledir.
Çağdaş faşizm aynı zamanda kemer sıkma politikalarına ve yozlaşmış liderlere karşı toplumsal, ırksal ve çevresel adalet talebiyle 2008’den beri dünya çapında gerçekleşen sayısız protestoya, işgale ve ayaklanmaya yönelik de bir tepkidir. George Jackson’ın belirttiği gibi, faşizm, neoliberal küreselleşmeye ve kapitalizm-ulus devlet bağlantısına karşı daha radikal bir muhalefetin ortaya çıkma olasılığının önlenmesidir. Faşizm, geçtiğimiz on yıllarda yaşanan birçok protesto, ayaklanma, işgal ve eylemde şekillendiğini gördüğümüz gerçek anti-kapitalist cepheyi engellemeyi amaçlıyor.
Burada faşizm kontrol listesinin ve dar bir siyasi faşizm anlayışının ötesine geçmek gerekiyor. Faşizmi yalnızca bir siyaset ve politikacılar sorunu olarak kavradığımız durumda faşizmin Avrupa faşist rejimlerinin İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden sonra gerçekten sihirli bir şekilde ortadan kalkmadığını, George Jackson’ın ABD hapishane sistemini analiz ettiği 1972 tarihli Blood in My Eye kitabında tanımladığı üzere “faşist bölgeler” şeklinde var olageldiğini unuturuz. ABD’deki hapishane-sanayi kompleksi, iki savaş arası faşizmin ırkçı terörünü yansıtan ırksallaştırılmış bir haksızlık sahasıydı. Bu nedenle Jackson, faşizmin gerçekte asla ortadan kalkmadığı, eski sömürgelerde ve ulusal demokratik toplumların sınırlarında, yani hapishanelerde, gettolarda ve ardından göçmen gözaltı merkezlerinde kesintisiz bir şekilde devam ettiği sonucuna vardı. Bunu bir tür yavaş şiddet olarak düşünebiliriz: siyasi bir durum veya dönemin analizi için merkezi öneme sahip olmadığı kabul edilen veya gözden uzak olan bir şiddet.
Aimé Césaire ile Frantz Fanon gibi sömürgecilik karşıtı düşünürler ve Jackson gibi devrimci tutsaklar, faşizmin asla ortadan kalkmadığını ve “sömürge sonrası” dünyanın kurucusu olduğunu çok iyi biliyorlardı. Burada aşırı şiddet, yalnızca son çare olarak değil, toplumsal hiyerarşinin ve kapitalist birikimin yeniden üretiminin normalleştirilmiş, hatta sıradan bir yönü olarak da kullanılmaktadır. Faşizm makinedeki bir hayalettir, makine kapitalizmdir. Jackson’ın söylediği gibi, “Faşizmin eksiksiz bir tanımına hiçbir zaman ulaşamayacağız, çünkü faşizm sürekli hareket halindedir; gelenekçi ve kapitalist egemen sınıfın hâkimiyetini tehdit edecek şekilde ortaya çıkan belirli durumlara uyum sağlayacak yeni görünümler inşa eder.”
Parti politikasının içinin boşaltılması
Açıkça belirtmek gerekirse faşizm, demokratik ulus devletlerden radikal bir kopuş değildir. Walter Benjamin’den biliyoruz ki devlet sadece hukuk üzerine kurulu değildir, bir kriz olduğunda aktif olarak hukuk dışı önlemlere başvurur. Bir kriz durumunda devlet kendi yarattığı ve onu korumak üzere tasarlanmış olduğu kanunu görmezden gelir; düzeni yeniden tesis etmek için bir istisna hali dayatır. Teröre Karşı Savaş bu tarz bir kriz durumunun örneğiydi: egemen George W. Bush, kamusal ve kişisel özgürlükleri kısıtlayan bir dizi “terörle mücadele” kararnamesi çıkardı; prosedür, hukuktan daha önemli oldu ve istisna kural haline geldi. Vatanseverlik Yasası ve Askeri Nizamname, devletin terör faaliyetinde bulunduğundan şüphe ettiği kişilerin süresiz olarak gözaltına alınmasını mümkün kıldı ve bu kişilerin yasal haklarını ortadan kaldırdı.
Trump 2016’da başkan olduğunda devasa bir emperyal savaş makinesini, muazzam boyutlardaki hapishane altyapısını ve askeri teçhizatla donanmış ırkçı bir polis gücünü miras aldı. ABD imparatorluğunun yurt dışında ve içindeki ayrılmaz parçası olan baskıcı ve dışlayıcı siyaseti şiddetlendirdi, ancak yürütme yetkilerini hiçbir şekilde kötüye kullanmadı. Trump’ın demokrasiyi ve anayasal devleti suiistimali, yalnızca Trump’ın bir egemen ve ABD başkanı olarak yetkilerini tam da tasarlandığı şekilde kullanmasıyla oldu. Trump 2020’de Black Lives Matter eylemlerini bastırmak için yerel valilerin iradesine karşı kendi birliklerini öne sürmeye karar verdiğinde bunlar neo-Nazi milisleri ile Sınır Devriyesi’nin bir kombinasyonundan oluşuyordu. Ve Sınır Devriyesi sadece sınırda bir asırdan fazla süredir yapmakta olduğu şeyi, 20. yüzyılın başlarında Filipinler’de yaşanan Tagalog İsyanı’ndan bu yana ABD ordusunun tüm dünyada yaptığı şeyi yapıyordu.
Biden iktidarı bu durumdan bir kopuş teşkil etmiyor. Tıpkı Obama’nın, Bush’un teröre karşı savaşından gerçek bir kopuş teşkil etmediği gibi. Nitekim Obama sınır dışı edilenlerin sayısını artırdı ve Bush’tan on kat daha fazla insansız hava aracı saldırısı başlattı. Trump’tan ve açıkça faşist milislere işaret eden başıboş tweetlerinden kurtulmak bir rahatlama sağladı. Ancak Biden, ABD devletinin çekirdeğini oluşturan emperyalizmi ve kitlesel hapsetme pratiğini şiddetlendirmek için daha şimdiden üzerine düşeni yapıyor. Bir veya iki teşvik paketi bu durumu değiştirmedi. Hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat partiler tıpkı emperyalist projeyi olduğu gibi hapishane devletini de destekliyorlar.
Ulusal demokrasilerin çözülmesi yeni bir tür faşizme kapı araladı. Bu, 2000’li yılların ortalarında siyaset bilimci Peter Mair tarafından siyasetin teknokrasiye ve kemer sıkma politikalarına körü körüne itaate dönüştüğü bir süreci tanımlayan “parti siyasetinin içinin boşaltılması” olarak adlandırıldı. Bunun görünür olduğu yer yalnızca çağdaş aşırı sağ liderlerin saldırganlık boyutunda yabancı düşmanı ve korku tellalı politikaları değil; aynı zamanda, faşist partilere ve sermayenin soyut mantığını kişiselleştirilmiş düşmanlarda (göçmenler, Müslümanlar, “kültürel Marksistler”, Yahudiler veya Eleştirel Irk Teorisi çalışan akademisyenler olsun) somutlaştırarak ekonomik krizle başa çıkma becerisine ayak uydurmaya çalışan “aşırı merkez”.
Şiddetin faşist coğrafyası
20.yüzyılın ikinci yarısında, kısa bir süre için Batı’daki egemen sınıflar yerel işçi sınıfının büyük bir bölümünü her türlü devrimci özlemden vazgeçmeye ikna edebildiler. Bunlar aynı zamanda eski sömürgelere agresif bir şekilde müdahale ediyor, bağımsızlık ve özerklik talebiyle yeni ortaya çıkan sömürge karşıtı hareketleri vahşice yok ediyorlardı. Ulusal işçi sınıflarına işler, kültür ve metalar aracılığıyla tatlı dille hitap etme ile eski sömürgelerdeki devrimcilerin öldürülmesi el ele gitti. Şu anda yeniden üretilmekte olan şey Kuzey’deki refah ve Güney’deki şiddet coğrafyasıdır.
Söz konusu iki ayrı dünya tüm bu süreç boyunca yakından bağlantılıydı. Ancak savaş sonrası dönemde kısa bir süre için kapitalist devletin şiddeti azalıyor ya da yerini farklı, daha incelikli bir şey alıyormuş gibi göründü. Deleuze’un kontrol toplumu tezi, gücün içselleştirildiği ve toplumu disipline edici kurumlarının çözüldüğü bu dönüşümün bir analiziydi. Deleuze elbette ki kapitalist devletin şiddetinin azalmadığını biliyordu: İtalya’da ‘77 hareketinin acımasızca bastırılması ve ABD’de Jackson gibi Siyah devrimcilerin kaderi devlet şiddetinin ortadan kalkmadığını göstermişti.
Kuzeyde İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi tecrit etmek değil, bunun nasıl vahşi bir faşist şiddet ve karşı-isyan coğrafyasının parçası olduğunu görmek önemlidir. Deleuze, siyahları hapse atan veya öldüren yerel ABD faşizmi ile yurtdışında, Vietnam gibi yerlerdeki emperyalist ABD ordusu arasındaki bağlantı konusunda çok net olan George Jackson’dan büyük ölçüde ilham aldı. Bunlar aynı devletin ABD’deki beyaz insanların protestolarına ve belirli bir düzeyde özgürlüğe izin veren, ancak militan Afrikalı Amerikalıları ve asi Vietnamlıları öldüren iki ayrı yönüydü. Ve bu iki yönü birbirinden ayırmak mümkün değildi: yerel (beyaz) işçilere iş veren ve gettolarda devrimcileri öldüren aynı kapitalist devletti.
Fordist sınıf uzlaşısının ekonomik temelleri ortadan kalktığında ve finansal balonlar patlamaya başladığında faşizm Kuzey’de yeniden görünür hale geldi. 20. yüzyılın ikinci yarısında kısa bir süre için, savaş sonrası ekonomik büyüme sırasında faşist bölge en asi tebaaya tahsis edildi, ancak çoğu insan uygun gördüğü şekilde muhalefet edebilirdi. Bu artık geçerli değil. Faşizm, devrimci alternatif zeminini yok eden önleyici bir isyan karşıtı rejim olarak yeniden ortaya çıktı. İnsanların şair ve komünist Giorgio Cesarano’nun “istikrarlı hayvan toplumu” olarak adlandırdığı şeye, yani türümüzü yalnızca ücretli emek ve sermaye aracılığıyla çoğalabilen bir hayvana dönüştüren aygıtlara ve yaşam biçimlerine sırt çevirdiği gerçek bir değişimi önlemek için, faşizm, neoliberal küreselleşmeye karşı agresif milliyetçilik yoluyla parçalanmış bir kitle toplumunun sosyal güçlerini harekete geçiren sahte bir protesto olarak ortaya çıkıyor.
Sorunun kökenlerini irdelemek
Faşizm bugün belirli faşist partilerde tecrit edilmediğinden, günlük kültüre yayıldığından ve ulus devletin işleyişinin neredeyse zorunlu bir parçası haline geldiğinden, bu oluşuma karşı çıkmak için yapılacak herhangi bir girişim, anti-faşizmi anti-kapitalizm ve ulus devlet eleştirisi ile birleştirmelidir. Faşizmi eleştirmek, para ekonomisini ve mevcut devlet biçimini ortadan kaldırmak yönünde bir perspektifle otoriter ve ırkçı geç kapitalizme saldırmak anlamına gelir. Faşizme karşı kendimizi savunmamız elbette önemlidir, ancak sadece faşizmi mümkün kılan koşulları ele aldığımız durumda faşizmi alt edebiliriz.
Dolayısıyla antifaşizm, sorunun köklerini irdelemek anlamında radikal olmak zorundadır: gerçek antifaşizm, faşist partilere ve toplumun faşistleştirilmesine yönelik muhalefeti, mevcut düzenden, yani krizlerce yönlendirilen kapitalist toplumdan radikal bir kopuşu öngören bir projeye içkin kılmak anlamına gelir. Görevimiz, faşizmin ortaya çıktığı koşulları ortadan kaldırmaktır. 21. yüzyılda antifaşizm, sokaklarımızdaki faşistlere direnmekten daha fazlasıdır: madunları, kapitalist egemenliğin sözde kaçınılmazlığını reddetme konusunda birleştiren radikal bir anti-kapitalist proje tasavvur ve inşa etmekle ilgilidir.
(Bu yazı https://roarmag.org/essays/fighting-fascism-in-the-era-of-late-capitalism/ adresinden Pelin Tuştaş tarafından çevirilmiştir)
Yorumlar
Popüler Haberler

Rasim Ozan Kütahyalı: "Selahattin Demirtaş çıkar, beni içeri alacaklarsa ben bundan memnun olurum"

Samsun’da kadın cinayeti: Emine, boşanma aşamasında olduğu erkek tarafından sokak ortasında katledildi!

Rasim Ozan Kütahyalı hakkında resen soruşturma başlatıldı

İçişleri Bakanlığı'ndan da polislerin izinlerinin kaldırılmasına ilişkin açıklama

Ankara Valiliği'nden polislerin izinlerinin kaldırılmasına ilişkin açıklama

Dışişleri Bakanlığı'ndan Kıbrıs iddialarına ilişkin açıklama