Çarşamba, Nisan 24, 2024

Fragmanlar

Kuşkusuz, susan her türden çoğunluk, susuşuna uygun bir kılıf uyduracaktır. Carl Schmitt’in istisna halinden bahsederken öne sürdüğü olağanüstü bir zorunluluk, bir exremus necessitatis gibi.

FRAGMAN I

Bundan yaklaşık beş yıl önce, bir Şubat akşamı, Murat Sevinç fakültedeki küçük odasında ertesi gün yayınevine göndereceği ‘Türkiye’nin Anayasa İmtihanı’ adlı çalışmanın son okumasını yaptı, bilgisayarı kapattı, eşofmanını giydi. Eve yürüyecekti, haftada iki üç kez yaptığı bir şeydi, yaklaşık dokuz kilometre, iki saate giderdi, hem biraz kendine gelmiş olurdu. Ankara ayazında yürümek ayrıca çok güzel bir şeydi.

Ankara cadde ve sokak isimleri Osmanlı-Türk modernleşmesi-devrim tarihi dersi gibiydi. Cemal Gürsel’den Ziya Gökalp’e doğru yürümeye başladı. Oh mis gibi Kurtuluş Parkı, karşıya geçip Kurtuluş Parkı içinden devam etti. Kızılay’a yaklaşırken hafif bir yokuş vardı, eskiden bir iki eski pastane ve pizzacı vardı, sonrası Mithat Paşa caddesi, bir alt geçit, Kızılay’a varmadan sola saptı, çünkü Dost ve Mülkiyeliler’e açılan Yüksel Caddesi’ni seviyordu. Oradan devam edince Meşrutiyet’e varıyordu. Mithat Paşa’nın paraleli Meşrutiyet olacak tabii. Hâlâ deniz yok.

Yerler buz, söylemeye gerek yok. Olgunlar ile Konur’un kesiştiği yer miydi, tam hatırlamıyordu sokağın adını. Mülkiyeli Yalçın’ın Livorno’sunun önünden geçerken, cam kenarında fakülteden iki arkadaşını gördü. Mola olur fena mı? İçeri girip masalarına oturdu, bir kahve, on beş-yirmi dakika çene çaldılar, çıkıp devam etti. Tunalı’ya gidip, oradan Cinnah’ı tırmanırken Ayrancı’ya saparak Dikmen yolunu tutacaktı.

Akay’ın hemen başındayken Baskın (Oran) Hoca aradı, alanıyla ilgili bir şeyler üzerine birkaç dakika konuştular. Ankara’da görmeyi en sevdiği caddelerden Tunalı Hilmi’nin Esat tarafından aşağıya inen hafif yokuş, sonrası düzlük, fakat Şinasi Sahnesi’ne inen dört yol ağzından girip bir de tiyatronun önündeki ışıkları görmeliydi, her zaman huzur vermişti. Yeniden dönüp Tunalı’yı devam ederek Kuğulu Park’a vardı, bir kez daha telefon çaldı, Dinçer (Demirkent) arıyordu, saat 11’e gelirken.

Hayırdır, dedi, “Hocam duymadınız mı, hepimiz atılmışız, şimdi yayınlandı Resmî Gazete’de” diyerek yanıtladı. Eh bu toprakta yetişen herkesin, ‘kalmadı’ sözüne, ‘hiç mi kalmadı’ dediği olmuştur. O da kurala uyup ‘nasıl hepimiz, hepimiz mi?’ sorusunu yöneltti ve Dinçer’in bir kez daha aynı yanıtı vermesine neden oldu. Eylülden itibaren imzacı arkadaşları üçer beşer atılıyordu, beklemiyor değildi de herkesin aynı anda atılması şaşırtmıştı sanırsa. Dinçer’e, ‘canımız sağolsun, sıkma canını’ gibi bir şeyler geveledikten sonra telefonu kapattı.

Atılma haberini, Ankara’da en sevdiği yer olan Kuğulu Park’ın göbeğinde almak ne garip ve güzeldi. Hikâyenin başladığı yerde bitiyor oluşu. Tamam Ankara’da deniz yoktu ama Kuğulu’da gölet vardı. Uzun uzun baktı parka, oturup bir sigara yaktı, telefonun şarjını okulda bıraktığını hatırladı ve bankada ne kadar parası olduğunu düşündü. İlk akla gelenlerin banka hesabı ve şarj aleti olması garip görünebilirdi ama, zihin işte. (Bkz. Murat Sevinç, KHK’li bir öğretmenin içinden Ankara geçen kısa hikâyesi, Diken)

FRAGMAN II

Kaynağını ister Tanrı, isterse insandan alsın/aldığına inanılsın, yasa tarihsel ve toplumsal bir momentte bir maslahat yahut yarar gözetilerek ve adalet/hakkaniyet idesi ışığında yapılmıştır. Buna uymayan, hakkaniyet gözetilmeden yapılmış keyfî yasalar da olabilir elbette; örneğin sınıfsal, zümresel çıkarlar yasalaştırılabilir veya yasa egemen sınıfın veya siyasi iktidarın çaldığı minarenin kılıfı haline de getirilebilir. Öte yandan, meşru siyasal iktidarın veya yasa yapıcının amacı, bu yasaları, adalet ve hakkaniyet idesinin aydınlığında düzeltmek/düzenlemek olmalıdır ve “yasayı yargılayan üst yasa” adalet idesidir.+

‘Kesin Döneceksiniz’de Gökhan Yavuz Demir, KHK’nın K’sını anmaya lüzum dahi görmeden, bu türden sırt sıvazlayıcı bir umudu, sahiplerine iade ediyor.

Hukuk devleti olmanın toplumlara sağladığı yarar da yasanın kendisindeki ya da uygulanışındaki haksızlığın, demokratik tartışma ve eleştiri ile görünür kılınabilmesi ve değiştirilmesinin yollarının açılabilmesi imkanıdır. Toplumu bir arada tutan yapışkanlardan biri olan hukukun bombalanması hukuk devletinin ortadan kalkması ve ardında bırakılan moloz yığını da toplumun toplum olma niteliğinin parçalanması anlamına gelir. (Bkz. Cemal Bâli Akal, Hukuk Nedir?)

FRAGMAN III

KHK ile işi elinden alınan sosyolog/akademisyen Gökhan Yavuz Demir’in “Kesin Döneceksiniz” adlı kitabı geçtiğimiz ay yayımlandı. Demir, Anıl Mert Özsoy’la Gazete Duvar’da yaptığı söyleşide şunları söylüyordu:

“KHK’ların Türkiye’nin önemli meselelerinden biri olduğu tespitinize, hem de bir KHK’lı olduğum hâlde, maalesef katılamayacağım. Bana göre Türkiye’nin bir mesele olarak bile görmediği fiilî bir gerçek KHK’lar. KHK’lıların ve belki bir kısım demokratın dışında bence Türkiye’nin KHK diye bir meselesi yok. Bu sebeple de bütün bir ülke fırtınanın dinmesini, her şeyin geçmesini beklerken biz KHK’lıları işte bu “Kesin Döneceksiniz” ile teselli ediyor. Herkesin gözü önünde hayatlarımız mahvedildi. Göz göre göre bir zulme uğradık. Ve en muhalifinden en Müslümanına, en demokratından en adiline akademide, gazetelerde, televizyonlarda bir köşesi, pozisyonu olan çoğu insan “Merak etmeyin geçecek bunlar, kesin döneceksiniz,” diyerek sırtımızı sıvazlamaktan başka hiçbir şey yapmadılar. Ne yapabilirlerdi, çok başka bir soru. Ama ondan evvel konuşulması gereken, ne yapmadıklarıdır. Çünkü neredeyse kimse bir şey yapmadı.”

FRAGMAN IV

Nurdan Gürbilek, geçen yıl yayımlanan son kitabı İkinci Hayat’ın “Aile Sırları” başlıklı üçüncü bölümünde, Walter Benjamin’in Tarih Kavramı Üzerine’de açtığı yoldan ilerleyerek Alman şehirlerinin İkinci Dünya Savaşı sonunda yerle bir edilmesinin Alman edebiyatındaki yankılarını tartışan G.W. Sebald’ın Hava Savaşı ve Edebiyat adlı çalışmasına yer verir. Sebald’ın Gürbilek tarafından dikkat çekilen satırları, Demir’in “çok başka bir soru” diyerek yine de sorduğu “ne yapılabilirdi?”nin olası cevaplarından ilkini verir: Gözlerini dikmek ve bakışlarını kaçırmamak.

Hamburg bombalandıktan birkaç gün sonra kentteki moloz çölünün ortasında tek başına ayakta kalmış evinin camlarını silen bir kadın imgesinden bahseden Sebald’ın esas tartışmak istediği ise çarpıcı bu imge değildir. Sebald’ın dikkatleri çekmek istediği esas şey, bütün bir ulusun sessiz mutabakatı, oradaki “yüz kızartıcı eksiklik”tir. “Yıkım gerçeği ulusun bilincinin eşiğinden içeri girememiş, kusursuz çalışan bir bastırma mekanizması onu toplumun duygu repertuarının dışına atmıştır” Gürbilek’e göre. Sadece olayların tanıkları değil, çalışkanlıklarıyla ünlü Alman tarihçileri de konudan uzak durmayı tercih etmişlerdir. Herkes o moloz yığını haline gelmiş kentlere gözlerini dikmiş ve ama bakışlarını kaçırmıştır. Sebald şunu sorar: Bu sessiz mutabakatta neden bir gedik açmayı başaramadı yazarlar ve neden “yüz kızartıcı eksikliğin” parçası olmaktan kurtulamadı edebiyat. Demir’in sorusuyla benzer bir soru!

Sebald bu sorularla, aslında, susturulmuş azınlıkların tarihine değil, kendisinin de içinden geldiği suskun çoğunluğunkine bakıyordur; zira çoğunluğu çoğunluk yapan sadece birlikte konuştukları anlar değil, birlikte ve ısrarla sustukları anlardır ve Gürbilek de bu ısrarlı susuşa dikkat çeker. Demir’in, sırtını sıvazlayanlara zekice ve müstehzi bir cevap olarak tasarladığını düşündüğüm kitabının başlığı, birlikte ve ısrarla susarak çoğunluk olan çoğunluğa, eyleminin adını, adını anmadan söylemektedir!

FRAGMAN V

Kuşkusuz, susan her türden çoğunluk, susuşuna uygun bir kılıf uyduracaktır. Carl Schmitt’in istisna halinden bahsederken öne sürdüğü olağanüstü bir zorunluluk, bir exremus necessitatis gibi. Bu gibi bir halde, çaresiz kaldığı düşünülen hukuksal düzene karşı siyasi tavrının belirlediği askıya alınmış bir hukuk tanımı ortaya koyacaktır siyasal irade. Devlet otoritesinin özünü sergileyen bu istisna hali anlayışında, karar normdan sapacak ve otorite hukuk yaratabilmek için önceki hukuka artık bağlı olmadığını kanıtlayacaktır. Demir’in sorusunun olası ikinci bir cevabı da buradadır.

Bazıları ise yıkımdan, moloz yığınları arasından, mahvolmuş, yerle bir edilmeye çalışılmış hayatlar arasından yersiz bir umut çıkaracak ve “Kesin Döneceksiniz” diyecektir. Kesin Döneceksiniz sözü hakkında Demir’in tercih ettiği “sırt sıvazlama” bu bakımdan iyi bir tabir.

Sebald şunu sorar: Bu sessiz mutabakatta neden bir gedik açmayı başaramadı yazarlar ve neden “yüz kızartıcı eksikliğin” parçası olmaktan kurtulamadı edebiyat.

Gürbilek yıkımdan umut devşiren böylesi bir iyimserliği anlatırken, Alman kentlerinin bombalanmasının ardından “insanlar, yazarlar, düşünürler etrafı güvenlik şeridi ile çevrelenmiş o yıkım bölgesinin içine neden girmediler?” sorusunu sorar. (Bu suali, Demir’in “neden hiç kimse hiçbir şey yapmadı?” sorusuyla üst üste getirebiliriz). Sebald’ın yer verdiği bir anlatıda, şehri yutan alev fırtınaları, kömürleşmiş bedenler, yıkıntılar arasında ilkel bir kabile gibi yaşamak zorunda kalan kentlileri görmek yerine yıkımla ilgili basmakalıp sözlere sığınmıştır yazarlar. Gerçeği anlatmayı deneyen yazarlar ise “ölümcül bir soğukluk yaydığı için dinleyenler tarafından dövülerek öldürülmüştür.

Sebald ise şöyle diyecektir: “Yazarlar okurlarını ölümcül bir soğuklukla kızdırmaktan korktukları için, öyle yaptıklarında onları bekleyen kötü kaderden kaçabilmek için, bulanık genellemelere sığındılar. Faşizm yıllarında yerle bir olan imgelerini onarma telaşına düştükleri için gerçeğe bakmak yerine yıkımdan umut çıkardılar.”

‘Kesin Döneceksiniz’de Gökhan Yavuz Demir, KHK’nın K’sını anmaya lüzum dahi görmeden, bu türden sırt sıvazlayıcı bir umudu, sahiplerine iade ediyor.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI