Filiz Kerestecioğlu neden ‘hayır’ dediğini anlattı

Söyleşi: Aylin Kaplan

“Hayır’ı Anlatıyoruz” dosyası kapsamında HDP İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ile konuştuk.

Kürtlerin referandumda sandığa gitmeyeceği ya da ‘evet’ diyeceği söylemlerine karşı “Evet demeyeceğine çok eminiz” diyen Kerestecioğlu HDP’ye yönelik yaratılmaya çalışılan bu algıya karşı da şöyle yanıt veriyor: “Meyve veren ağaç taşlanır derler. Gerçekten bu meyve veren bir ağaç ve bu ağaç sadece kendine meyve vermiyor. Bu ağaç tüm Türkiye’ye meyve vermek istiyor. Gelin hep beraber tüm Türkiye’ye meyve verelim. Yapmak istediğimiz budur aslında.”

Kerestecioğlu, referandum sürecine parti eş başkanları, pek çok milletvekilleri, parti üyelerinin tutuklu olarak giren HDP’nin tüm baskılara rağmen en güçlü şekilde “hayır” kampanyasını yürüttüğünü söylüyor ve ekliyor “Kürt halkının çok azimli, çok mücadeleci ve kendi değerlerine, iradesine sahip çıkan bir halk olduğunu düşünüyorum.”

HDP referandum sürecine eş genel başkanları ve milletvekillerinin tutuklanmasına varan bir baskı ile girdi. Tüm bu baskılar ele alındığında AKP, HDP’nin kendi kitlesini “hayır” a seferber edebilmesini engelleyebildi mi?

Hayır. Aslında iktidarın bu kadar baskıyı elinde tutulduğu düşünülürse -ki zaten iki yıldır yaşanan bir süreç- bu kadar zulümden sonra herkes başka bir tepki de bekleyebilirdi bölge halkından; siyasetten tamamen umudunu kesmesi gibi. AKP’nin yaşattığı zulme duyduğu tepkiden dolayı belki genel olarak siyasetten umudunu kesme düşüncesiyle hiç alanlara çıkmaması, hiçbir şey yapmaması da beklenebilirdi bu halktan. Ama şu anda Kürt halkı mükemmel bir şekilde sokaklarda.

Özellikle 7 Haziran 1 Kasım sonrasında yaşananlar, umutsuzluk ve sandıktan da beklenti kalmaması sonucuna yol açabilirdi…

Evet, hakikaten artık kendileri için bir şey ifade etmemesi gibi anlamlar yükleyebilirlerdi siyasete. Kendi partilerini tamamen dışlamak anlamında değil ama gerçekten kendi partilerine de kırgın olabilirlerdi… Dediğim gibi konunun özü, siyasetten ve siyasi partilerden ümidi kesmiş olabilirlerdi. Ama biz şu anda her mitinge baktığımızda, her “hayır” çalışmasına baktığımızda yine binlerce insanın sokağa çıktığını görüyoruz. Ki ben buna bizzat 7 Haziran’dan sonra da şahit olmuştum. 1 Kasım seçimleri öncesinde de; bu zulmün çok yoğunlaştığı bir dönemde Lice’de, Cizre’de, Nusaybin’de, İdil’de binlerce insan sokak aralarından çıkıp geliyordu mitinglere. Biz o zaman Selahattin başkanla beraber bir heyet olarak miting için dolaşmıştık, olağanüstü bir şeydi. Kürt halkının çok azimli, çok mücadeleci ve kendi değerlerine, iradesine sahip çıkan bir halk olduğunu düşünüyorum.

“HDP kitlesi ‘evet’ diyecek, Kürtler sandığa gitmeyecek” gibi bir algı yaratılmaya çalışıldı uzun süre. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Kürtler ve HDP 16 Nisan’da ne yapacak?

“Evet” demeyeceğine çok eminiz. “Evet” demeyeceğini kendisi de anketler de gösteriyor. Neyi yaratmaya çalışıyorlar, neden bizimle uğraşıyorlar ve neden bunu yapmaya çalışıyorlar anlaşılır gibi değil demeyeceğim, anlaşılır aslında. İktidarınki şöyle anlaşılır; Türkiye’de demokratik sistemin, demokrasi anlayışının büyümesi, halkların bir arada yaşama iradesinin güçlenmesi, kadınların güçlenmesi, gençlerin güçlenmesi, doğayla ilgili yaptıkları tahribatların engellenmesi gerçekten etkili bir muhalefete bağlı. Bu etkili muhalefeti 7 Haziran’da insanlar HDP’ye elini vererek, sen yap bunu diyerek gösterdi. Ve o andan itibaren biz sürekli tırpanlanmaya çalışıldık. O andan itibaren sürekli bizim üzerimize geldiler, bizi biçmeye çalıştılar. Ama her seferinde de başarısız oldular.

Şimdi bugün de yaratılmaya çalışılan şey bu. İktidar, seni kriminalize ederek “hayır”ını kötü göstermeye çalışıyor. Muhalefetteki bazı partiler de tuhaf bir şekilde kendi kampanyalarıyla uğraşmak yerine, etkili muhalefet yapamadıkları için olsa gerek, yine HDP ile uğraşıyorlar. Ve orada da kendi “hayır”ları ile bizim “hayır”ımızı ayırmaya çalışıyorlar. Bizim bundan gocunduğumuz bir şey yok aslında. Biz zaten diyoruz ki herkesin “hayır”ı kendine. Bu önemli bir şey, çünkü kimseyi ötekileştirmeden, sen neden böyle diyorsun benim “hayır”ım seninkinden daha güzel gibi tartışmalara girmeden Türkiye’nin geleceği için bir şey inşa etmeye çalışıyoruz. Ki referandumdan sonra bile son olmayacak. “Hayır” çıktığı gün her şey bitti, tamam gibi bir durum söz konusu olmayacak. Demokratik geleceğin inşaası yine hep birlikte, hayır meclisleriyle, bir arada durma iradesi ile olabilecek bir şey.

Sorunuza dönecek olursak, evet bu konuda ciddi bir algı yaratılmak isteniyor. Meyve veren ağaç taşlanır derler. Gerçekten bu meyve veren bir ağaç ve bu ağaç sadece kendine meyve vermiyor. Bu ağaç tüm Türkiye’ye meyve vermek istiyor. Gelin hep beraber tüm Türkiye’ye meyve verelim. Yapmak istediğimiz budur aslında.

7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde, her ne kadar 1 Kasım seçimlerinde bir oy kayması olsa da, HDP için başarı söz konusu. Peki önümüzdeki referanduma dair nasıl bir beklentiniz var? HDP kitlesinden herhangi bir oy kayması bekliyor musunuz?

Normal şartlarda “hayır”ın çok büyük çıkacağını düşünüyorum. Ama bugün hiçbir şekilde eşit ve adil koşullarda propaganda özgürlüğü ile hareket edemiyoruz. Özellikle Kürtler açısından tersine algı yaratmaya çalışanların, bununla uğraşacaklarına daha çok “hayır” çıkması için çalışması lazım. Çünkü o bölgede çok ciddi baskılar yaşandı ve insanlar bugün eğer kırgınsa, siyasete yeterince güvenmeme duygusu taşıyorsa, az da olsa böyle bir kesim varsa bu kesimin desteğini arttırmak için çok daha fazla çalışması lazım batıdakilerin. Ama başta dediğim gibi bizim gittiğimiz mitinglerdeki kitleler hiç bunu göstermiyor, anketler de bunu göstermiyor. Ama şöyle şeyler de var tabii; mesela kalekollar kurulan köylere ya da korucu köylerine sandıkları taşımaya çalıştılar, buna itirazlar oldu.

Biz çok ciddi bir şekilde hakim olmaya gayret ediyoruz ve oldukça da hakimiz. Ciddi bir seçim deneyimimiz var. Bu sadece HDP ile başlayan bir şey de değil. Daha önceki partilerden de gelen bir deneyim. O nedenle bu konuda elden gelen her şeyin yapılacağını, ama tabii ki birçok seçim hilesine de başvurabileceklerini düşünüyorum.

Referanduma sayılı günler kala gündemi meşgul eden en önemli konulardan birisi sandık güvenliği, özellikle Kürt illerinde. Sandık başkanlarını görevden alma, sandık yerlerinin değişmesi gibi haberleri de çokça duyuyoruz. Referandum günü sandıkların güvenliği için nasıl bir hazırlığınız var?

Sandık güvenliğini sağlayabilmek için, 49 bin 267 binada gerçekleşecek olan referandumda HDP olarak 64 bin sandık kurulu üyesi ve yaklaşık olarak 6 bin başkan görevlendirdik. Bunların yanısıra sandık kurulu üyesi olmayan sandıklara da okul sorumlusu ve müşahit görevlendirmelerimiz olacak. Şu anda bu çalışmayı yürütmekteyiz. Seçim gününe kadar yaklaşık 100 bin görevliyi mobilize edecek durumdayız. Bunun yanı sıra ilçe seçim kurulu temsilcilerimiz, itiraza yetkili kişiler ve gezici ekiplerimizle birlikte kendi sandık güvenliğimizi sağlayarak, tek bir oyumuzun zayi olmasına izin vermeyeceğiz.

Biz ilk defa bu seçimde sandık başkanlığı için yoğun bir şekilde başvuruda bulunduk. Diğer partiler sanıyorum bu kadar yoğun başvuru yapmadı. O yüzden de bizim sandık başkanlarımızı görevden alarak etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Hem propaganda özgürlüğü tanımamak, hem de başta biz olmak üzere başka partileri diskalifiye etmeye çalışmak istediklerine baktığımızda görüyoruz ki gerçekten hile yapmak istiyorlar.

Buna ihtiyaç duymaları “evet”in istenen düzeyde olmadığının mı göstergesi?

Tabii ki. Cumhurbaşkanı’nın şu lafı da onu ifade etmiyor mu: “Hazır mısınız ibreyi ‘evet’e çevirmeye?” İbre “hayır”da! İki seçenek sunduysan, demokratik bir ülkede her ikisinin de propaganda özgürlüğünün olması gerekir. Ama “hayır”cılar, sadece HDP değil bütün muhalifler ciddi saldırı ve baskılarla karşı karşıya. OHAL koşullarında referanduma gitmemiz, bizim açımızdan baktığımızda 13 vekilimizn tutuklu olması hatta bunlardan birinin Anayasa Komisyonu üyesi olması (Meral Danış Beştaş arkadaşımızın), binlerce üyemizin tutuklu olması, her gün yeni bir operasyonla uyanıyor olmak, birçok gazetecinin tutuklu olması tüm bunlar toplumu tamamıyla kontrol altına almak için. Her yere koca koca “evet” pankartları asılıyor, başka partilerin binasına bile. Bu aslında dediğiniz gibi korkunun göstergesi, “hayır” korkusunu gösteriyor.

7 Haziran’dan sonra 1 Kasım’a giden süreçte ortaya konan hendek eylemlerine ilişkin ciddi eleştiriler var. En azından böyle düşünen ciddi bir topluluk var. Olayların sıcaklığı geçtikten sonra HDP bu konuda nasıl bir değerlendirme yaptı?

Bugün Türkiye’de şu mu düşünülüyor: “İktidar doğru söylüyor. Gerçekten iktidar aslında insanlara algı yönetimi yapmıyor. Dolayısıyla da iyi politikalar yürütüyor.” Şimdi eğer vardığımız sonuç buysa siz o dönemde de aynı şekilde söylenen her şeyin doğru olduğunu düşünebilirsiniz, buna verecek cevap yok. Bugün özellikle batıdan bakıp batıda olan her şey açısından iktidarın yalan söylediğini ve algı operasyonu yaptığını düşünüp, ki bunları da ancak batılı isimler üzerinden yapar ve özgürlükleri sadece onlar üzerinden tariflerseniz orada olanların hiçbir şekilde gerçekliğini açıklayamazsınız.

Şimdi ben şunu söylemiyorum; orada hiçbir hata yapılmamıştır, hatalı hiçbir davranış olmamıştır. Bizim partimizin de belki daha etkin olabileceği ya da bu savaşın yeniden başlamaması, tekrar çözüm sürecine dönülmesi için yapabilceği şeyler vardır. Ama ciddi bir baskı ve algı operasyonu yürüten güçle karşı karşıyayız ve bu hep HDP üzerine oynadı. Herkes de HDP üzerine oynamanın topunu aldı ve aynı şekilde kendi elinde de o topu çevirmeye başladı.

Hendek olmayan onlarca yerde belediye eş başkanları görevden alındı, belediyelere kayyum atandı. Sonrasında olanlara baktığımız zaman bugün Sur’da inşaat yapmaya kalkıyorlar, Tahir Elçi orada öldürüldü! Tüm bunların hepsi birbirinden kopuk ve bağlantısız şeyler değil, ben öyle düşünüyorum. “Biz buralarda operasyon istemiyoruz, biz buralarda şiddetin hiçbir türlüsünü istemiyoruz” diyen bizim için çok değerli bir insan, arkadaşımız orada Dört Ayaklı Minare’nin önünde öldürüldü! Ne bu politikadan ne orada şimdi yapılmak istenen binalardan, TOKİ’lerden bağımsız düşünemiyorum. En başından itibaren bugüne kadar gelen bir çökertme politikasıydı. Parti olarak bize ve bölgede Kürt halkına, onun özgürlük mücadelesine bu yapılmaya çalışıldı. Bu Suriye’de yaşananlardan da bağımsız bir şey değil.

AKP açısından 7 Haziran yenilgisinden de…

Tabii tabii… Çünkü ondan ötesine ilerleyemediler, bizim sayemizde ilerleyemediler. Bugün getirdikleri referandum teklifine gelene kadar kaç kere takla atmaları gerekti, hala da atmak zorundalar. Hala yenilgiye uğratamadılar. Ama bu bir savaş değil! Ülkenin anlaması gereken bu. Değişim korkulacak bir şey değildir. Bu ülkede kaç kere değişimler oldu. Gerçekten bu kadar zalimce olanı olmadı. Ben 12 Eylül’ü de gördüm. Yapılan uygulamalar, muameleler anlamında söylemiyorum ama iktidarı bu kadar bırakmamak isteyen, bunu tüm Türkiye’yi birbirine düşmanlaştıracak şekilde bir siyaset malzemesi yapanı görülmemiştir. Siyasi liderlerin aynı masa etrafında toplanıp onlarca tartışma yaptığını da gördük eskiden.

Hem HDP milletvekili hem de bir kadın olarak siz neden “hayır” diyorsunuz?

Benim zihnim gerçekten bunu kabul etmiyor; hiç Türkiye’nin gündemi değilken önümüze böyle bir teklifin atılmasını. Öncelikle baştan ciddi bir şekilde reddettiğimi söylemek istiyorum. Ama tamam zorla, şeffaf ve adil olmayan koşullarda, vekillerimiz tutukluyken Anayasa Komisyonu’ndan da, Meclis’ten de geçti ve önümüze geldi. Şimdi bu teklifin içerisine baktığımız zaman gençlere 18 yaşında seçilme hakkı dışında ülkeye hitap eden ve onun herhangi bir sorununa değen öneri yok. 18 yaş da bir sorun değil aslında çünkü reel siyaset anlamında baktığımızda genç işsizliğini gidermeniz lazım, gençlerin özgür, demokratik, laik eğitim düzenini düzgün bir şekilde kurmanız lazım, akademisyenleri işten çıkarmamanız lazım, nitelikli bir eğitim sağlamanız lazım, iş cinayetlerinde ölmemelerini sağlamanız lazım… Yani aslında yapılması gereken bunlarken siz 18 yaş seçilme hakkını gündeme getiriyorsunuz. Sanki bütün gençler de bunu bekliyordu! Bu işin trajikomik tarafı.

Bunun dışında bu teklifte insanlara hitap edecek, onların sorunlarına değecek hiçbir şey yok. Bu teklif tamamen tekçi ve erkek egemen bir zihniyeti geçirmenin referandumu. Yargıyı daha fazla denetimi altına almanın, kendinin yolsuzluklardan ya da işlediği savaş suçlarından yargılanmamasını garanti altına almanın referandumu bu. Dolayısıyla savaşa karşı olan, tekçiliğe karşı olan, erkek egemenliğine karşı olan ve aslında on binlerle hakları için mücadele etmiş köklü bir hak mücadelesi tarihine sahip olan kadın hareketi hiçbir şekilde bu teklife “evet” demeyecektir. “Benim bedenim benim kararım” diyen bir hareket, “Emeğim, kimliğim benim” diyen bir hareket bu referanduma “hayır” diyecektir. Bunları söylemeyen ama sürekli evdeki tekçilikle mücadele eden; koca, baba, ağabey şiddetine maruz kalan bir kadın tekçiliğin ne olduğunu çok iyi bildiği için “evet” demeyecektir.

Bizim, önümüzde olan şu kısacık süre içerisinde hakikaten kararsız olanları ya da ellerindeki yardımların, “sosyal desteklerin” “hayır” çıkarsa gideceğini düşünen insanları daha fazla ikna etmek için uğraşmamız lazım. Bunların bir hak olduğunu ve asla ellerinden gitmeyeceğini, bu iktidar olmasa da bu haklara sahip olduklarını, ortadan kalkmayacağını anlatmamız lazım. Çünkü reel politika böyle bir şey, sadece teori ve sloganlarla yaşayan bir şey değil. İnsanlar yoksullukla sınanıyor. İnsanlar ekonomik krizle sınanıyor. Bu gerçeklikle de karşı karşıyalar. O nedenle bu söylemlerimizin de daha güçlü olması gerektiğini düşünüyorum bütün “hayır” cephesi açısından.