Fikret Başkaya ile “Türkiye’nin Krizi” üzerine

Özgür Üniversite Kurucusu ve Başkanı Fikret Başkaya ile Politikyol Dosya kapsamında “Türkiye’nin Krizi”ni konuştuk. Başkaya, 15 Temmuz sonrası yaşananları ve ülkenin “kriz” halini değerlendirdi. 

-Türkiye siyaseti Türkiye’nin tarihsel problemlerine çözüm üretemiyor ve bu noktada çok ciddi krizler ortaya çıkıyor. Bu bağlamda bugün Türkiye’de bir siyasal kriz olduğunu düşünüyor musunuz ve yaşadığımız süreci nasıl tanımıyorsunuz?

Türkiye’deki durumu “kriz” kavramıyla ifade etmek artık mümkün değil. Zira kriz, “normal durumdan” bir sapmayı ifade eder ama aynı zamanda “normale dönüşü” de ima eder. Türkiye’nin şu anki durumunu ifade eden kelime “çöküntü” olabilir. Zira, tüm kurumlar çökertilmiş, değer ölçüsü, nirengi noktası ve ahlak yok edilmiş durumda. Bu toplumun üzerinde durduğu zeminin çöktüğü anlamına gelir. Dolayısıyla, neden söz ettiğini bilmek önemlidir. İyi de neden böyle oldu, bu yıkım tablosunun gerisinde ne var… Bu durum her halde kendiliğinden, “tesadüfen” ortaya çıkmadığını göre… Bu yıkım tablosunun gerisinde iki tercih var: Bunlardan birincisi, 24 Ocak 1980’den beri uygulanan neoliberal ekonomik ve sosyal politikalar. Türkiye gibi bir ülkenin neoliberal gericiliğe teslim olması, o yönde bir tercih yapması demek, yeniden kompradorlaşma tercihi yapmak demektir; ikincisi, 1960’lı yıllardan beri dinci gericiliğin önünün açılması, desteklenmesi, beslenip-büyütülmesi … İşte bu günkü tablo bu iki tercihin enterseksiyonunda (kesişme noktasında) oluştu ve bu günlere gelindi. Ve bu iki tercihin arkasında da, bu ülkenin mülk sahibi sınıfları. Onların devleti bir de emperyalizm vardı.

-Bugün AKP’nin TBMM de dahil olmak üzere ülkenin bütün kurumlarını işlevsizleştirdiğini açıkça görüyoruz. Bu AKP’nin bir oyun kurgusu mu yoksa onu da aşan bir siyasal kriz hali midir?

Sanıyorum bu sorunun cevabı kısmen yukarda verildi. Eğer bu durum TC’nin müllk sahibi sınıflarının, onların devletinin ve emperyalizmin ortak yapımıysa, bunun yegane sorumlusunun AKP olduğunu söylemek doğru olmaz. AKP’nin yaptığı şey, geride kalan 14-15 yılda o süreci hızlandırması, derinleştirmesidir ama AKP’nin bütün bu süreçte önemli, ayrıksı bir işlevi daha vardı. Zira, AKP, rejimi değiştirmek istiyor. Suudi Arabistan benzeri bir İslamcı rejim kurmak istiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nu, hilafeti ihya etmek gibi hezeyanlar içindeler. Lâkin tarihte geriye dönüş diye bir şey mümkün değildir. Bu tam bir saçmalıktır. Tabii AKP bu yaptıklarını tek başına yapmadı. Nitekim AKP’nin iktidara taşınmasının arkasında emperyalizm, esas itibariyle de ABD vardı. ABD ve bir bütün olarak NATO’cu cephe, Müslüman dünyada aşınan, artık işe yaramayan otokrasileri, ne demekse, “Ilımlı İslamcı rejimlerle” ikâme etmek istiyordu ve Türkiye bir “Ilımlı İslam modeli” olarak diğerlerine örnek olacaktı… Emperyalizm bakımından AKP’nin iktidara taşınması o ihtiyaca cevap vermek içindi… Fakat hesap yanlış yapılmıştı. Zira, Politik İslamın, “ılımlısı” ile “radikali” arasında bir fark ve bunların tamamının da alternatif bir toplum projesi yok… Dolayısıyla yönetebilme yeteneği yok…

-15 Temmuz ve onu hazırlayan süreci bir ‘iktidar krizi’ olarak okumak mümkün müdür? 15 Temmuz sonrasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir iktidar krizinden de öte bir rejim krizi söz konusu… 15 Temmuzdan sonra yapılanlar, eğer darbe girişimi başarılı olsaydı ne yapacaktıysa, az-çok onun bir benzeri… Devlet aygıtının tüm kurumları çökertiliyor, İslamcı bir rejimin alt-yapısı oluşturulmak isteniyor. Zaten “paralel” ne demek? Aynı istikâmette yol alan ama aralarında bir mesafe olan iki çizgiye parelel denir. Başka türlü söylersek AKP 15 Temmuz’dan bu yana “parelelinin” bir benzerini yapıyor… Parelelliğin hakkını veriyor! Tabii arada üslup farkı olacaktır. Aslında birbirlerine rakip olan bu iki dinci hareket (AKP ve Gülenciler) aynı doğrultuda yol aldılar ve yakın zamana kadar da birlikte hareket ettiler… Amaç Politik İslam’ı iktidar yapmaktı. Türkiye’deki tüm dinci gruplar, işte tarikatler, cemaatler, Politik İslamcılar densin, 1923 sonrasını bir sapma olarak görüyorlar ve parantezi kapatmak istiyorlar.

Tabii asıl düşman oldukları şey, evrensel değerlerdir… Onun için hepsi de yeminli laiklik, sekülerlik, demokrasi ve sosyalizm, komünizm, sosyal eşitlik ve özgürlük düşmanıdırlar. Yurttaş istemiyorlar, zira gerçek yurttaş onların hükmedemeyeceği biridir… Teba, kul istiyorlar ki, ilelebet hükmetsinler, iktidar olsunlar, iktidarda kalsınlar… Tayyip Erdoğan’ın bunca ısrarının gerisinde ne var sanılıyor? Aslında yaptıkları, yapmak istedikleri beyhude şeyler. Zira tarihte geriye dönüş mümkün değildir. Bütün bunlar olmayan duaya amin demektir. Tabii bu, bu topluma büyük hasarlar vermeyecekleri, büyük bedeller ödetmeyecekleri anlamına da gelmez… Şahsen her şeye rağmen bu toplumun aydınlıktan yana olan kesimlerinin bu kepazeliğe razı olacağını, onu kabulleneceğini sanmıyorum. Bu ülkede öyle bir şeye izin vermeyecek bir potansiyel var çünkü… Onun henüz harekete geçmemiş olması hiç bir zaman harekete geçmeyeceği anlamına gelmez…

– Yaşanılan krizin en temel sorunlarından biri Kürt ve Alevi sorunu ile Siyasal İslam meselesidir. Bu sorunlara nasıl yaklaşıyorsunuz?

Siyasal İslam’ı diğerlerinden ayırmak gerekir. Siyasal İslam, Türkiyenin mülk sahibi sınıfları, devlet ve emperyalizm tarafından peydahlanmış bir şey. Oysa, Kürt ve Alevi sorunu öyle yapay bir şey değil. Bir kere Kürt sorunu yüz yıllık bir sorun ve bu rejim onu çözmemeye yeminli… Aslında bu rejimin sorun çözme yeteneği yok. Alevi sorunuysa, ezelî bir sorun. Hep var olan bir sorun. Bunların her ikisi de demokratik bir toplumda, demokratik-eşitlikçi bir rejimde olmaması gereken sorunlar. Bu rejim kendini hep Kürt, Alevi ve sol düşmanlığı üzerinde var etti ve o alanda hiç bir esneme âlameti de kabiliyeti de yok maalesef… Türkiye’de rejim hiç bir zaman gerektiği gibi tartışılmadı. Oysa, bu dünyayı değiştirmek gibi bir niyeti, öyle iddiası olanaların ilk yapması gereken, “ne ile cebeleştiğini” bilmektir… Dolayısıyla resmi ideoloji ve resmi tarihi gerektiği sorun etmek gerekiyordu. Lâkin önemli bir şey daha var: Eğer bu sorunları çözmek, bu durumdan çıkmak gibi bir hedefiniz varsa, kültüralizm saplantısı dahilinde bu mümkün değildir. Doğrudan rejimi hedef almanız gerekir. Zira orada sınıfsal bir sorun var… Ve tabii radikal olmak gerekir…

– Siyasal islamın sözünün bittiğini, paradigmasının çöktüğünü düşünüyor musunuz ve bunu AKP bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz? Resmi tarih ve resmi ideolojiyle cepheden bir hesaplaşma olmadan, şeylerin seyrini değiştirebilir misiniz?

Siyasal İslamın bir toplum projesi yok, dolayısıyla sorun çözme yeteneği yok. Bu gün itibariyle Siyasal İslamcı paradigmanın iflas ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, Mısır’da, Tunus’ta, Türkiye’de ve başka yerlerdeki Siyasal İslamcı iktidarların hiç bir sorun çözme yetenekleri olmadığı görüldü. Bunu emperyalist kamp da anladı tabii. Hesapları boşa çıktı. Başka türlü olamazdı zira bu günün sorunlarını düne ait yöntem ve araçlarla çözemeniz mümkün değildir… 14 yüzyıl geride çözüm aramak eşyanın tabiatina aykırıdır, abesle iştigal etmektir… 40 yaşındaki adama 8 yaşındaki çocuğun ceketini giydirebilir misiniz? Doğrusu ben 30 yıldır resmi tarih ve resmi ideolojiyle cepheden bir hesaplaşma olmadan bir arpa boyu yol alınamayacağını söylemeye devam ediyorum. Zira resmi ideoloji bizim önünümüz görmemizi, yolumuzu bulmamızı engelliyor…

-Türkiye’de sol, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal krizden çıkması için nasıl bir mücadele perspektifi çizmelidir?

Türkiye’de sol hareketin her şeyden önce ideolojik bir netleşmeyi başarması gerekiyor. Solun misyonu Türkiye’yi bu krizden çıkarmak olamaz, olmamalıdır, yeni bir şey başarması gerekiyor. Amaç, krizden çıkmak değil, krizi yaratan bu kapitalist sistemden, bu komprador rejimden çıkmak olmalıdır. Kaldı ki, bu gün insanlığın içinde bulunduğu durumu bildik “kriz’ kavramıyla ifade etmek mümkün değil… Bir uygarlık krizi söz konusu ki, bu bir sürdürülemezlik durumunun ortaya çıktığı anlamına geliyor… Artık kapitalizmin insanlığa teklif edebileceği bir şey yok. Her seferinde çözdüğünden daha çok sorun yaratmadan yol alamıyor… Nerdeyse tüm işaret lambaları kırmızıda veya kırmızıya dönmekte… Artık tam bir yıkım, yok etme ve yok olma durumuyla karşı karşıyayız… Onun için daha geç olmadan bu gidişattan öncelikle zarar gören “büyük insanlığın’ aklını başına alması ve sürece müdahale etmesi gerekiyor… Zira sosyal kötülüklere ekolojik yıkım eşlik ediyor ve bu ikisinin diyalektiği insanlığın ve uygarlığın geleceğini tehlikeye atıyor…