Perşembe, Nisan 25, 2024

Faiz oranı neden artırılmalı?

Faiz artışının yatırımları bir süre azaltacağı ve ekonomiyi durgunlaştıracağı bir gerçek. Ancak iktisatçı yüksek enflasyonun ekonomiye verdiği zararın, geçici olarak uygulanacak yüksek faizin ekonomiye vereceği zarardan daha yüksek olduğunu bilir.

90’lı yıllarda ortalama %70 civarında olan enflasyon oranı 2000’li yılların başında izlenen politikalar ile düşüşe geçti, ancak son dönemlerde Türkiye’nin yine en önemli iktisadi problemlerinden biri haline geldi. Hükümet yanlısı siyasetçiler, “faiz sebep enflasyon sonuçtur” sözünü takiben faiz oranlarının düşürülmesi gerektiğini savunuyorlar. Muhalefet yanlısı siyasetçiler ise yüksek faiz yanlısı olarak görünmemek için faizlerin artırılması gerektiğine dair herhangi bir ifade kullanmaktan imtina ediyor. Böyle bir ortamda faizin artırılması gerektiğini savunmak, yüksek faiz savunucusu ve hatta halk düşmanı olarak yaftalanma tehlikesi ile karşı karşıya kalan ama bu olasılığa rağmen bilimden yana tavır koyan “bağımsız iktisatçılara” kalıyor.[1] Peki bu iktisatçılar faiz oranlarının artırılmasını neden istiyor? Cevabı anlayabilmek için iktisat teorisinin açıklamalarına odaklanmak gerekiyor.

FİYAT ARTIŞININ ANA NEDENLERİ

Bir firma ürününün satış fiyatını üretim maliyetinin üzerine belli bir kâr oranı ekleyerek belirler. O halde fiyatı iki şey artırır: Maliyetler ve/veya kâr oranındaki artış. Kâr oranını bir an için sabit kabul edelim ve maliyetlere odaklanalım. Hammaddeye ödenen para, işçiye ödenen ücret, devlete ödenen vergi, banka kredisine ödenen faiz, nakliye ücreti, dükkân kirası gibi giderlerin hepsi gider kelemleridir. Bu gider kalemlerinden biri bile artsa maliyet artar. Peki bu gider kalemlerin fiyatları, yani üretici fiyatları neden artar? Aynı nedenle: Bu firmaların üretim giderleri arttığı için. Peki bu firmaların giderleri neden artıyor? Çünkü onların da tedarikçilerinin maliyetleri arttığı için. Bu mantığı kullanarak maliyet artışının özüne ulaştığımızda üç ana faktör görürüz: Yurtdışı fiyat artış şokları (emtia ve enerji fiyatlarındaki artışlar), yurtiçi fiyat artış şokları (verimlilik dışı ücret ve vergi artışları) ve döviz kuru artışı. Yurtdışı fiyat artışlarını engelleyebilme kabiliyetimiz olmadığından bunların Türkiye’deki enflasyon üzerinde bir etkisi mevcut. Hakan Kara’nın, Nisan 2022 tarihindeki %70’lik enflasyonun 20 puanının dış fiyat artışlarından, 50 puanın ise yurtiçi fiyat artış şoklarından ve kur artışından kaynaklandığını tespit ettiği görsele göz atmak iyi olabilir.[2] Dolayısıyla Türkiye’deki enflasyona maliyet açısından en büyük katkı yurtiçi gelişmelerden geliyor. Bunlar arasında en önemlileri döviz kuru artışları ve ortalama ücret düzeyini etkileyen asgari ücret artışlarıdır.

2016’da asgari ücrete enflasyon oranının üzerinde yapılan %30’luk zam, firmaların ücret maliyetlerini artırdı. Ücretler fiyatları, fiyatlar ücretleri artırdı. Yani hükümetin ücret politikası, maliyetler ve enflasyon üzerinde etkili oldu.

Ekonomi teorisine göre ücretler verimlilik tarafından belirlenir. Verimliliğin üzerindeki ücret artışları maliyetleri artırır. Asgari ücretin hükümet tarafından yapay bir şekilde verimliliğin üzerinde belirlenmesi, ortalama ücretlerin de yukarı doğru yükselmesine neden olur. 2016 yılında asgari ücrete enflasyon oranının üzerinde yapılan %30’luk zam, firmaların ücret maliyetlerini artırdı. Sonrasında, gerçekleşen enflasyon kadar yapılan ücret artışları bu ilk artışın etkisini sonraki yıllara taşıdı. Ücretler fiyatları, fiyatlar ücretleri artırdı ve ücret-fiyat sarmalı ortaya çıktı. Yani hükümetin ücret politikası, maliyetler ve enflasyon üzerinde etkili oldu.

DÖVİZ KURU NEDEN ARTIYOR?

Peki kur neden artıyor? Küresel güçler sebebiyle mi, yoksa hükümetin politikası sonucu mu? Kurun artması, döviz talebinin arzından fazla olduğu anlamına geliyor. Dövizi kim, neden talep ediyor? Yerli üretimin ithalat ile ilişkisi oldukça sıkı. Bazı firmalar hammadde ve ara malı ithal edebilmek için piyasadan döviz satın alıyor. Ancak son yıllardaki döviz talebindeki hızlı artışın ana açıklayıcısı bu değil, çünkü ithalattaki artış kurdaki hızlı artışı açıklayacak kadar yüksek değil. Döviz talebindeki hızlı artışın arkasında başka şeyler olmalı. Devletin çeşitli kurumları da enerji ithalatı gibi nedenlerle döviz talep ediyor. Enerji fiyatlarında küresel düzeyde yaşanan artışlar önemli olsa da bu artış da Türkiye’deki hızlı döviz talebi artışını açıklamaya yetmiyor; çünkü enerji fiyat artışları yakın zamana ait.

DÖVİZİ BİREYLER Mİ TALEP EDİYOR?

Bireylerin döviz talebi döviz hesaplarından izlenebilir. Bireyler dövizi lira ile talep ettiğinden döviz ile lira arasındaki tercihin izlenmesi önemli. Döviz tevdiat hesaplarının lira mevduat hesaplarına oranı bu ilişkiyi gözlememize imkân veriyor. Hakan Kara’nın paylaştığı görselden, bu oranın 2017 yılından bugüne hızlı bir şekilde arttığını görmek mümkün.[3] O halde döviz talebindeki hızlı artışın arkasında dış güçlerden ziyade tasarruflarının değerini koruma amacıyla hareket eden bireylerin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tasarruflarını korumak isteyenlere yabancıları da dahil edebiliriz. Yabancılar tahvil piyasasından 2013 yılının mayıs ayından bu yana istikrarlı bir şekilde uzaklaşmış. Pay piyasasından çıkış ise 2020 yılından bu yana oldukça keskin. Yabancıların payı %65’lerden %35’e kadar düşmüş.[4] Tahvil ve pay piyasasından çıkan yabancılar döviz talebindeki artışa önemli derecede katkıda bulunmuş görünüyor.

DÖVİZ KURUNDAKİ ARTIŞ NE ZAMAN SON BULACAK?

Bireyler ellerindeki paranın tamamı ile döviz aldığında, döviz talebinin artık bir yerde durması ve döviz kurunun istikrar kazanması gerekirdi. Ama kurdaki artış devam ediyor. Neden? Çünkü ekonomiye lira girişi devam ediyor ve bu para bir şekilde dövize yöneliyor. Nasıl? Kredi kanalıyla. TCMB faizleri düşürdü, krediler ucuzladı, bankalardan çekilen krediler üretime gitmek yerine ya direkt dövize ya da önce konuta/tüketim mallarına sonra dövize yönelir hale geldi. Yani ekonomiye kredi biçiminde giren para son durakta dövize park ediyor. Hükümet kredilerin dövize yönelmesini engellemek için son dönemlerde yeni makro ihtiyati tedbirlere başvurdu. Kur korumalı mevduat, ihracat döviz gelirinin bir kısmının TCMB’ye satışı, gelire endeksli senet, tüketici kredi vadelerinin kısaltılması, miktara göre vade uygulanması gibi uygulamaların hepsi liraya olan talebi artırma ve TCMB’ye döviz kazandırma amacı gütmekte. Ancak bu tedbirler de çare olmuyor; çünkü kur halen artıyor.

DÖVİZ TALEBİNDEKİ ARTIŞ NASIL DURDURULUR?

Kurdaki artışı durdurmanın tek bir yolu var: Ekonomiye kredi biçiminde giren paranın dövize yönelmesini engellemek. Ama bu polisiye önlemlerle, baskıyla veya makro ihtiyati tedbirlerle olacak iş değil; lazım olan makro çerçeve. Bu çerçevede benimsenmesi gereken politikalardan biri, tasarruf sahiplerinin döviz ile lira arasında farksız kalmasını sağlayacak düzeyde faiz vermektir. Yani politika faiz oranları artırılmalıdır. Bataklığın kurutulması için atılması gereken adımlardan biri budur. Ancak bu adım tek başına yeterli değildir; güvenin artırılması ve kurumsal yapının güçlendirilmesi de gerekmektedir.

Kurdaki artışı durdurmanın tek yolu var: Ekonomiye kredi biçiminde giren paranın dövize yönelmesini engellemek. Bunun için de tasarruf sahiplerinin döviz ile lira arasında farksız kalmasını sağlayacak düzeyde faiz vermek gerek.

Faiz artışının yatırımları bir süre azaltacağı ve ekonomiyi durgunlaştıracağı bir gerçek. Ancak iktisatçı yüksek enflasyonun ekonomiye verdiği zararın, geçici olarak uygulanacak yüksek faizin ekonomiye vereceği zarardan daha yüksek olduğunu bilir. Faiz oranı ilaca benzer. Her ilacın az da olsa yan etkisi vardır; ancak bu ilacın da doktorun da kötü olduğu anlamına gelmez. Nasıl ki doktorun reçete yazması doktoru ilaç sever yapmazsa iktisatçının yüksek faiz istemesi de onu faiz sever yapmaz. Artan faizler o gün için yüksek olabilir; ancak döviz kurundaki artış sınırlandıkça ve enflasyon düştükçe faiz de aşama aşama düşecektir. Bu nedenle yüksek faizi talebi geçicidir ve bu talep iktisatçıların kendi kişisel görüşlerine değil, bilime -yani iktisat biliminin 250 yıllık birikimine– dayanmaktadır.

[1] Düşük faizi savunan ancak bunun düşük enflasyona nasıl imkân vereceğini teorik olarak açıklayamayan kişilerin iktisatçı yerine siyasetçi olarak nitelendirilmesi kanımca daha uygundur. Bu yazıdaki iktisatçı tanımı, açıklamalarını iktisat teorisine dayandıran kişileri ifade etmekte.

[2] https://twitter.com/ali_hakan_kara/status/1523206399987269632

[3] https://twitter.com/ali_hakan_kara/status/1527928487192973317

[4] https://www.bmd.com.tr/upload/files/Yabanc%C4%B1lar%C4%B1n%20Hisse%20%26%20D%C4%B0BS%20%C4%B0%C5%9Flemleri%2016_06_2022.pdf

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI