Bu savaş Türkiye’de siyasal İslamcı başta radikaller olmak üzere acayip derecede tetikledi. Yalnız, bu kez baştakiler tabanının cihat talebini karşılamayacağa benziyor. Ekonomik krizin ortasında kanamayı durdurmak üzere sağdan soldan borç istediklerimiz Akdeniz’de savaş gemileri gelmişken Türkiye’nin çok fazla manevra kabiliyetinin olmadığı anlaşılıyor.

Son dönemlerde global olarak bir altüst oluş yaşıyoruz. Dışarıda Ukrayna-Rusya savaşı, İsrail-Filistin savaşı, Türkiye’nin Suriye sınırına yaptığı operasyon, Ermenistan-Azerbaycan çatışması(Karabağ operasyonu), içeride ise kara para akladığı iddiası ile MASAK tarafından dosyaları incelenen sosyal medya fenomenleri, çökertilmeye çalışılan çeteler, giderek ağırlaşan ekonomik şartlar, barınma sorunu, ciddi biçimde kadına yönelik şiddete göz yumulması marifetiyle suçun normalleşmesi hepsi ama hepsi varoluşumuzu temelden sarsıyor.

Uzun süredir, hem dış hem de iç politikada ezberlerin sorunları çözmede işe yaramayacağını yazıp durdum. Anlaşılan o ki mevcut yönetim en azından uluslararası ilişkilerde ezberlerin bozulduğunu kavramış, ülkenin çıkarlarını önceleyen duygusallıktan uzak bir tavır almıştı.

Bu durum birkaç zamandır süregelen bir pozisyonlanma gibi görünüyor. Savaşlar uzadıkça Türkiye tavrını sürdürebilir mi? Cevabı belirsiz ancak mevcut yönetimin ait olduğu siyasi geleneğin baskılarına kapılması da ihtimaller dahilinde.

Cevapsız çağrı

Bu savaş Türkiye’de siyasal İslamcı başta radikaller olmak üzere acayip derecede tetikledi. Yalnız, bu kez baştakiler tabanının cihat talebini karşılamayacağa benziyor. Ekonomik krizin ortasında kanamayı durdurmak üzere sağdan soldan borç istediklerimiz Akdeniz’de savaş gemileri gelmişken Türkiye’nin çok fazla manevra kabiliyetinin olmadığı anlaşılıyor.

Üstelik içeride de güvenlik sorunları ile uğraşan bir devletin bölgeye ilişkin hamlelerinin iyi hesaplanması gerekiyor. Bu savaşın gidişatının bölgedeki tüm ülkeleri etkileyeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Buna karşın ben arka planda başka bir senaryonun da yürürlüğe konulduğunu düşünüyorum. Daha fazlasını konuşmak için erken. Bakalım… Zaman ne gösterecek?

İnsani taraf

Bu çatışma neredeyse İsrail’in kuruluşunun başından beri var. Filistin’in ulus mücadelesi zamanla bölünerek içinden farklı ideolojide birçok örgüt doğurmuş. Filistin Kurtuluş Örgütü(FKÖ) iki devletli çözümü savunduğu söylenirken, 1987’de kurulan Hamas, tam hakimiyet talep ettiği iddia ediliyor. Tabii meselenin dinler çatışmasına dönüşü, büyük ölçüde Hamas’ın kurulmasına denk düşüyor.

Türkiye’de bu çatışma, savaş, mücadele-ya da adı her neyse- her cenah tarafından başından beri farklı anlatılıyor. Muhafazakar kesim, tüm bu olanları, Müslüman soykırımı olarak aktarırken, sol kesim savaşı ulus mücadelesi bağlamında yorumluyor. Bana göre ise tüm anlatılar tıpkı Ortadoğu’daki diğer ülkelerde olduğu gib insan haklarının hiçe sayılmasını ıskalıyorlar. Orantısız şiddet, baskı, sokağa çıkma yasakları ve bunun gibi daha nicesi…

Hepsi teknolojik ve diplomatik üstünlükten kaynaklanıyor. Üstelik İsrail’deki halkın sosyolojik yapısının iyi tetkik edildiğinden de emin değilim. Dil bilmeyenler yabancı kaynaklardan besleniyor, bilenler ise taraflı anlatıyor. Öte yandan bu bizim savaşımız değil. Üstelik bizim İsrail’de yaşayan ve Türkiye’de yaşayan Musevi kökenli birçok vatandaşımız var. Dolayısıyla tüm siyasi partilerin ülkemizdeki Musevi vatandaşları gözeterek açıklama yapmasını beklerdim. Ancak olmadı. Özellikle sol partilerden bu davayı sahiplenmek yerine barış çağrısı yapmalarını beklerdim. Ancak hayalim gerçekleşmedi. Savaşların en kötü yanı insan zihnini dramatik bir biçimde manipüle ederek taraf olmaya zorlamasıdır. Çok sevdiğim bir söz var; ‘en kötü barış, en haklı savaştan iyidir’ diye… Akıbet ne olur? belirsiz. Buna rağmen şunu net söyleyebilirim ki savaşların kazananı yoktur.

Editör: Zeynep Gençosmanoğlu