Çarşamba, Nisan 24, 2024

Enis Batur, dedemin köyünde ne gördü?

Birbirlerini hiç tanımasalar da Enis Batur’la dedem aynı cümlede birbirlerine bakıp, ‘aynalar günlüğü’ne şu cümleyi yazıyorlar: “Apolyont benim ilk gölümdü.”  Bense çürümenin ortasında, kendime garip ve hüzünlü bir yer ediniyorum: “Apolyont benim son gölüm olabilir.”

 Annem Bursalı, onun babası Gölyazı’nda doğmuş, 1935’te. Dedemin babasıysa 1924’te Florina’dan Bursa’ya gelmiş bir mübadil. Hükümet evvela onları Yeşil Cami’nin çevresine yerleştirmiş; fakat bizimkiler Prespa gölündeki köylerine benzer bir yer talep edince, komisyon da onları Apolyont’u göstermiş. Bursa hikâyesinin girişi böyle kabaca.

Ben şimdi son zamanlarda epey popüler bir Instagram corner olan Gölyazı’yla alakalı biraz malumat vereyim, çıkışta görüşürüz: Gölyazı, eskiden şehrin uzak bir kasabasıyken; günümüzde Nilüfer Belediyesi hudutlarında yer alan bir mahalle. Bu balıkçı köyüne sadece yerli değil yabancı turistler de bir şekilde yolunu düşürüyor. Burada özellikle Uzakdoğulu misafirlere tesadüf ettiğinizde şaşırmayın; çünkü bu ada köy, 2018 yılında Japon Seyahat Acenteleri Birliği’nce “Avrupa’da görülmesi gereken 30 kasaba” listesine dâhil edilmişti. Fakat Gölyazı, bu alakayı hak ediyor mu, ona da ‘yabancı’lar karar versin. Ya da ediyor ki hâlâ dizi, film, klip ve belgeselcilerin doğal platosu. Mesela Şahsiyet dizisinin Kambura’sı Derviş Zaim’in Balık filmine ev sahipliği yapıyor.

ADADAKİ TAŞLAR, HAYDARPAŞA İSKELESİ’NDE

Bu ada köy, 2001’de dünyaca ünlü Living Lakes (Yaşayan Göller) ağında bulunan Uluabat gölünün sınırları içinde. Bu arada Gölyazı yerlilerin dilinde oldukça yeni bir isim; çünkü köyün adı Apolyont. Peki bu adın kökeni nereye dayanıyor? Gölyazı, milattan önce ikinci yüzyılın ortalarında kurulduğu tahmin edilen Apollon Krallığı’nın merkezi olarak biliniyor.

Malum Antik Çağ Anadolu’sunda şiir tanrısı Apollon adına yapılmış dokuz kent mevcut. Burası, Rhyndakos (Mustafakemalpaşa) çayı kenarında kurulduğu için Apollonia ad Rhyndacum diye tefrik edilen mahal. Gölyazı’nın civarında başka adalar da mevcut. Sadece suların değil, efsanelerin de çevrelediği bir renk tayfı burası. Bizans döneminde manastıra çevrilen Kızadası’na fokuslanalım: Buradaki tapınak, görkeminden dolayı Roma devrinde paralarda resmedilmiş. 198-217 yılları arasında hüküm sürmüş 22. Roma İmparatoru Carakalla adına basılan sikkelerin ön yüzünde bu tapınak varmış. Bu arada eski tapınağın taşları, Haydarpaşa iskelesinin yapımında, başka bir ayrılığın istasyonunda kullanılmış, not düşelim.

BİRAZ RUM BİRAZ TÜRK

Bir Rum köyü olan Gölyazı’nın Ceneviz, Roma ve Bizans’tan sonra Türklerle ilk münasebeti 1302 yılına dayanıyor, Osmangazi zamanına yani. Raif Kaplanoğlu’nun dediğine göre yine Osmanlı Devleti’nin ilk deniz seferi de Kara Ali komutasında Kız Adası’na gerçekleşmiş. Söylencenin söylediği Kara Ali, adada bulunan ve Rumlarca büyük saygı gören papazla ailesini Orhan Bey’e götürmüş. Orhan da bu papazın güzel kızını, Kara Ali ile nikahlamış. Bu tarz Bizanslı kız, Türk erkeği öyküleri, Kuruluş devri Osmanlı’sının vazgeçilmez motifleri, geçmeyen cilalarıdır, belirtelim. Apolyont’ta, antik dönemlerden kalma kent kalesinin son surları görünüyor. Yerlilerin Taş Kapı dedikleri dış kale de görülmesi gereken tarihî eserlerden. Böylesi bir kültürel mirasın daha dikkatli korunamamasından dolayı insan hayıflanmadan edemiyor ve keşke temizliğe biraz daha özen gösterilse.

SELANİK-BURSA İSTASYONU!

Biraz da pirimiz Evliyâ Çelebi ile gezelim kasabaya: Seyyahımız “Abelyond Kalesi’nin özelliklerini” anlattıktan sonra gölde turna, sazan ve kerevit olduğunu söyler. Kelimeleriyle çektiği 17. yüzyıl fotoğrafında, Uluabat gölünün ortasındaki bu yarımadanın büyük kiliseleri, çarşı-pazarı, hanları, meyhaneleri, bağları ve bahçeleri olduğunu gösterir. Hesapsız olduğundan kırmızı üzüm şırasının çok beğenildiğini kaydedip şu cümleyi not düşer: “Yılda bir kere yüz bin insan toplanıp büyük panayırı kurulup, bütün kıymetli eşyalar bol bol bulunup alış satışlar olur.” Evliyâ’nın bu tümcesini 1924’e uzatalım; çünkü Lozan Antlaşması sonrası Türkler ve Yunanlılar arasında bir de Nüfus Mübadelesi ek protokolü imza edilir. İşte, köyün görece yerlilerinin büyük bir çoğunluğu Selanik’ten Bursa’ya gelen evlâd-ı fatihân’dan mürekkep. Bugün Aziz Panteleimon Kilisesi’ne eski Apolyontluların torunları gelip; dedelerinin topraklarında ayin yapıyorlar, hatırlatalım.

GÖL: KÖYÜN TARLASI

Gölyazı halkının geçim kaynağı balıkçılık, tarım ve son yıllardaki popülaritesinden dolayı da turizm. Ama köyün esas maişeti, balıkçılık üzerine kurulmuş. Hemen her evin önüne park etmiş sandallardan anlıyorsunuz bunu. Gölde en çok avlanan balık türleriyse turna, sazan ve köylülerin feki adını verdikleri bir çeşit küçük balık. Burada 100 yıldır her gün balık mezadı gerçekleşiyor ki böylesi bir ‘şenlik’i mutlaka görün.

Biliyor musunuz? Şairlerin muhayyilesinde böylesi lirik sahneler bırakan Gölyazı’nın çevrelediği Uluabat Gölü’ne uzmanlar 40 yıl ömür biçiyor. Çünkü nesli tükenmekte olan canlıların yaşam alanları yok oluyor, çünkü göl suyu her geçen gün fabrikalar yüzünden kirleniyor.

Köy meydanında cami, kahvehaneler ve ‘ağlayan çınar’ adıyla da bilinen bir anıt ağaç sizleri selamlıyor. Ağacın ağlaması mübadil Türk ile Rum kızının trajik ayrılığına bağlanıyor halkın muhayyilesinde. Osmanlı’nın da Cumhuriyet’in de Kuruluş’unda Türk-Rum aşkları her daim fonda asılı duruyor. Ağacın bir başka ağlama sebebiyse Yunan işgali sırasında gördüğü zulümmüş. Köylüler, bazı geceler, dallarından kırmızı bir suyun damladığına inanıyor. Öyle ki bu gözyaşları görünsün diye dalların altına mermerden yapılmış bir yaprak figürü konmuş.

GÖL YAZI EVİ YA DA ÇAPRAZ İLİŞKİLER KAFESİ

Şimdi başlığa uzanıp aşağı çekelim: 2014’te Nilüfer Belediyesi’nin uygulamaya koyduğu ve Aziz Panteleimon kilisesinin hemen yanında bir kültür evi olarak tasarlanan Göl Yazı Evi’nin amacı; yazar, şair, çevirmen, akademisyen, editör ve araştırmacıları ev ortamında ağırlamak. Enis Batur da bu özel evin misafiriydi ve buradaki günlerini Göl Yazı/Çapraz İlişkiler Kafesi adıyla kitaplaştırdı. Şair-Yazar şu cümleleri kaydetmişti defterine: “Çocukluktan ergenliğe geçiş döneminde, her kış Uludağ’a ailece gidişlerimizden birinde, belki de dönüşümüzde ama kıyısında biriki saat konaklamıştık, belleğime mıhlanan görüntü hiç silinmedi. Gökyüzü gölyüzüne sonsuz bir tül perdeyi çağrıştıran bir sis tabakasında kapaklanmıştı. Başka göllere yolum düştü sonraki yıllarda, bazılarına sokulmuş otellerde, hanlarda kaldığım oldu, her seferinde sisli Apolyont’u anımsadım, o görüntüyü durmadan rötuşlarla kayıt defterindeki yerinde sağlam, kalıcı ve ısrarlı kılmayı denedim.”

APOLYONT BENİM SON GÖLÜM OLABİLİR

Biliyor musunuz? Şairlerin muhayyilesinde böylesi lirik sahneler bırakan Gölyazı’nın çevrelediği Uluabat Gölü’ne uzmanlar 40 yıl ömür biçiyor. Çünkü nesli tükenmekte olan canlıların yaşam alanları yok oluyor, çünkü göl suyu her geçen gün fabrikalar yüzünden kirleniyor, dedemin yüzdüğü sular azalıyor ve balıkçılık can çekişiyor. Yeri gelmişken; Medyascope’dan Fazıl Alp Akiş’in Türkiye’nin tehdit altındaki gölleri yazı-dizisini tavsiye ederim.

Evet, birbirlerini hiç tanımasalar da Enis Batur’la dedem aynı cümlede birbirlerine bakıp, ‘aynalar günlüğü’ne şu cümleyi yazıyorlar: “Apolyont benim ilk gölümdü.”

Bense çürümenin ortasında, sazlıklardan havalanan yalnızlığın içinde, kendime garip ve hüzünlü bir yer ediniyorum: “Apolyont benim son gölüm olabilir.”

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI