Pazartesi, Mart 18, 2024

Emine Kahraman yazdı | Aydınlanmanın Diyalektiği’nin değerlendirmesi

Yazar: Theodor W. Adorno – Max Horkheimer
Çevirmenler: Nihat Ülner – Elif Öztarhan Karadoğan
Yayınevi: Kabalcı Yayınevi
Basım Tarihi – Yeri: Şubat 2014, İstanbul
Baskı: Birinci Baskı

Diyalektik kavramı, tartışma sanatı ya da çelişkili yollardan ikna etme sanatı anlamına gelmektedir. Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimi de denilmektedir. Aynı zamanda değişim ve sürekliliğin hareketliliği de diyalektik olarak ifade edilmiştir. Horkheimer ve Adorno da aydınlanmanın diyalektiği kitabında aydınlanmayı eleştirel kuramlar çerçevesinde zıtlıklarla ele almış, açıklamaya çalışmıştır. Aydınlanma kavramını antisemitizm, sosyal nasyonalistler, faşizm, feminizm, mitler vb. şekilde ele alarak farklı noktalardan eleştirilerle dile getirmişlerdir. Aydınlanmanın diyalektiği kitabı, 1923 yılında kurulan Toplumsal Araştırma Enstitüsünün daha sonra Frankfurt okulu olarak adlandırılan eleştirel kuram yaklaşımının netleştirildiği bir eser olarak görülmüştür. Bu eserin “eleştirel kuramcıların” bir incili olduğu da söylenmektedir. Horkheimer ve Adorno da Frankfurt okulunun kurucularındandır.

Kitabın içeriğinde aydınlanma kavramına ve aydınlanmanın sanat, bilim, din, aile, ahlak, eğitim alanları ile ilişkilerine değinilmiştir. Aydınlanma projesinin Odysseus ya da mitosla başlangıcından itibaren kitle kültürü oluşumuna kadar yaşanan sürecin insan davranışları ve zihin yapısı üzerindeki, tüketim ve kültüre bakış açısındaki değişimleri ele alınmıştır.
Aydınlanma Avrupa’da 17.yüzyılılın ikinci yarısından başlayarak 19.yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan bilgi ve aklın merkeze alındığı, insanın doğa ile olan mücadelesinde egemen kılınmasının hedeflendiği bir dönemi tanımlamaktadır. Aydınlanma ile birlikte insanın kötü ve köleleştirici olduğu düşünülen mit, hurafe ve ön yargılardan oluşan eski düzenden kurtarılması ve aklın egemen olduğu bir düzene dahil edilmesi hedeflenmiştir. Aydınlanma, dinsel düşünce ile biçimlenen toplumsal, siyasal, feodal iktisadi düşüncenin yer aldığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde II. Dünya savaşının etkileri de yer almıştır.
Aydınlanma ile birlikte aklın içi boşalmış, akıl biçimlenmiş ve öznelleşmiştir. Eleştirmek, düşünmek, anlamlandırmak artık aklın yetisi olmaktan çıkmıştır. Bireyler verileni tüketen, kabul eden hale bürünmüşlerdir. En başta insanları korkularından korumak ve hurafelerden kurtarmak isteyen akıl, eleştirel kurama göre bilimin bir dişlisi haline gelerek kendi kendini tüketmeye başlamıştır.

Aklın kendini tüketme sebebi onun bir araç haline gelmesi olarak ifade edilmiştir. Örneğin; tüketimde tercihlerin aslında insanlar tarafından özgürce yapılmamıştır. Kuramda tüketim alanı; üretim sürecindeki yöneticilerin, müdürlerin, patronların tercihleri ve sınırlamalarıyla önceden planlanan ürünlerin sunulması şeklinde açıklanmıştır. Bireyler aslında planlanıp, üretilen ve önlerine sunulan şeyleri tüketmişlerdir. Düşünmeden, sorgulamadan daha da kötüsü farkında bile olmadan bir kabul ediş durumu sergilenmiştir. Çözüm ise aklın kendini bu durumdan kurtarması, insanın kendi aklının farkına varması ve bu süreci görebilmesi olarak görülmüştür. Aydınlanma feodal sisteme, burjuvaziye getirilen bir alternatif olarak ifade edilmiştir. İnsanların eşitliğinin standartlaşma ile sağlanmaya çalışılması, bilgi ile alt sınıflara şans verilmesi amaçlar arasında yer almıştır. Fakat aydınlanma da aynı zamanda kendi içinde bir boyunduruk altına girmeyi, özgürleşmenin aksine sınırlanmayı beraberinde getirmiştir.

Aydınlanmanın özü seçmek olarak ele alınmıştır. En başından itibaren insan doğa ile mücadelesinde bir seçim yapmak zorunda bırakılmıştır. Ya hükmedecek ya da itaat edecektir. Odysseiada da anlatıldığı gibi kahraman hayatını tehlikelerden korumak için birçok zorluğa göğüs germek zorunda kalmıştır. Kurnaz olmak, bazen hile yapmak, bazen de acımasız olmak şartlar gereği ve seçimler sonucu yerine getirilen şeyler olarak görülmüştür. Odyseia romanında aydınlanma kavramı emek ve sömürü bağlamında ele alınmıştır. Odysseus romanda mülk sahibi efendiyi temsil etmektedir. Yoldaşları, köle bedenleri ve ruhları ile boyunduruk altında yaşarken efendileri de gerilemiştir. Çünkü çalışmaktan, çalışma idaresinden yoksun kalmıştır. Odysseiada ve Robinson romanlarında çalışma hayatının değişimi ve zihniyet alanında yaşanan değişimler dile getirilmiştir. Robinson romanında kahramanın adada yalnız yaşam mücadelesi vermeyi öğrenmesi aynı şekilde Odyssia’nın gezintisinde yaşamış olduğu şeyler insanlara birey olma özelliğini, yaşam mücadelesi için çalışmanın, üretmenin, sistem kurmanın gerekliliğini göstermektedir. İnsanların yalnızlaşması ile doğaya galip gelmesi anlatılmıştır. Seçimlerin oluşturduğu sonuçlar ya hükmetmek ya da itaat etmek olarak gösterilmiştir. Ve bu süreçte kahramanların kazandığı bazı özelliklerden acımasız olmak, pişmanlığa kötü olarak bakılması, kurnaz olmak normal karşılanmış bazen de bir gereklilik olarak görülmüştür.
Üretim ve piyasa sistemlerinde yaşanan değişimler sonucu tüketim kültürünün oluşumu yaşamın bir parçası olarak görülmüştür. Horkheimer eserinde aydınlanma ve aydınlanma sonrası bireyi açıklamaya çalışmıştır. Kitlesel üretimle birlikte çeşitliliğin oluşması, üretilen bu çeşitli ürünlerin pazar aracılığıyla satılması toplumda vazgeçilmez bir unsur haline gelmeye başlamıştır. Kültür endüstrisi oluşmuş ve bireyler bu ürünlerle haz ve mutluluk sağlamaya başlamışlardır. Kültür endüstrisi bireyleri onlar için ürettiği, onların seçimlerini önemsediği, dikkate aldığı konusunda aldatmıştır. Aslında planlayıp üretmiş olduğu ürünleri onları ikna ederek satmakta ve müşterilerinin aynı zamanda kendi seçimleriymiş gibi mutlu olmasını sağlamaktadır. Kişilerin toplumsal bütüne ya da başkalarına uyum sağlamada istekli davranması, toplumsal istikrarsızlığın kamusal göstergesi olan abartılı eşitçilik tavrı ile iktidardan almaya çalıştığı pay ve bu oranda eşitliği çarpıtması sonucu oluşmaktadır. Eleştirel kurama göre bu durum yanlış bilinçlenme şeklinde ifade edilmiştir. Kültür endüstrisi aydınlanma kuramı ile birlikte biçimlenerek bir sanayi ve bilim özdeşleşmesi sonucu oluşmuş bir ideoloji şeklinde tanımlanmıştır.

Kültür endüstrisinin ideolojisi doyum sağlamaktır. Bireyler doyum sağlayabilmek için sürekli tüketmektedir. Bireyler gelir gruplarına göre sınıflara ayrılarak bir istatistik malzemesi olarak görülmektedir. Bireyler bu sistemin işlemesini sağlayacak ve norm haline gelmiş bazı davranış kalıplarını da artık doğal olarak karşılamaktadır. Dayatılan bu sürece uyum sağlamayanlar dışlanmakta ve ötekileştirilmektedir. “Benim gibi düşünmemekte serbestsin, yaşamın, malın mülkün sana aittir, ama bugünden itibaren aramızda bir yabancısın” sözü o dönemin egemenleri tarafından söylenmiştir. O dönemin bakış açısını net bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu dışlanan kesim kendi seçiminden dolayı bu duruma düşmüş olarak görülmekte ve görmezden gelinmektedir. Bir nevi herkes kendi tercihlerinin sonucunu yaşar mantığı hâkimdir.

Kültür endüstrisi bireye sahte bir bireysellik vadetmektedir. Fakat oluşturduğu sistem bireysellikten ziyade uyum sağlama koşulunu sunmaktadır. Bu sistemde aydınlanma ile oluşturulmak istenen özgürlük de tamamen yok olmuş durumdadır. Aksine bir tüketim bağımlılığı söz konusudur. Aydınlanma bireyi ve aklı özgürleştirmek, mit ve doğaüstü güçlerden korumak ve kurtarmak isterken aklı tüketmiş, bireyi de bir sistem boyunduruğuna sokmuştur. Birey için seçenekler bellidir; uyum sağlamak ya da yok olmak. Eleştirel kurama göre bu iki durum barbarlıktan farksız olarak görülmüştür.
Aydınlanma düşüncesinin önemli unsurlarından bir diğeri de aklın ürünü olan bilim olmuştur. Bilim ile birlikte insanlar metafizikten, dini düşüncelerden kurtarılmıştır ve doğa ile özdeşleştirilmek istenmiştir. Doğa bilimleri insanın doğaya karşı verdiği mücadele de bir araç olarak görülmüştür. Aydınlanmacı bilim anlayışı ile birlikte toplum kontrol edilmeye, düzensizlik ve eşitsizlik giderilmeye, dinin yeri doldurulmaya çalışılmıştır.

Modern bilim aydınlanma aklı ile biçimlenmiş ve pozitivizmi temel almıştır. Eleştirel kuramcılara göre pozitivizm nesneleşmeye, metafiziğin yok sayılmasına, toplumun kontrol altına alınmasına aracılık etmektedir. Deneysel yöntemler önemli hale gelmiştir. Söylencelerden ziyade sayılar, gözlem, deney ön plana çıkmıştır. Bu yöntemleri sorgulayanlar bilim dışı olmakla, hurafelerle hareket etmekle suçlanmıştır. Hakikat Horkheimer ve arkadaşlarına göre değiştirilemeyen, dokunulamayan bir şey ya da pozivist bakış açısındaki gibi mutlak değildir. Aydınlanma tüm yaşam alanının şey’leştirilmesidir. Sadece birey için değil tüm sistem için bu durum tersine işlemiştir. Aydınlanmanın hedefi olgularla en iyi şekilde baş edebilme, doğaya egemen olabilmektir. Aynı zamanda bireyleri destekleyen bilgi biçimi olarak da görülmüştür. İlkeleri bireyin kendini koruma ilkeleridir. Öz-varlığını koruma şeklinde de ifade edilmiştir. Erginliğe ulaşmak, kendi kendini koruyamama acizliğini ortadan kaldırmaktadır. Eğer birey kendini koruyamazsa onu koruyacak güçlerin ortaya çıkması söz konusudur. Önceden bireyler için tanrı, kral, imparator vb. koruma görevini üstlenirken, modern çağda bu görev dernekler, sendikalar ve örgütlerle sağlanmaya çalışılmıştır. Faşizm ve milliyetçi akımların bireylerin kimlik arayışlarının sonucunda ortaya çıkması, antisemitizmdeki Yahudilere karşı duyulan nefret bu düşünce ile ilişkilidir.

Aydınlanma ile sağlanmaya çalışılan gelişim, ilerleme tam tersi bir durumu meydana getirmiştir. Modern kontrol tekniklerinin kullanılması ile bu durum daha önceki barbarlıklardan daha vahim bir durum olarak görülmüştür. Bilim insanlık adına çalışması gereken ve daha insancıl koşulları oluşturan bir güç olmak yerine insan olmanın bazı özelliklerinin kaybına neden olmuştur. İnsanların yabancılaşması sorununu, katılaşmayı, duyarsızlaşmayı ve olağan kabul etmeyi de beraberinde getirmiştir. Şey’leşme bir unutma halini almıştır. Bireyler düşünmeyi, doğayı eski düzeni tamamen unutur hale gelmiştir. Herkes için uyum, bir diğerine benzeme, standartlaşma yaşamın temeli olmuştur. Reklamlar, sinema sektörü bireyleri bu tüketime hazırlayan araçlar konumunda yer almıştır. Bir film sahnesindeki yaşamın, oyuncunun taklit edilmeye çalışılması, filmin etkisinin gerçek hayatta da devam ediyormuş gibi bireyler üzerinde etkiler bırakması bu sistemin diğer yönlerini açığa çıkarmaktadır. Aydınlanmanın totaliterliği, bireyler üzerinde oluşturulan benzeyeceksin yoksa dışlanırsın baskısı söz konusudur. Modanın, özellikle kadının yaşamında önemli bir hale gelmiş olan estetik ve güzelliğe bakış açısının tüketimi arttırıcı yönde teşvik edilmesi bu durumun başka bir boyutu olarak görülmüştür.

Birey homo- economicus hale getirilmiştir. Aydınlanma sonrası toplumsal, siyasal, ekonomik alanda meydana gelen değişmeler Eleştirel Kuramcılara göre insancıl ve demokratik değildir. İnsanların eleştirel düşünce gücünün elinden alınması, aklın içeriğinin boşaltılması ile daha insani bir düzenin kurulması mümkün değildir. Aydınlanma hurafeleri, mitleri, metafiziği yok ederek kendini bir mit haline getirmiştir.
Modern sanayi toplumu ile oluşturulan sekülerleşme, tek tipleşme, standartlaşma, homojen bir yaşam oluşturma hevesi tüketici kitleleri oluşturmuştur. Bireyler sadece tüketici konumuna gelmişlerdir. Sürece uyum sağlamayanların dışlanması, ötekileştirilmesi farklılıkları engellemiştir. İnsanlar kalabalıklar içerisinde yalnız, iletişim kurmayan, yabancılaşmış yığınlar olarak yaşam sürmüştür. Kant’ın felsefesi ile formüle edilen “spara aude” (kendi aklınla düşünmeye cesaret et) söylemi bu toplum için çözüm yolu olarak görülmüştür.

Habermas ise olaya daha farklı bir bakış açısı ile bakmıştır. Aydınlanmanın çözümünün yine aydınlanma içinde olduğunu belirtmiş, eleştirilen bu durumları yaşamın gereği olarak ve sistemin zorunluluğu olarak görmüştür. Kimi bakış açılarına göre belli durumlara gelebilmek için belli bedellerin ödenmesi, belli acıların çekilmesi doğal olarak karşılanmıştır. Kitabın notlar ve taslaklar bölümündeki Voltaire’a övgü kısmında “güneşin dünyayı aydınlatması onu yakacağı anlamına gelmez” sözü bu durumu özetlemektedir. Bu durumun çözümü olarak da insanların kendi kaderlerinin kendi ellerinde olduğu düşüncesi hâkimdir.
Aydınlanmanın diyalektiği kitabında eleştirel kuramlar çok yönlü olarak ele alınmıştır. Bu durum aydınlanmayı farklı açılardan değerlendirebilmeyi sağlamaktadır. Aynı zamanda eserin dili çeviri olmasından dolayı ağırdır. Kitapta anlatılan konular, kavramlar soyut olarak ele alınmıştır.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER