Cuma, Nisan 19, 2024

Efsane Rektör Kemal Kurdaş: ‘ODTÜ, Bozkırın Ortasında Bir Vaha’

Kurdaş’ın öyküsünü okuyunca ODTÜ’nün neden ormanına sahip çıktığını, bir ağacına bile kıyılmasına razı olmadığını, çok büyük emeklerle yoktan var edilen ormanın ranta, betona, gökdelene dönüştürülmesine direndiği daha iyi anlaşılır.

Orta 1’de Mülkiye’ye gitmeye karar verdim. O andan itibaren Ankara sadece bir başkent değil, hayalimdeki üniversitemin bulunduğu bir şehirdi. Zaman hızla geçse de bir an önce üniversite eğitimine başlasam diye sabırsızlanırdım. Liseye değil, üniversitede alacağım derslere hazırladım kendimi; Mümtaz Hoca’nın, Baskın Hoca’nın kitaplarını sipariş vermiştim bile Mersin’de. Sonunda kara kışı ve kömür tozu yağan havasıyla Ankara’ya kavuştum. Babamın tıp eğitimi ısrarına rağmen Mülkiye’ye gidecektim, sosyal bilimleri öğrenecek, hocalarla arkadaşlarla fikri tartışmalar yapacaktık. Lise 1 de darbe oldu. Darbe sonrası geldiğim Ankara’da hayalimdeki üniversiteden eser kalmamıştı. 80 darbesi hocalarımızı atarak, tartışma ortamını yok ederek üniversite değil, yüksek lise sunmuştu bizlere. Darbenin baskıcı ortamı benim de şevkimi kırdı zaten. Beklentimin yüksek olması hayal kırıklığımı da derinleştirdi. Ben de üniversitede bulamadığım entelektüel ortamı panellerde, konferanslarda farklı ortamlarda bulma arayışımı sürdürdüm.

Bir gün Cebeci’den ODTÜ’ye konferansa gittim. Ama ODTÜ o kadar uzaktı ki, ilk gittiğimde Mersin Adana şehirler arası yolculuk yapıyorum sandım. İlk kez bir kampüs üniversitesi görüyordum. O kadar zor içeri alındım ki, sanki başka bir üniversiteye değil, başka bir ülkeye gelmiştim. Evet burası başkaydı, başka bir diyar. Maalesef çok sonraları öğrendiğim ODTÜ rektörü Kemal Kurdaş’ın ‘yoktan var ettiği bir vaha’ydı burası. Zamanla ODTÜ’yü daha yakından tanıma fırsatı buldum. Hatta yüksek lisansımı orada tamamladım. Bir gün ODTÜ kütüphanesinde çalışmaya ara verdiğim bir an, masada Kemal Kurdaş’ın ‘ODTÜ Yıllarım, ‘Bir Hizmetin Hikayesi[1] kitabına rastladım. Kemal Kurdaş’ın ismini biliyordum elbet ama ODTÜ ile özdeşleşen kişisel tarihini bilmiyordum. O günden sonra Kurdaş yaşamıma girdi, ara sıra uzaktan teşekkürlerimi yolladığım bir büyüğüm oldu.

ODTÜ’nün kuruluş öyküsü ilginçtir. Batı ve Doğu Bloku arasında ideolojik Soğuk Savaşın yaşandığı yıllar. Türkiye’nin 1952’de NATO’ya katılmasıyla Orta Doğu’daki stratejik önemi artar. O dönem BM’in Orta Doğu’ya dönük olarak başlattığı bir projede Türkiye pilot ülke olarak seçilir.  Bölgenin ekonomik kalkınması ve şehirleşme programlarının gerçekleşebilmesi için, eğitimli insanların yetişeceği bir enstitünün kurulmasına karar verir BM. Sadece Türkiye’nin değil diğer Orta Doğu ülkelerinin başarılı gençlerinin de istifade edeceği İngilizce dilde eğitim yapacaktır. Yüksek standartlara sahip enstitü için Ankara’da çalışmalar başlar. Meclis’e sunulan tasarıda, enstitünün Orta Doğu’nun en büyük teknik üniversitesi hâline getirileceği ifade edilir. Sonunda 1956 yılında ‘Orta Doğu Yüksek Teknoloji Enstitüsü’ adıyla küçük bir kadroyla İngilizce dilde eğitime başlanır.  

ODTÜ’nün bugünkü yerleşkesine kavuşma serüveninde Kemal Kurdaş çok önemli rol oynar. Uluslararası alanda marka değeri olan bir üniversite kazandırmakla kalmaz, o çorak araziden Ankara’nın ortasında bir de vaha yaratır.

Üniversite bu yıllarda TBMM yakınlarında bulunan barakaları derslik olarak kullanır. Başta planlanan yüksek standartların yakalanabilmesi, barakalardan kurtulup kendine ait bir yerleşkeye kavuşabilmesi için çalışmalar hızlandırılır. Uluslararası bir üniversite olması planlandığı için, 1957 yılında bugünkü yerleşkedeki temel atma töreninde Ankara’daki büyükelçiler, dönemin Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ve diğer bakanlar hazır bulunur. 1960 darbesinin ardından ise üniversitenin Menderes’in eseri olduğu ileri sürülerek kapatılması gündeme gelir. Milli Birlik Komitesi’nin bu talebine Kurmay Albay Sami Küçük’ün karşı çıkması üzerine ancak üniversite eğitim faaliyetlerine devam edebilir. 1960’ta da Mimarlık ve Makine Mühendisliğinde toplam 30 öğrenci ile ilk mezunlarını verir.

ODTÜ’nün bugünkü yerleşkesine kavuşma serüveninde Kemal Kurdaş çok önemli rol oynar. Uluslararası alanda marka değeri olan bir üniversite kazandırmakla kalmaz, o çorak araziden Ankara’nın ortasında bir de vaha yaratır. Aşağıdaki görsele dikkatli bakıldığında bu öykünün gerçekten de bir ‘yoktan var etme’ süreci olduğu anlaşılır. 

Her şeyden önce, 1950’lerin Türkiye’sinde 44.000 dönüm gibi bir alanın üniversiteye tahsis edilmesi bugün bile inanılmaz bir vizyondur. O nedenle ODTÜ’nün kuruluşunda emeği geçen herkes çok büyük bir saygıyı ve teşekkürü hakkeder. Bugün ormanları ile koca başkentin akciğeri olan ODTÜ’nün kurulmasında büyük emeği geçen Kemal Kurdaş kim?

ODTÜ eski Rektörü Mustafa Kemal Kurdaş 1920 yılında Bursa’da doğar. 1943’de Mülkiye’den mezun olan Kurdaş, 1944-1956 yılları arasında Maliye Bakanlığı’nda üst düzey görevlerde bulunur. 1956’da IMF’de çalışmaya başlar. 1960 darbe sonrası, ekonomiyi düzene koyabilmesi için ülkeye davet edilir. 1960-1961’de Maliye Bakanı olarak görev alan Kurdaş 1961-1969 yılları arasında ise ODTÜ rektörlüğü görevine atanır.

ODTÜ’deki görevini şevkle üstlenir. Kurdaş’ın hizmet yıllarını anlattığı kitabında renkli kişiliğinden örnek alınacak pek çok yönüne tanıklık edersiniz. Vizyoner ve analitik bakışı, planlı çalışması, insan ilişkilerine ve ekip çalışmasına önem vermesi, başladığı işi canla başla bitirme tutkusu gibi.

21 Kasım 1961’de rektörlüğe atanan Kurdaş’ın yaptığı ilk çalışmalar yerleşke ile ilgilidir. Kurdaş, üniversiteye tahsis edilen bir ucu Gölbaşı’na Eymir’e, öbür ucu Eskişehir yoluna uzanan 44.000 dönüm alanda bizzat yerinde incelemelerde bulunur. Barakalardan kampüse taşınabilmek için çok yönlü ve planlı bir program yapar. İşlerin hızlıca bitirilebilmesi için, gerekli ekipleri kurmaya ve finansmanı sağlaya çalışır. Okul binaları, yurtları, idari merkezleri, kütüphanesi, laboratuvarları, ısınması, suyun temini ve gerekli yerlere taşınması gibi o dönemin yokluklarında kampüsün fiziki alt yapısını titizlikle ve geleceği öngörerek hazırlar. İngilizce dilinde eğitim veren üniversitenin hazırlık sınıflarını o dönemin en üst teknik teçhizatlarıyla donatır. ODTÜ’nün uluslararası alanda bir marka üniversite olabilmesinin akademik alt yapısını dönemin önde gelen yerli yabancı akademisyenleriyle istişare ederek planlamayı ihmal etmez. Hatta üstün zekalı çocukların sınavla girebileceği ilk Fen Lisesi’ni ODTÜ Kampüsü’nde kurarak, orta eğitimden iyi yetişmiş gençlerin ODTÜ’ye gelmesini de teşvik eder.

Kurdaş’ın o çorak bozkırı nasıl bir program çerçevesinde ağaçlandırdığı kitabında anlattığı en heyecanlı bölümdür. O nedenle bu yazı akademik alandaki çalışmalara değil, Ankara’nın akciğerleri olan ODTÜ ormanının yaratılmasında Kurdaş’ın insanların gözlerini yaşartan emeğine odaklıdır.

Kurdaş, rektörlük yaptığı 8 yıl boyunca resmi arabasının bagajında lastik çizmeleri, kazma ve kürekleri ile her an her koşulda ağaç dikmeye, araziye çıkmaya hazırdır.

Kurdaş işe başladıktan 12 gün sonra 3 Aralık 1961’de öğrencilerin de katılımıyla ilk ‘Ağaç Dikme Töreni’ni düzenler. Bundan sonra her kış bir pazar günü geleneksel ağaç dikme törenine devam edilir. Öğrenciler, hocalar, idari personel gibi üniversite mensupları ve onların ailelerinin katıldığı kampanyayı şölene çevirir. Ağaçlandırma sevdası kısa bir süre sonra Ankara’da yaşayan diğer insanları da içine alarak halka halka genişler. Sade vatandaşlar, ilkokul, ortaöğrenim öğrencileri, milletvekilleri, başbakanlar, elçiler ağaç bayramlarına katılarak, ya da özel ziyaretler düzenleyerek kampüste yeni bir ormanın gelişimine katkıda bulunurlar.

Kışın ağaç dikilebilmesi, bahar ve yaz aylarında arazinin teraslanmasına, çukurların açılmasına bağlıdır. Bu zor iş de ortaklaşa bir çabayla başarılır. Örneğin Ankara Muharebe Okulu’ndan hatta Çorum’dan komutanlar askerleri ile her yaz kampüste kamp kurarak teraslama çalışmalarına katılırlar. Kurdaş o nedenle ODTÜ ormanının üniversite mensupları kadar, Ankara’da yaşayan her kesimin ortak bir eseri olduğunu gururla ifade eder.

Hemen hemen her pazar yurtlara gidip, öğrencileri uyandırarak onlarla fidan dikmeye koşan rektör öğrenciler arasında efsaneleşir. Başlarda homurdanan öğrenciler bir süre sonra ağaçlandırma işine alışırlar, hatta Kurdaş’ın gelemediği pazarlarda onun yolunu gözlerler. Kurdaş’ın yıllar sonra öğrencileri ile karşılaşmalarında, gururla anlatılan ilk anıların ortaklaşa dikilen fidanlar olması şaşırtıcı değildir. Ortak bir emekle ODTÜ’yü ağaçlandırma düşleri adım adım gerçeğe dönüşür. Sadece fidanlar değil, öğrencilerin de doğa bilinci kökleşir.

Kurdaş, rektörlük yaptığı 8 yıl boyunca resmi arabasının bagajında lastik çizmeleri, kazma ve kürekleri ile her an her koşulda ağaç dikmeye, araziye çıkmaya hazırdır. Kışın çamurda bazı öğrencilerin ağaç dikmekten kaytarmak için ‘Efendim benim çizmem yok ki’ mazeretlerine karşılık bagajda birden çok çizme hazır bekletilir hep. ODTÜ ormanı sadece bir ortaklığın değil, devam edegelen ortak bir tutkunun eseri olarak serpilir.

1957-1961 yılları arasında kampüsün Eymir Gölü ve Konya yolu kenarlarında yoğunlaşan 50 bin ağaç dikilir. 44 bin dönüm arazide bu ağaçlandırma bir piknik alanı düzenlemesi gibi kalır. Kurdaş göreve gelince, ormanlaştırma hayalini matematikle birleştirerek gerçeğe dönüştürür. Onun hesabına göre, önceki dönemdeki gibi her yıl 10 bin ağaç dikilirse, (10 000 000/10 000=1000) kampüsün orman kimliğini kazanabilmesi 1000 yıl, 50 bin ağaç dikilirse 200 yıl gibi bir zaman alacaktır. O nedenle 10 yıllık bir sürede 12 milyon ağaca ulaşabilmek için yıllık 1,5 milyon ağaç dikme onun artık ana hedefi olur.

Burada temel sorun yılda 1,5 milyon fidanı bulmaktır. Devletin fidan üretme kapasitesi çok sınırlı, özel sektörün böyle bir girişimi yoktur. Ülke çapında fidan üretiminin alt yapısının kurulması Kurdaş’ın öncelikleri arasına girer. Eymir’deki fidanlık 1962 kışı için 33 bin fidanı ancak sağlar. Kurdaş, ODTÜ’deki iki fidanlığı yıllık 500 bin fidan verecek şekilde teçhiz etmenin yanı sıra devlete ait fidanlıkların üretimlerinin arttırılmasına da ön ayak olur. Ankara iklimine uygun ‘karma orman’ fikri işlerini kolaylaştırır. Kurdaş, tek tip ormana kıyasla karma ormanın canlı habitatını (böcek, kuş) çeşitlendirdiğini, mevsimsel değişimleri ile de doğayı güzelleştirdiğini belirtir.

Fidanların kuruması Kurdaş’ın en büyük kabusudur. O dönem kıt kaynak çok büyük zahmetlerle bulabildikleri fidanları toprakla en uygun zaman ve koşullarda buluşturur. Yağmur fidanların can suyudur. Ağaçlandırma ailenin de günlük yaşamının bir parçası olur. Kurdaş ‘1960’lı yıllarda Ankara’ya yağmur yağdığı her gece geç de olsa evde ‘Baba! Yağmur yağıyor! ODTÜ’ye de yağıyor mu?’ diye bir gürültü kopar, toparlanıp arabaya biner, yağmurun oraya da yağdığını görünce mutlu eve dönerdik’ diye ifade eder.

1964-65 kışında fidan dikimi ve meşe ağacı gibi tohumlama metodu ile 4 milyona yakın ağaç dikerek rekora ulaşırlar. Kurdaş, ağaç sevgisi, doğa bilincini kampüsle sınırlamaz, imkanları elverdiği 1965 kışı ilk kez Ankara ve çevresine fidan dağıtır, hatta Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne 3 bin çamdan oluşan koruluk kurar. Sekiz yılda Kurdaş yaklaşık 12 milyon ağaç dikerek hedeflerine ulaştıklarını, bozkırda bir orman, yeşil bir cennet yarattıklarını ifade eder anılarında.

Kurdaş 1969’da üniversiteden ayrılırken 20 Kasım’da son defa Ağaç Dikme Töreni’nde gayet mütevazi bir konuşma yapar: ‘Başka bir tören istemiyorum. Son ağaçlarımızı dikip, geldiğim gibi gideceğim, benim ayrılış törenim işte böyle ve bu kadar olacak’ dedim. O gün gücümün yettiği kadar ağaç diktim’.

Kurdaş, ağaçlandırma faaliyetleri ile öğrencilerinin hem ODTÜ’yle hem de kampüsle güçlü bir aidiyet kurmalarını sağlar. Çorak arazide yaratılan vahada hepsinin emeği, alın teri, umudu vardır çünkü.  ODTÜ mezunlarının hangi yaştan olursa olsun kampüsle duygusal bağı devam eder, hafta sonları onları çocukları, torunları ve dostlarıyla ormanda görebilirsiniz.

Kurdaş’ın öyküsünü okuyunca ODTÜ’nün neden ormanına sahip çıktığını, bir ağacına bile kıyılmasına razı olmadığını, çok büyük emeklerle yoktan var edilen ormanın ranta, betona, gökdelene dönüştürülmesine direndiği daha iyi anlaşılır. Çok teşekkürler Sayın Kurdaş, vizyonunla alın terinle başkente sonbahardan ilkbahara değişen rengarenk bir orman, kuşlara, kedilere, tilkilere, karıncalara yuva, bizlere ‘nefes’ verdiğin için.[2]

[1] Kemal Kurdaş, ‘ODTÜ Yıllarım: Bir Hizmetin Hikayesi’, ODTÜ Yayıncılık, 2004.

[2]Türkiye’de şu an 209 üniversite bulunmaktadır. Umarım Sayın Kemal Kurdaş’ın bu kitabı Rektörler için bir başucu kitabı olur, öğrencilere çevre bilincinin aktarılmasına ve üniversitelerin ağaçlandırılmasına tutku ile katkıda bulunurlar. Gelecekte Kurdaş gibi ‘güzel’ anılmak güzeldir.

(*) Bu yazı 13 Şubat 2022 tarihinde yayımlanmış olup, engellenme çalışmalarına rağmen öğrencilerin ve kamuoyunun baskısı sonucu bugün Devrim Stadyumunda gerçekleştirilen mezuniyet törenleri nedeniyle bugün yeniden yayımlanmıştır.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

  1. Bu değerlerimizi unutmayalım. Bugünlere bakıp ümidimizi kaybetmeyelim. ODTÜ ve Ankara’nın tarihi gelecek kuşaklara örnek olarak anlatılmalı.

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI