Cuma, Nisan 19, 2024

Duygularımız neden bu kadar değişken?

Benliğin id ile süper-ego arasında gerilen ego ile inşa edilmesi gibi, kişinin genel atmosferi de duygular ile zihinsel işlevlerin arasına gerilmiş hislerle yapılanır. Böylece kişi ne arı bir duygusal, ne de arı bir zihinsel varlığa kapanır; ikisinin arasındaki gri tonlarda gezinir. Ve anlık olarak hangi tarafa yakınsa, kişisel atmosferi o havaya bürünür.

Bedenin, zihnin yaşamdan çektiği verileri nasıl yorumladığından yola çıkarak dış dünyaya verdiği biyolojik tepki olarak ürettiği duygular, zihnin ev sahipliğindeki akıl, inanç, deneyim ve bellekle tepkimeye girerek hislere dönüşürler. Yani duyguların oluşmasında dış dünyadan gelen verilerin kapı bekçisi görevindeki zihin, hislerin oluşmasında da bir tasarımcı gibi çalışır. Bedenin biyolojik salgılarıyla üretilen duygular türsel bir özellikken, kişinin büyük ölçüde kültürel, deneyimsel ve epistemolojik yaşantısıyla inşa edilen zihinsel donanımı, öznel ve biriciktir. Hisler, türsel olanla öznel ve biricik olan etkileşiminde ortaya çıktığından, kişiye özeldirler ve ön yargılarımızı, kanaatlerimizi, sanılarımızı, varsayımlarımızı yaratırlar. Tıpkı benliğin id ile süper-ego arasında gerilen ego ile inşa edilmesi gibi, kişinin genel atmosferi de duygular ile zihinsel işlevlerin arasına gerilmiş hislerle yapılanır. Böylece kişi ne arı bir duygusal, ne de arı bir zihinsel varlığa kapanır; ikisinin arasındaki gri tonlarda gezinir. Ve anlık olarak hangi tarafa yakınsa, kişisel atmosferi o havaya bürünür.

Beden ve zihin arasındaki bu işbirliğinde taşlar nadiren yerine oturur; ikili çoğunlukla çatışır. İkilinin çatışmayı ortadan kaldıran işbirliklerinde – ki pek geçici ve kısa sürer – kişi mutlu ve huzurludur. Çatışmasızlıklar genelde birbirlerine benzerken, çatışmalar sayısız farklı şiddetler ve biçimlerde gerçekleşir. Tolstoy, Anna Karenina’nın açılış cümlesinde “Mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendisine özgü bir mutsuzluğu vardır” derken, benzer bir duruma dikkat çeker.

Beden ve zihin arasındaki çatışmalarda, zihnin net bir anlamla ilişkilendiremediği, hali hazırda bildiği anlamlara sığmayan, varolan anlam setlerinde karşılığı bulunmayan veri çekişleri büyük yer tutar. Böylesi verileri toplumsal mutabakatın isimlendirmeleri yerine, kendi özgül anlamlandırmasıyla yorumlamak zorunda kalan kişi, çoğu kez yeni kavramlar ve bağlantılar üretmekte üşengeç ya da donanımsız olduğundan, dış dünyada meydana gelen gelişmeleri hali hazırdaki zihinsel donatıları ve becerileriyle net bir anlamla eşleyemez. Bu gelişmeler hakkında ne toplumun, ne de kendisinin bir anlamlandırması bulunmadığında, verileri çeken zihnin kapı bekçiliği ödevinde meydana gelen aksama, bedenin bu konuda ürettiği duyguları oynaklaştırır ve karmaşıklaştırır. Olaylara, durumlara, gelişmelere, insanlara, yakınlarımıza zaman zaman farklılaşan hislerimizde, dış dünyadan çektiğimiz verilerin elimizdeki anlam setinde kendilerine net birer yer bulamamalarından kaynaklanan bir volatilite vardır.

Anlam, doğal halde doğada bulunmadığından ve üretilmek için bireysel ya da kolektif zihne gereksinim duyduğundan, yapısı gereği değişkendir. Fakat bu değişkenlik, toplumsal kabullerle, tarihsel ahlaki, hukuki, töresel ölçütlerle kontrol altına alınır. Ancak bu ölçütler, yaşamın sürekli gelişmesinden ötürü ürettiği yenilikleri ve hayatın karmaşıklığından ötürü meydana çıkan derinliği eksiksiz temsil edecek zenginliğe bırakın erişmeyi, yanından bile geçemediklerinden, kişilerin ve toplumların anlam dünyaları, dünyanın kendisi karşısında çok güdük kalır. Bu ilginç bir durumdur zira dünyanın kendisinde taşıdığı bir anlam yoktur, anlam, ona bakan zihnin, dünyaya sayısız anlam verebilme kapasitesinden doğar. Zihin kendi kendisine tuzak kurmakta gibidir. Anlamın var olmadığı bir evrende anlam aramakta, evren zihne, kendisinde gerçek bir anlam taşımayan ancak onlara sayısız farklı anlam yüklenebilecek katrilyonlarca farklı bileşim ve ilişki ağı sunmakta ve zihni bu katrilyonlarca olasılık için birer isim, kavram ve onlara bağlı olarak da birer anlam üretmek için zorlamaktadır. Ancak evrende anlam aramaya odaklı zihnin, katrilyonlarca anlam üretmesi mümkünken, bunların tamamını aklında tutması mümkün değildir. Dahası katrilyonlarca anlamın tek bir zihinde temsil edilmesi de sorunu çözmez. Bu anlamların toplumsal bir kabul kazanabilmesi için, tümünün kolektif zihinde kendisine yer bulması ve tümünün de onaylanması gerekir. Bu durumun olanaksızlığı, evreni bir anlam krizine, zihinleri ise birer anlamlandırma krizine sokar.

Bu durum, yaşantımızdaki çok az şeyi kavramsallaştırabildiğimizi, bu nedenle çok az anlam icat edebildiğimizi ve bu oranın kolektif anlam setinde daha da az temsil bulduğunu gösterir. Bu aşırı anlam belirsizliği, duygularımızı üreten bedene dış dünyadan veri çeken zihnin sağlıksız veriler ve yorumlar iletmesine yol açarak, insanın duygusal olarak bir türlü kararlı hale gelemeyen bir varlık olmasına neden olur. Bu yüzden aynı konularda, aynı durumlarda, aynı insanlar karşısında, başımızdan geçen benzer deneyimlerde çok farklı duygular üretiriz, duygularımız aşırı değişkendir. Ve o duyguları yeniden zihinsel fonksiyonlarla alaşıma sokarak birer hissiyata dönüştürerek, dış dünyaya tepki olarak başlayan duyguyu, yaşamımızı etkileyen birer içsel etkiye dönüştürerek türettiğimiz hislerimizi, yani yaşamımızın ruhsal atmosferini oluştururken de sürekli farklı hissiyatlar üretiriz. Gün içerisinde kendimizi bir an mutlu, bir an huzursuz, bir an iyimser, bir an kötümser, bir süre özgüvenli, bir süre özgüvensiz, çekingen, atılgan, baskın, komik, umutlu, umutsuz buluruz.

Kolektif zihinde anlam barındırmayan veriler, bizi kararlı varlıklar olmaktan çıkararak serbest radikallere çevirir. Var olanı sabit bir anlam olarak değil, olasılıklar dahilindeki ihtimallerden birisi şeklinde değerlendirmek zorunda kalan zihin, anlamlar ve anlamlandırmalar arasında uçuşurken, onun verilerinden yola çıkan duygular da uçuşurlar, hissiyatımızı bir öyle, bir böyle kılarlar. İnsanın tamamlanmış bir proje olamayıp, ölene yani yok olana değin sürekli değişme potansiyeli taşıması ve değişmesi, yapıp ettiklerinin, hissettiklerinin, benlik tasarımının farklılaşması bu anlam sorunundan doğar. Herkes onu arar fakat kimse onu dünyayla tam bir örtüşme içerisinde ele geçiremez. Yeniliklerin, değişimin, dönüşümün temelinde de bu yatar; katrilyonlarca olasılık sunan evren karşısında, anlamın bazen tekrar tekrar bazen de ilk kez icat edilmesinin hiçbir zihne sığmaması ve dahası zihne sığan bir avuç anlam arasında da, yeniler üretildikçe eskilerin unutulması ya da ıskartaya çıkması insanı ayrıksı ve çaresiz kılar. Dümenini bir o yana bir bu yana kırar insan ama bu kadar volatil bir haritayla hiçbir bir okyanus aşılamaz.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI