Çarşamba, Mart 29, 2023

Dünyada hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair

Turan Argun Sezer
Turan Argun Sezer
Turan Argun Sezer 1978 Ankara doğumlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi hukuk mezunu. Aynı üniversitede kültürel incelemeler alanında yüksek lisans yaptı ve şimdi Uludağ Üniversitesi ilahiyat fakültesinde din felsefesi alanında doktora yapıyor. Çeşitli felsefe ve kültür dergilerinde yazıları yayımlandı. Hayyam gibi testisini doldurmayı bekliyor.

Mesele insanı ve dolayısıyla erkekleri de tek kalıba sokan ideolojik angajmanların doğrudan, yetersiz ve vülger metafiziği. Siyasal İslam, ülkücülük veya feminizm fark etmiyor; hepsi kendi ruhuna göre insan tanımlıyor. Biz de bundan bıkıyoruz.

Geçen hafta gazetemizin değerli yazarlarından İrem Kabataş’ın “Güçlü kadın, güçlü Cumhuriyet”[1] başlıklı yazısı, dünyada politik umudun ne kadar kuvvetli ve kaypak bir illüzyon olduğuna dair düşünceleri aklıma getirdi.

İrem hanım, BBC’de paylaşılan bir habere dayanarak şiddet kullanan erkeklerin 13 özelliğini paylaşmış. Buyursunlar:

– Zaferleri ve flörtleriyle böbürlenir.

– Partnerine ya da ilişkiye vakit ayırmaz.

– Saygısızca davranır.

– Ana karakter olmak ister.

– Başkalarının duygularının onun için önemi yoktur.

– Kontrolcü ve sahiplenicidir.

– Eylemlerinin ve tepkilerinin nadiren sorumluluğunu alır.

– Eğer “kendi tipi” değilse, partneri de dahil olmak üzere başkalarını hor görür.

– Şakaları, sarkazmı ve ironiyi kötü davranışların tuzu biberi olarak kullanır.

– Kendi tatmini ve cinselliği önceliğidir.

– Yalan söyler.

– Çatışmadan kaçınır.

– Böler ve zafer kazanır.

Bu, “İsviçreli bilim adamları” diye başlayan üçüncü sayfa küpür haberlere çok benzeyen “pseudo-bilimsel” tasnif, arkasına bodyguard olarak aldığı politik angajmanla birlikte uçtukça uçuyor; binlerce yıl süren erkek egemen iktidarı tahtından indirmenin de hızıyla durdurmanın imkânı yok böyle söylemleri.

Herkes de elbette içinden biliyor ve fakat kendisine de itiraf edemiyor ki bu on üç özellik hepimizde kadın-erkek, alim-zalim, mağdur-mağdun, Abdurrahman Çelebi ve keçi fark etmeksizin var; hem de “hard-wired” olarak kodlarımıza işlenmiş bir şekilde.

Sistemin kendisi baştan bozuk olunca arada erkekler de kaynıyor doğal olarak. Bir şirkete lider mi istiyorsunuz? Yukarıdaki hasletlerin -olumlu ya da olumsuz olduğuna bakılmaksızın- bir ya da birkaçı kesinlikle olmalı. Hayatı boyunca özel sektörde yönetici pozisyonunda çalışan (düşük bir profil ve unvanda olmakla birlikte ben de öyleydim) herkes bu özelliklerin bazılarının olması gerektiğini bilir. Yalan söylemek, manipüle etmek ve bölmek özellikle çok önemli erdemlerdir bir yönetici için.

Şimdi tüm bu politik nümayişin diskurunu Tanrılara havale ederek yazıyorum bunları. Politik saçmalıkları bir kenara bırakalım; insan olmanın özellikleri arasında elbette saygısızlık yapmak da var, bölücü olmak da…İrem hanımın eğer bundan kastettiği bu özelliklerin kalıcı bir şekilde bazı insanlarda bulunduğu ise bu da yeteri kadar açıklayıcı değil maalesef.

Bir insanın bir “özelliği” onunla ne kadar karakteristik olarak “inherent” yani içseldir? Bazen politik görüşlerin paradoksu da bundan kaynaklanıyor. Her şeyin değişebileceğini iddia edip bazı insanlarda bu tür özelliklerin “içsel” olduğunu söylerseniz bazı şeyler değişmiyor demektir.

Şimdi bence hiçbir şey değişmiyor. Dünyada uluslar ortadan kalksa ve dünya tek bir federasyon olup bunun başına LGBTQ birisini koysak bile değişmeyecek. Ben felsefi bir deterministim ve insanın kader tanrıçaları ne yazmışsa onların ördüğü ipliklere tutunan zavallı bir varlık olduğu fikrindeyim. Ama beni boşverin; devrimci fikirler de belirli insan tiplerini tarif ederken kendilerince “dogmatik” gördükleri insan erdemlerini bir anda birilerine yapıştırırken hiç de bunu zül saymıyorlar.

Devrimci fikirlere, kadın hareketlere, cinsel yönelim hareketlerine vb. hiçbirine karşı prensipte karşı değilim. Sadece çok zayıf gerekçelere dayandıklarını, bilimsel ve mantıksal olmayan argümanlara sırtlarını yaslamakta çok acele ettiklerini düşünüyorum. Şiddet gösteren erkek profili de bunlardan birisi.

Eminim etrafımızda görmüşüzdür. Şiddet göstermeyi sevdiği halde yalancı olmayan, bölücü olmak gibi özellikleri olmayan insanlar vardır. Bu on üç özellik sanki, şiddet gösteren erkeklerin değil daha çok “sosyopati” yani bilimsel olarak tanımlanan adıyla “antisosyal kişilik bozukluğu”ndan mustarip kişileri tanımlamaya çalışıyor ama onda bile başarılı olamıyor.

Devrimci fikirlere, kadın hareketlere, cinsel yönelim hareketlerine vb. hiçbirine karşı prensipte karşı değilim. Sadece çok zayıf gerekçelere dayandıklarını, bilimsel ve mantıksal olmayan argümanlara sırtlarını yaslamakta çok acele ettiklerini düşünüyorum.

Çünkü yukarıda dediğim gibi bu tür özelliklerin psikolojik ve nöro bilimsel anlamda içsel karakteristikler olması gerekiyor. Hepimiz hayatımızın bir döneminde saygısız olmuşuzdur, şiddet de kullanmış olabiliriz, kontrolcü olmak istemişizdir vb. Ancak bu “özelliklerin” her biri insanı tanımlayan özelliklerdir genel olarak. Çünkü bizler insanız, belirli özellikler aslında bizi temsil etmiyor.

Bunu en güzel bir şekilde bilimkurgu ve fantastik eserlerde görürsünüz. Nasıl anlatılır? Star Trek’te Klingon’lar savaşçı, mert ve dürüst özellikleriyle bilinirler. Yüzüklerin Efendisi’nde Elflerin en yüce duygu ve düşünceler, en yüce sanat eserleri ve estetik için yaratıldığı söylenir. İnsan için savaşçı özellikleri olduğunu ya da yüce bir estetik özelliği olduğunu söylemek yeterli değildir. Çünkü insanlar tüm bu özelliklerin içinden gelip geçerler.

İnsan nedir sorusunun cevabı bu sebeple çoğu zaman geçiştirilerek verilmiştir. En “ilkel” kabul edilen yerliler paylaşımcı ve barışçı olabilirken senenin bir günü bir savaş esirini ya da düşman bir kabilenin esirini kurban edebilirler. İnsanın ne olduğu sorusu içinde ister istemez onu kesin olarak tarif edebileceğimiz kalıcı bir “özü” olup olmadığı cevabını barındırır.

Böyle bir öz var ve bu sorunun cevabı da başka bir yazının konusu olsun; ancak bu özü belirleyen özelliklerin her biri zaman ve diğer belirlenimlere bağlıdır. Bu sebeple insanın değişebileceğine inansak da bundan derin bir kuşku duyarız. Çünkü bu belirleyicilerin her birisi de zaman ve tarihin belirlenimlerine göre “değişir.” Değişen bir şey yoktur esasında. İnsanın trajedisi çok da değişmez. Çünkü onu belirleyen zaman her zaman bir öğütücüdür. İnsan da bu sebeple değiştiği varsayılan ancak hiçbir anda bile değişmeyen zaman dilimleri içinde yaşayan bir mahluktur.

Bu sebeple insanın karakteristikleri, belirli bir insanın karakteristiği hakkında kesin fikir vermez. Eğer bir işin elimizden gittiğini görüyorsak bunun için yalan söyleyebiliriz. Kontrolü elimizde tutmak için giderek bizi trajediye sokacağını bildiğimiz bir dizi yanlış davranışa sürüklenebiliriz. Eğer bu zaviyeden bakacak olursak tarih boyunca yaşamış tüm erkeklerin şiddete eğilimli olduğunu söylemek gibi yersiz bir genelleme ile karşı karşıyayız demektir.

Şimdi burada sorun sadece buradaki metafizik problemde yatmıyor. İnsan karakteristiğini oluşturan şeylerin kalıcı olup olmadığını söylüyorum. Aynı zamanda bu tür tespitlerin yarattığı daha tehlikeli bir durum var ki ben bundan bahsetmek istiyorum. Toplumsal unifikasyon ve steryotipleştirme.

Her şeyin değişebileceğini iddia edip bazı insanlarda bu tür özelliklerin “içsel” olduğunu söylerseniz bazı şeyler değişmiyor demektir.

Hepimiz biliyoruz ki modern insan tek tipleştirilmiş bir insan ve bu insanın belirli hukuki ve toplumsal standartlara uyması isteniyor. Eski çağlardaki gibi kervan yağmalayamıyor, toplumun istemediği şekilde yaşama olanağına sahip olamıyorsunuz. Devamlı surette yargılanıyorsunuz. Buraya kadar sorun yok. “Modernize” olmaya alıştık. Geçtim modernize olmayı, en mahrem bilgilerimizin bile bizi tektipleştirici bir tüketim karakterine indirgediği bir dünyadayız ve bu konuda da uzun vadede ne yapabileceğimizi bilmiyoruz.

Bu tür tespitlerin yarattığı daha tehlikeli bir durum var ki ben bundan bahsetmek istiyorum. Toplumsal unifikasyon ve steryotipleştirme.

Ancak sürekli yargılanıyoruz. Üstelik kriminal anlamda yargılanmadığınız zamanda bile. Kadınlara yönelik en ufak bir flörtöz hareket taciz kabul ediliyor, “woke” kültü etrafında toplanmış linç güruhları sizin toplumsal duyarlılıklara yönelik yapılmış bir filmi beğenmemenizi bekliyor ki sizi linç etsin.

Bunlar büyük meseleler değil bakıldığında. Kadınların tarihte ve şu an uğradıkları haksızlık ve şiddet ile kıyaslandığında da gerçekten sorun değil. Sorun zaten kadın hakları değil -ki İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir kararla çekinildiği kadar hukuksuzluğun ve eşitsizliğin kabul gördüğü Türkiye’de, bunu tartışmak ateşe körükle gitmek ve şiddet gören kadınları yok saymak demek.

Ancak mesele bu değil. Mesele insanı ve dolayısıyla erkekleri de tek kalıba sokan ideolojik angajmanların desert landscape (doğrudan) ve vülger metafiziği. Siyasal İslam, ülkücülük veya feminizm fark etmiyor; hepsi kendi ruhuna göre insan tanımlıyor. Biz de bundan bıkıyoruz.

[1] https://www.politikyol.com/guclu-kadin-guclu-cumhuriyet/ (giriş tarihi: 15.03.2023)

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Turan Argun Sezer
Turan Argun Sezer
Turan Argun Sezer 1978 Ankara doğumlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi hukuk mezunu. Aynı üniversitede kültürel incelemeler alanında yüksek lisans yaptı ve şimdi Uludağ Üniversitesi ilahiyat fakültesinde din felsefesi alanında doktora yapıyor. Çeşitli felsefe ve kültür dergilerinde yazıları yayımlandı. Hayyam gibi testisini doldurmayı bekliyor.
spot_img
PolitiYol Telegram'da
PolitikYol.com Podcast

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
56,305TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI