Ayrıcalıklı bir çemberin asli unsur olarak görüldüğü zümrevi siyaset sürekli eşitsizlik ve istikrarsızlık üretir. Eşitsizlik baskıcılığı, baskıcılık daha fazla eşitsizliği üretir. Ayrıcalıklı çember, devletin kaynaklarını sonuna kadar kendi lehine kullanmaya yönelir. Kendi zenginlerini yaratıp güçlendirirken, herhangi bir denetim mekanizmasına tahammül edemez.Bu kutsal devlet anlayışı sadece Türkiye’ye özgü değil elbette. Bunu savunanlar kendi devletlerinin biricikliğine vurgu yapmayı sevseler de Rusya’da, İran’da veya Hindistan’da da devleti bu şekilde yücelten ideolojiler mevcuttur. Bahsedilen ülkelerin tümünde de devlet güvenlik dışında etkin işleyemez ve dar bir zümreye hizmet eder. Erdoğan’ın kendisini İkinci Abdülhamid’le “doğal” bir süreklilik üzerinden tanımlama çabası da bununla ilişkilidir. Aslında bu seçimle gelen bir gurubun kendisini doğal aristokrasi olarak görmeye başlaması ve sandıktan başka meşruiyet kaynaklarına da sahip olduklarını iddia etmeleri durumudur. İma edilen ve bazen de açıktan söylenen şudur: Bugün devleti yönetenler “Millet’in hakiki evlatlarıdır”. “Devlet-Millet kaynaşması uzun bir parantezden sonra nihayet yeniden ihya edilmiştir.” Sandıktan artık zümreleşen bu kesim aleyhine bir tercih çıkarsa bu da olsa olsa bir “kazadır” ve geçici bir yanılgıdır. Bu anlayışın seçimlere eşit koşullarda gidilmemesini doğal kabul etmesi ve nihayet seçim sonuçlarını dahi tanımayacak bir ruh haline savrulması, aslında dar bir zümre olduklarının bilincinde olduklarını ve varoluşsal güvensizlikten bir türlü kurtulamadıklarını da gösterir. Zümrevi siyaseti aşabilecek en etkili yöntem, ısrarla devleti tüm kamunun ortak aracı haline getirmeyi savunmak ve yine ısrarla sandık yoluyla barışçıl iktidar değişiminde diretmektir. Bugün devleti ele geçirenler, ayrıcalıklı bir çemberin içine kimi alıp almayacakları üzerinden bir reel tanımlama içerisindedirler. Anayasa ve yasalara rağmen, bu çemberin dışında kalmaları “gerekenlere” dair örtük bir işleyiş kodu mevcuttur. Sözgelimi hangi etnik, dini veya ideolojik guruptan olanların hangi görevlere gelemeyeceklerine dair örtük bir anlayış birliği söz konusudur. Ayrıcalıklı bir çemberin asli unsur olarak görüldüğü zümrevi siyaset sürekli eşitsizlik ve istikrarsızlık üretir. Eşitsizlik baskıcılığı, baskıcılık daha fazla eşitsizliği üretir. Ayrıcalıklı çember, devletin kaynaklarını sonuna kadar kendi lehine kullanmaya yönelir. Kendi zenginlerini yaratıp güçlendirirken, herhangi bir denetim mekanizmasına tahammül edemez. Bu da aslında otoriterleşmenin bir ekonomi politiği olduğunun göstergesidir. Otoriterleşme Türkiye örneğinde olduğu gibi, kaynakların bütünüyle denetim altında tutulabilmesi için hem vesayetçi hem de ultra-merkeziyetçi bir zihniyetin oluşmasını kaçınılmaz kılar.
Devleti yönetenlerin sivil toplum ve yerel yönetim dinamizmini tehdit değil bir kazanım olarak görecekleri bir siyasal düzeni mutlaka inşa edeceğiz. Devlet, yerel yönetimler ve sivil toplumun ortak niteliği, aslında kamunun bileşenleri olmalarıdır.Dikkat edilirse zümrevi siyaset hem piyasa kaynaklı hem de devlet kaynaklı eşitsizliklerin yoğun olarak yaşandığı, iç içe geçtiği bir sistem yaratır. Eğer devleti ellerinde tutanların makbul saydığı bir yurttaş değilseniz, iktisadi ayrıcalıklara sahip olmanız veya korumanız da zorlaşır. Dahası zümrevi siyaset üretkenliği değil baskı ve denetimi önceler. Üretici güçlerin aktörleşmelerini ve güç biriktirmelerini tehdit olarak algılar. İktisadi dinamizmden de ürker. Ayrıcalıklı bir çemberi koruma ve güçlendirme eksenli zümrevi siyaset ne refah ne de özgürlük üretemez. Kendi makbul yandaşlarının kayırılmaları üzerinden işlediği için de kurumsallaşma yerine şahsileşmeyi dayatır. Böyle olunca da çadır ve maske üretemeyen, çadır ve maske üretmesi ve dağıtması gereken devlet kurumlarını farklı hiziplerin kendi yandaşlarını kadrolaştırdıkları alanlar olarak gören bir zihniyet, bizi dar bir koridora hapsetmeyi kendi ayrıcalıklarını sürdürmenin yegâne yolu olarak görür. Aslında bu dar koridordan çıkışının nasıl olacağını da tarih ve karşılaştırmalı siyaset bize fısıldar: Devleti tüm kesimlere açmak ve kamunun devleti hâline getirmek. Bu mekanizmalar da kendi başlarına yeterli olmaz. Siyasal sistemimizi güç, yetki ve sorumluluğun paylaşılabildiği ve iktidarın seçimler yoluyla ve barışçıl bir biçimde değiştirilebildiği çoğulcu bir zemine oturtmamız gerekiyor. Son deprem felaketi bir kez daha gösterdi ki, bu yolda son derece önemli bir avantajımız var: Beşeri sermayemiz ve sivil toplumumuz son derece nitelikli ve enerjik. Yine bizi Ortadoğu devletlerinden net bir şekilde farklılaştıran bir yerel yönetim pratiğimiz var. Devleti yönetenlerin sivil toplum ve yerel yönetim dinamizmini tehdit değil bir kazanım olarak görecekleri bir siyasal düzeni mutlaka inşa edeceğiz. Devlet, yerel yönetimler ve sivil toplumun ortak niteliği, aslında kamunun bileşenleri olmalarıdır. Bu üç unsur yer yer siyasi rekabet eksenli de olsa (siyasal düşmanlık değil siyasal rekabet) bir arada çalışmayı başarırsa ülkemiz, dar koridordan çıkarak refah ve hürriyet üreten bir sisteme kavuşur. Millet İttifakı’nın Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ve onu tamamlayan 85 Anayasa maddesi önerisi ve nihayet yakın zamanda kamuoyuyla paylaşılan Ortak Politikalar Mutabakat Metni, temelde kamu için devlet mekanizmasının nasıl hayata geçirilebileceğini somut olarak ortaya koymaları bakımından değerlidir ve bu yönleriyle tarihin doğru tarafında konumlanmaktadır. Bugün toplum kapasitesi, devlet kapasitesinin bir hayli önüne geçmiştir. Sivil toplumun ve yerel yönetimlerin önünü açan, güç, yetki ve sorumluluk paylaşmayı odağına oturtan bir anlayışı muhakkak inşa edeceğiz ve bu dar koridordan özgürlüğe doğru yol alacağız…
Editör: TE Bilisim