Geçenlerde Enerji Bakanı da yeni bir keşif müjdesi verdi. Bahsettiği keşif yeni bir “toprak elementiymiş”.  Bu elementin ne olduğunu, periyodik cetveldeki yerini anlamasak da sevindik tabii ki. Ne işe yaradığını bilmesek de bizleri mutlu etti bu haber... Eskiden tek kanalın olduğu Türkiye’de, tarihi kahramanlık filmleri gösterilirdi milli bayramlarda. Bu filmler bazen Osmanlı döneminden bir kahramanı konu edinirken, bazen de milli mücadele yıllarındaki kahramanlıkları anlatırdı. Seyretmeseniz olmaz. Varsa, yoksa tek kanal. Aslında severdik de bu filmleri. Milli duygularımız kabarır, gururumuz ve egolarımız okşanırdı.  Ecdadımızın o günlerdeki kahramanlıklarını görmek mutlu ederdi bizleri. Maalesef şimdi bunlar yapılamıyor. Artık çok kanalımız ve birçok seçeneğimiz var seyretmek için. Bu filmlerin eski önemi kalmadığı gibi, eskisi gibi de etkisi yok toplumda. Bir de buna kuşak değişimi eklenince, toplumun egolarını besleyecek eylem ve olaylar değişiyor ister istemez. Maalesef o eski filmlerin yerini başka hikayeler alıyor vatandaşın egolarını tatmin edebilmek için. Maalesef ülkemizde kamuoyunun duygularına hitap eden söylemlerin çoğu erkek merkezli kahramanlıklara ve ülkenin asırlardır maruz kaldığı geri kalmışlığın yaratığı ezikliği giderecek zenginlik arayışlarına dayanıyor. Kendi kabiliyetlerine ve alın terine güvenmek yerine, yıllardır izini kaybettiği zengin uzak bir akrabanın ölümü sonrasında büyük bir mirasa konma hayali neredeyse tüm toplumu kaplamış durumda. Bu, bir bakıma kısa yoldan zengin olma hayali. Koca koca bakanlar, devlet adamları böyle bir mirasın kendilerine kaldığını her gün televizyon ekranlarında tekrarlayıp duruyorlar. Vatandaş ise, hayatın gerçekleriyle ilişkilerini kopartan, kısa süre de olsa ona sahte bir mutluluk yaşatan bu söylemleri huşu içinde dinliyor. Belki de inanıyor o uzak zengin akrabanın varlığına. Cehaletin uyuşturduğu dimağlar sorgulayamıyor söylenenleri. Kolayı seçiyor, inanarak. Toplumun zaaflarından beslenen bir siyasi hareket olduğu için de, AKP’nin bu konudaki yaratıcılığı gerçekten parmak ısırtacak düzeyde. Siyasilerin iddialarının karşısında durmanız, özellikle bu siyasi harekete körü körüne bağlı kesimlerde yanlış anlamaların oluşmasına ve buna müteakip haklı itirazlarınızın bile görünmemesine neden oluyor. Özellikle bugünkü gibi siyasetin dozunun arttığı ortamlarda, tüm siyasi partiler vatandaşın duygularına dokunmaya çalıştıkları için, onlara mutluluk ve güven veren propaganda amaçlı söylemlere direnmek imkânsızı oluyor.
Seçim sathı mahalline girdiğimiz günden itibaren, her yerden doğal kaynak fışkırmaya başladı. Bir kesim keşiflerden gurur duyarken, bir kesim güven duymamayı tercih ediyor. Bizim gibiler ise haberleri anlamlandırmaya çalışıyor.
Seçim sathı mahalline girdiğimiz ilk günden itibaren, ülkemizin her yerinde doğal kaynak fışkırmaya başladı. Neredeyse Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına kadar el değmemiş ne kadar doğal kaynağımız varsa, bir sebepten ötürü 2023 yılında keşfedilmeyi beklemiş. Bor madeni daha önceleri bulunmuş ve kamuoyunun bilgisinin olduğu bir madenimizdi. Her ne kadar ekonomimize büyük bir gelir katkısı yapmasa da, en azından hayatımızın içinde varlığından haberdar olmuştuk.  Bu maden de geçmişte çok kullanıldı ama kamuoyu bor madenini kanıksadı artık. Şimdilerde yeni petrol ve doğal gaz rezervlerinin keşfedilmesi neredeyse sistematik bir şekilde kamuoyuna duyurulur oldu. Bu haberlerin veriliş tarzı, konunun yandaş basın ve resmi yetkililerce ele alış şekli bir inandırıcılık sorunları ortaya çıkarsa da, kamuoyunda etkisi hala var bunların. Bir kesim bu keşiflerden gurur duyup, makûs kaderlerinin yenildiğini düşünürken, bir kesim de söylenenlere güven duymamayı tercih ediyor. Bizim gibiler ise, bu haberlerin anlamlandırmaya, doğrulamaya çalışıyor. Ama daha da önemlisi bu haberlerde yer alan rezervlerin ekonomimiz ve toplumsal refahımız açısında ne anlama geldiğini anlamaya çabalıyor. İktisat bilimi de bu amacı yerine getirebilmek için çok önemli imkanlar sunuyor. İnsan önce neden her şeyin keşfinin 2023 yılına denk geldiğini merak ediyor doğrusu. Bunun açık, resmi bir cevabı yok. Ama uzunca süre el altından, siyasi iktidara yakınlığı olan kesimlerin yaydığı yanlış bilgilerle, buna dolaylı bir cevap veriliyordu. Sözüm ona Lozan Antlaşması Türkiye’nin kendi doğal kaynaklarını çıkarmasına yüz yıl süreyle kısıtlama getirmişti. Malum 2023 yılı Cumhuriyetin yüzüncü yılı olduğu için, bu kısıtlama kaldırılıyordu. Bu sebeple Türkiye, tam da AKP’nin iktidarda olduğu bir dönemde, yüzüncü yıla girerken bu madenleri keşfedebilmekteydi. AKP’nin dirayetli yönetimi sayesinde bu kısıtlamalara başkaldırdığımız ve madenlerimizin gün yüzüne çıkarttığımız yönündeki bir imajı kamuoyunda yayılmaya çalışılıyordu.
Bir kuşak için kamuoyunda bilinirliği en fazla olan konu petrol olduğu için, o günlerde siyasilerin gündeme getirebildiği en değerli maden petrol olmuştu. Hatta uğruna şarkılar bile yazılmıştı. Sonra bu değişti…
Bugün haberi yapılan keşiflerin benzerleri Cumhuriyetimiz yüzüncü yılına girmeden önce de yapılmıştı. O dönemlerde kamuoyunda kabul gören keşifler petrol rezervleriyle ilgili olanlardı. Malum, benim kuşak için 1970’lerdeki petrol şoklarının etkileri önemlidir. Bir kuşak için kamuoyunda bilinirliği en fazla olan konu petrol olduğu için, o günlerde siyasilerin gündeme getirebildiği en değerli maden petrol olmuştu. Hatta uğruna şarkılar bile yazılmıştı. Sonra bu değişti.  Bugün kamuoyunda doğal gazın bilinirliği ve önemi çok fazladır. Neredeyse her evde kullanılıyor olması ve aile bütçesini etkileyen önemli bir maliyet unsuru haline gelmiş olması sebebiyle, günümüzde siyasilerimizin bolca doğal gaz rezervi keşfetmeleri doğal karşılanmalıdır. Bu haberlerle vatandaşa, artık eskisi kadar yüksek maliyetlere katlanmadan doğal gaza erişilebileceği söylenmeye çalışılıyor. Tüm bunlarla kendi malımızı evlerimizde, muhtemelen daha düşük maliyetlere katlanarak tüketmeyi beklememiz söyleniyor. Geçenlerde Enerji Bakanı da yeni bir keşif müjdesi verdi. Bahsettiği keşif yeni bir “toprak elementiymiş”.  Bu elementin ne olduğunu, periyodik cetveldeki yerini anlamasak da, sevindik tabii ki. Ne işe yaradığını bilmesek de, bizleri mutlu etti bu haber. Malum, ülkemizde var olan kromun II. Dünya Savaşı yıllarında ülke ekonomisine nasıl katkı sağladığını biliriz, anlatırız. Bu “nadir” elementin de böyle bir şey olduğu sonucunu çıkarttık, bize açıkça söylenmese de. Malum; bu bilgilerin doğruluğunu teyit edebilecek bilgilere erişimimiz yok. Ama böylesine önemli keşif haberlerinin kaçınılmaz olarak ekonomiye yansıyan etkilerinin olması beklenir. Bu etkilere bakarak haberin doğruluğunun ve iktisadi anlamını teyit edilebilmesi mümkün.  İktisat bilimi böyle bir irdeleme yapabilmemize olanak sağlıyor. Ülkemiz kamuoyunun bilime mesafeli duruşu ve şüpheci yaklaşımı, siyasilerin iddialarını sorgulamaya gönülsüz olmalarına neden oluyor. Ancak yine de, son günlerde kamuoyu gündemine giren bu “keşifleri” ekonomide görmeyi beklediğimiz etkilerine bakarak değerlendirmek mümkün. İktisat literatürü, değerli bir doğal kaynak keşfinin ardından, bir ülkenin tüketiminin finansmanı için gerekenden çok daha fazla döviz akımına maruz kalabileceği ve bunun da birtakım ekonomik sorunlara yol açabileceği söyler. Böyle döviz akımları konu olan ülkede bir döviz “bolluğu” yaratır. Tıpkı Orta Doğu ülkelerdeki petrol ihraç gelirlerinin yarattığı bolluk gibi. Bu ülkelerde kazanılan dövizler harcayabileceklerinden çok fazla olduğu ve bu dövizin ne kadarının tüketimin finansmanına yönetileceğinin çok iyi belirlenmesi gerektiği bilinir. Bu döviz bolluğu iyi yönetilmezse, bu bolluğu o ülkeler için bir “lanete” dönüşebilir. Paranın her daim bir ülkeye saadet getirmediği anlaşılır. Gelen dövizlerin içeride harcamaya dönüşebilmesi ulusala para birimine yönelik talebi körükler ve yerel paranın değer kazanmasına yol açar. Bununla birlikte, bu akım iyi yönetilemezse, yurtiçinde para arzının artmasına da neden olur. Artan para arzı ve beraberinde artan mal ve hizmet talebi ülke içinde enflasyon yaratır. Bir yandan enflasyon, diğer yandan değer kazanmış para birimi bu bolluğun en önemli lanetlerini oluşturur. Döviz bolluğu ile ortaya çıkan bu lanet, 1960’larda Hollanda’da bulunan zengin doğal gaz rezervlerinin ekonomide ortaya çıkardığı olumsuz etkilere dikkat çekmek için  “Hollanda hastalığı” (Dutch disease) olarak adlandırılmıştır. Türkiye’deki iktisat yazınında çok ele alınan bir konu olmadığı için, biz bunu “bolluğun laneti” demeyi uygun görüyoruz. Böyle döviz bolluklarının ekonomilerde yarattığı birçok olumsuz etkiler olabilir. Ama en önemlisi, aşırı döviz bolluğunun ulusal paranın değer kazanmasıyla sonuçlanmasıdır. Türkiye 2000’li yılların başında, herhangi bir doğal kaynak veya ihracata gerek duymadan, sırf borçlanma imkanlarının bollaşmasıyla, ihtiyacından fazla dövize erişebilmiş ve benzeri bir bolluğun etkilerini tecrübe edebilmiştir. Bugün için artık Türkiye borçlanmaya bu kadar kolay erişemiyor. Bu yüzden ihracat gelirlerine bağımlılığı artıyor. Siyasiler pek istemeseler de TL’nin değerinde ayarlama yapmak, değer kaybına müsamaha göstermek zorunda kalıyorlar.
Ekonomi için bu denli önemli olan keşiflerin ardından, hatta ülkenin şiddetli döviz açıklarına maruz kaldığı bir dönemde, neden bu haberlerin ardından ulusal para birimimiz TL değer kazanamıyor?
Şimdi iktidarın bu doğal gaz ve/veya “nadir toprak elementi” keşifleriyle ülkenin dünyadan döviz hücumuna uğrayacağı, bunun da vatandaşa refah olarak döneceği ima edilmeye çalışılıyor. Öyle ya, vatandaş geçmişteki iktidarların yapmadığı, bugün AKP iktidarının akıl edip çıkarttığı doğal kaynak üretimi ile çalışmadan, oturdukları yerden zengin olacaklar. Vaat edilen ve vatandaş tarafından algılanan budur. Burada vatandaşın refah artışının kaynağı üretmek değil, değer kazanmış TL ile daha fazla yabancı mal alabilme gücünün artmasıdır. Bu ekonominin cari açığını artırsa da, vatandaşın yapacağı daha yüksek tüketim ile refahı da artacağı için kimsenin önemseyeceği bir durum olmayacaktır. Buna kim hayır der ki? Bu keşif haberlerinin ardından kanımca sorulması gereken soru şu: Ekonomi için bu denli önemli olan keşiflerin ardından, hatta ülkenin şiddetli döviz açıklarına maruz kaldığı bir dönemde, neden bu haberlerin ardından ulusal para birimimiz TL değer kazanamıyor? Böyle bir haberin ardından, fiili olarak döviz girişi olmasa bile, dışarıda bu haberlerin inandırıcı bulunsaydı, Türkiye için borçlanma olanaklarının artması, risk primlerinin düşmesi, nihayet bizlerin dünyadaki mali piyasalara kolayca erişebilmesi gerekirdi. Neticede tüm bu gelişmeler TL’nin değer kaybetmesine değil, kayda değer miktarda değer kazanmasına neden olmalıydı.  Böyle değerli doğal kaynaklara sahip olacak bir ülkenin bugün borçlanmada sıkıntı yaşamaması ve şu an ödediği o yüksek faizleri ödememesi gerekirdi. Bu yüzden bu haberleri yapan iletişimciler ve resmi makamlarla polemiğe girmeden, sadece dile getirilen iddiaların ekonomide yarattığı etkiye bakarak bu haberleri çok inandırıcı bulmadığımı ifade etmek isterim. Bunun yorumunu öncelikle iddia sahiplerine, sonra da kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum.