Perşembe, Nisan 18, 2024

Dinin hazan mevsimi

Enes madalyonun sadece bir yüzü. Ceylan Önkol, Berkin Elvan, Eren Bülbül ve daha birçok çocuğumuzu, gencimizi kime, hangi “tarikata” kurban verdik biz?

Enes Kara, bir cemaat evinde intihar etti. Kendisini ölüme sürükleyen hususları yazılı ve görsel olarak ardında bıraktı. Ailesinin dayattığı şartlar ve devletinin zorladığı yönelimler Enes’i bu yola sürükledi.

Toplumun bir kesiminden yükselen “Tarikat ve cemaatler kapatılmalı” sesine karşılık iktidar cenahı “Ölüm üzerinden ayrışma üretilmemeli” minvalinde açıklamalar yaptı. Her iki çıkış da konunun esasına temas etmekten uzak.

Elbette tarikat ve cemaatler şeffaf ve denetlenebilir olmalı. Gerektiğinde hesap vermeli. Lakin onları kapatmak isteyenler, çok tanıdık bir hatayı tekrar ediyorlar. Dini periferilere iten ve onu bir devlet dairesine çeviren eski tip laiklik, milleti, merdiven altı tarikatlara ve onların şekilci, sığ İslam yorumlarına mahkûm etti. Hikâye eski, kökü derinlerde.

Ne demişti Nietzsche, “Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu biz öldürdük.” Biz de öldürmek üzereyiz, ne kadar farkında dindarlar ya da dine ehemmiyet verenler bilmiyorum ama mevcut gidişata dur diyemedikleri taktirde, koşar adım gidecekler acı sona.

Din hazan mevsimini yaşıyor, uzunca bir kışa girecek. Bu artık kaçınılmaz. Aymaz bir istismara ve talana uğradı din, özellikle son on yılda. Vitrine çıkan “dindarların” yozlaşmaları, haksızlıklarına ayetleri zırh edinmeleri, yaşattıkları sefaletin faturasını Allah’a kesmeleri ve halk katındaki dindarların da buna olan kayıtsızlığı İslam’a ağır yara aldırdı.

Gönülden kılınmayan namaz için ne diye zorlarsınız ki insanları. Neden bunalttınız Enes’i. Bakara Suresi 256’ncı ayet “Dinde zorlama yoktur” diye başlamıyor mu? Bu ayetin tefsirinde “İnanma ancak serbest irade ile karar vermeye ve tercih etmeye dayanır” demiyor mu? Maun Suresi 4-7’nci ayetler “Vay haline o namaz kılanların ki, onlar namazlarının özünden uzaktırlar, onlar halka gösteriş yaparlar, hayra da engel olurlar” diye ikaz etmiyor mu? Kim bu halka gösteriş yapanlar, bu nümayiş içerisinde Allah’ı aldattığını zanneden gafiller kim?

Vitrine çıkan “dindarların” yozlaşmaları, haksızlıklarına ayetleri zırh edinmeleri, yaşattıkları sefaletin faturasını Allah’a kesmeleri ve halk katındaki dindarların da buna olan kayıtsızlığı İslam’a ağır yara aldırdı.

Müslümanlar Kuran’ın dönemsel kaidelerinin peşini bırakıp özüne, vazettiği ilkelere odaklanmadıkları müddetçe, kapıldıkları bu fırtınadan çıkamayacaklar. Bunu daha önce de yaşadılar, gene yaşayacaklar. Ritüellerin büyüsüne kapıldıkça, kopacaklar ezberlerindeki ayetlerin hakikatinden.

Cuma hutbeleri gündelik siyasete alet edildi. Selalar siyasi propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başlandı. Umreler turistik gezilere evrildi. İftar sofraları israf sofralarına dönüştü. Alimler sultan sofrasına meze oldu. Tevazu sahibi olmayı gerektiren inanç kibrin kırbacına dönüştü. Dindarlar imtihanı kaybetti.

Müslüman doğmak kimseyi Allah katında ayrıcalıklı yapmıyor ya da Müslümanım demek kimseyi kusursuz kılmıyor. Birileri çıkıp diyor ki “Müslüman hırsızlık yapar mı, yalan söyler mi, zulüm eder mi?” Hepsini ve hatta daha da fazlasını yaptı, yapıyor ve yapacak. Ne diyor hadis-i şerifte “Bir zaman gelecek, insanlar camileri dolduracak lakin içlerinde hakiki tek mümin olmayacak” Müslümanlık inançken siz onu alır bir kimliğe dönüştürürseniz tüm bu olanları kabul edemez veya etmekte zorluk çekersiniz.

Sınıfların doğal yollardan oluşmadığı toplumda, kimileri devletin imkânları ile yaratılan burjuvazi ve bürokrasi üzerinden kimliklerini tanımlarken, kimileri de devlete ulaşamamalarından kaynaklı, devletin ötekileştirdiği dine tutunarak kimliğini oluşturdu. Yani din bir nevi araçsallaştırıldı. Devlete ulaştıkları anda yaldızlarının dökülmesinin sebeplerinden birisi de bu.

Bu iki kutbun ortak noktası ise, ikisi de değerler hiyerarşisinde devletin aileden, ailenin de bireyden üstün tutulduğu bir zihniyet yapısına sahip. Yani aslında bir seküler ile bir tarikat ehli esaslarda ayrılsalar da usullerde bir olabiliyorlar. Böyle olunca da yeri geliyor devlet yeri geliyor aile kendi arzuları ve doğruları uğruna kurban edebiliyor bireyi.

Enes madalyonun sadece bir yüzü. Ceylan Önkol, Berkin Elvan, Eren Bülbül ve daha birçok çocuğumuzu, gencimizi kime, hangi “tarikata” kurban verdik biz? Coğrafya kader derler, değil. Bu çocukların kaderini ortak kılan, farklı olduğunu iddia eden bizlerin, zımni ortaklıkları.

Acının, ölümün kimliği olmaz. Tepkilerimiz ölüme değil de ölene veya öldürene göre değiştikçe, değişmeyecek tek şey ölüm olmaya devam edecek. Her birimiz kendi yarattığımız putu devirmeden, aramızdaki duvarları deviremeyeceğiz.

Enes’in intiharına giden yolun taşlarını ailesi, toplum ve devlet el birliği ile döşedi. Elbette herkesin sorumluluğu bir değil, çapı da çeperi de farklı ama kendi payımızı yok sayarak kurduğumuz her cümlede bir sonraki taşı döşüyoruz o yola. Umarım çocukların öldürülmediği bir gelecek inşa edebiliriz. Aksi halde bir sonraki kurban kendi evimizden çıkabilir.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI