Cuma, Mart 29, 2024

Dil koparanlar, bir Ömür’e sebep olanlar

Bu hafta genç bir sağlık çalışanı katledildi: Ömür Erez. Kadınlar öldürülmeye devam ediyor, peki neden? Avukat Tuba Torun, kadınlara yönelik bitmeyen şiddetin nedenlerini yazdı.

Erkek, Kartal’da bir börekçiden çıkıp Aile Sağlığı Merkezi’nden içeri giriyor. Hemşire kadın ayaklanıyor. Erkek silahını çıkarıyor. Artık ne diyorsa kadın anlıyor ve silahtan sakınmaya, saklanmaya çalışıyor ama küçücük yer nasıl sakınsın. Erkek kadına yaklaşıyor. O yaklaştıkça kadın boynunu içine çekiyor, hani olur ya, duvara sığınıyor, biraz daha duvara…

Sonrası Ömür Erez için yok.

Rahmi Uygun denilen cani ve bizim için var.

Sonrası, Rahmi Uygun denilen cani için hep vardı. Adli sicil kaydında; Kasten Yaralama, Tehdit, Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma, Evrakta Sahtecilik gibi suçlardan oluşan toplam 20 kayıt bulunan bu suç makinesi için, he işlediği suçtan “sonrası” hep vardı. Dışarıda. İçeride değil. İnsanların arasında. Öyle elini kolunu sallayarak. Börek yiyip sonra insan öldürmeye giderek…

Canavarca hisle ve tasarlayarak insan öldürme. Nitelikli hali. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alması gerekir. Ama artık hiçbirimiz emin değiliz. Acaba alır mı? Yoksa Emine bulut cinayeti gibi “tasarlayarak değil ama canavarca hisle” denilerek veya yüzlerce şiddet vakası gibi bir haksız tahrik indirimi alıp (iyi hâl olamaz normalde -ama normalde- 20 suç kaydı var) üzerine bir de infaz indirimi, af gibi bir şey yapıştırılıp 5-10 yıl sonra aramıza tekrar döner mi bu cani?

İlk ifadesinde demiş ki; “Borç para vermiştim, istedim, geri vermedi. Tartıştık, sonra kendimi kaybettim”. Savunmaya bak. Haksız tahrik indirimi verin, diyor yani. Akıllı olduğu için mi? Hayır. Dünyanın en aptalca savunması. Yukarıda olay belli, börek yiyip silahla gitmiş, vurup çıkmış, tartışma falan yok. Olsa da hiçbir şey değişmez. Ama işte bu aptalca savunmaya prim veren bir yargımız var bizim. Şimdi, gelelim gerçeklere:

Burada tartışılması gereken iki boyut var. Ömür Erez hem bir kadın hem de bir sağlık çalışanıydı. Her iki bakımdan da ciddi sorunlarla ve çözümsüzlükle/politikasızlıkla karşı karşıyayız.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2021 yılında 280 kadın öldürüldü, 217 şüpheli ölüm var. Cinayet rakamlarına baktığınızda önceki yıllara oranla düşmüş görünüyor, fakat düşmedi. Bu rakamlar zaten basına yansıyan kadarı. Fark ettiyseniz cinayet rakamları kadar “şüpheli ölümler” var. Nedir şüpheli ölüm? Cinayet olup olmadığı şüpheli olan ölümlü vakalar. Örneğin, görünüşte bir intihar vakası; fakat cinayet şüphesi var. İşte bu vakalar arttı. Çünkü yasalar o kadar etkin uygulanmıyor ki failler kendilerini savunmayı öğrendiler.

“Ben öldürmedim o intihar etti” diyebilecek kadar tecrübeliler ve ne yazık ki “Şüpheli ölümler”, “Kayıp kadınlar” diye kavramlar var artık. Bakmayın, İç İşleri Bakanı’nın Meclis’te cinayet oranları düştü dediğine. Devlet, veri tutma yükümlülüğünü dahi yerine getirmiyor bu konuda. Bir rakam veriyorlarsa da şüpheli ölümlerin hesaba dahi katılmadığı, kadın derneklerinin basın üzerinden tuttuğu rakamların bile altında şaibeli rakamlar. Özetle, durum daha vahim aslında. Artık hakikatin de perdelendiği, faillerle hükümetin el ele tutuşup ilerlediği bir yolda sesimizi duyurma çabasındayız.

Kadının insan haklarına ilişkin müftülük yasası, istismar failine kademeli cezalandırma gibi asla dile getirmediğimiz ve getirmeyeceğimiz, laikliğe ve kazanılmış haklarımıza yönelik saldırı teşkil eden düzenlemeler yapılıyor.

Sağlık çalışanları bakımından da durum son derece vahim. Sağlık çalışanlarının Ömür Erez için yapmış oldukları basın açıklamasında bahsedilen rakamlara göre; son 6 ayda sağlıkta 200 şiddet vakası yaşanmış ve toplam 361 saldırgan tarafından gerçekleştirilmiş. 2021 Sağlıkta Şiddet Raporu verilerine göre ise 2021 yılı boyunca 316 sağlık çalışanı şiddete maruz bırakılmış. Bunlar çok ciddi rakamlar ve giderek daha çok duyuyoruz.

Her iki durum bakımından da bu tablo tesadüf değil. “Cezasızlık” kavramını hemen her gün zikretmemize rağmen, ülkede bu kavramı neredeyse duymayan kalmamasına rağmen, iktidar bu konuya kulaklarını tıkamış durumda. Öyle olsa gerek ki, yıllardır dile getirdiğimiz çözümler bir türlü uygulamaya geçirilmiyor. Örneğin, kadının insan haklarına ilişkin müftülük yasası, dini nikâh kıyanlara cezaların kaldırılması, istismar failine kademeli cezalandırma gibi asla dile getirmediğimiz ve getirmeyeceğimiz, laikliğe ve kazanılmış haklarımıza yönelik saldırı teşkil eden düzenlemeler yapılıyor. Şiddeti önlemek üzere dünyadaki gelmiş geçmiş en detaylı ve özel sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nden bir erkeğin kararıyla tek gecede hukuka aykırı şekilde çekiniliyor, nafakanın sınırlandırılması, aile arabuluculuğu, evlilik halinde istismar failine af gibi korkunç öneriler ileri sürülüyor ve yıllardır söylemekten dilimizde tüy bitiren önerilerimiz duyulmuyor.

Sağlıkta da aynı şekilde; sağlık çalışanları uzunca bir süredir, kendilerinin de istişare masasına davet edilmesiyle hazırlanacak özel bir “Sağlıkta Şiddet Yasası” istiyorlar fakat bırakınız yapmayı, bu yasa teklifinin görüşülmesi önerisi dahi AKP-MHP oylarıyla reddediliyor. 2020 yılında sağlıkta şiddet vakalarında kısmen bir ceza artırımı yoluna gidilmişse de her zaman söylediğimiz şey şudur; şiddet üreten zihniyetler engellenmedikçe ceza artırımı çok da bir işe yaramaz. Kaldı ki, yapılan bu artırım yeterli de değildi, sağlık çalışanları bu anlamda daha ciddi bir artırım talep etmekteler.

Yine her iki başlık için etkin cezalandırma olmadıkça isterseniz cezaları bin yıl yapın hiçbir işe yaramaz. Ortada bir şiddet vakası varsa, burada iyi hâl veya haksız tahrik indirimi uygulamamalısınız. Ezilen kesimlerin, dezavantajlı grupların, sağlık çalışanları gibi artan şiddet seyrinin izlendiği meslek gruplarının maruz bırakıldığı şiddet vakalarında tutuklama tedbirine mümkün olduğunda başvurmak durumundasınız. Hükmün açıklamasını geri bırakıp veya infaz affına dahil edip failleri sokağa salarsanız hem bu kişileri hem de potansiyel failleri suç işlemeleri için cesaretlendirmiş olursunuz. İşte “cezasızlık” tam da budur. “Aman canım ne olacak en fazla 3-5 ay yatar çıkarımdır”. Bunun viral bir videosu bile var. Fail, kadını kan revan içinde bırakarak darp ederken “3-5 ay yatar çıkarım” diyor. İşte bu tesadüf değil, hükümetin politikasızlığı veya kötü politikası ile bu politikanın yargıya sirayetidir.

Cezasızlık, işin ceza hukukuyla ilgili kısmı. Ceza hukuku ise vaka vuku bulduktan sonrası. Oysa bir de öncesi var. Yani, önleyici-koruyucu tedbirler ve uygulanması.

İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği önleyici ve koruyucu tedbirleri en detaylı şekilde el alması. Yürürlüğe girdiği 2014 yılından itibaren Sözleşme’nin uygulanması için sivil toplum olarak ciddi şekilde çaba harcadık; fakat bırakın uygulanmasını, Sözleşme’yi “eşcinselliği yayıyor” gibi bahanelerle kendilerince şeytanlaştırma yoluna gittiler. Sözleşme uygulandığında şiddetin azalacağı kesindi.

İşte “Şiddete ve cinayetlere rağmen evlilik” motivasyonu, vaziyeti bu noktalara kadar getirdi.

Lâkin, iktidarın temel derdi şiddetin azalması olmadı hiçbir zaman. Bilakis şiddetten ve kaostan beslenen iktidarın kadınlar için başka planları vardı. Daha çok evlilik, çocuk yaşta bile olsa evlilik, boşanmamak, şiddete rağmen evli kalmaya devam etmek. Daha çok çocuk, en az üç çocuk ve hatta 5 çocuk. Genç nüfus, niteliksiz olsa da -mümkünse niteliksiz olsun- genç nüfus. Böylece iş potansiyeli ve elbette oy potansiyeli.

Bu uğurda, İstanbul Sözleşmesi’nin içinden süzülerek iç hukuka uyarlanmış olan 6284 Sayılı Koruma Yasası’nı da karaladılar “yuva Yıkan Yasa” diye. Neymiş efendim, bu Yasa’ya göre uzaklaştırma kararları alınıyormuş, erkek evden uzaklaştırılıyormuş ve evlilikler bitiyormuş.

Bitecek tabi, şiddet varsa gerekirse bitecek. İşte “Şiddete ve cinayetlere rağmen evlilik” motivasyonu, vaziyeti bu noktalara kadar getirdi. İstanbul Sözleşmesi’ni cinsiyet eşitliğine katkı sağlar, kadınlar özgürleşir, LGBT+ bireyler maazallah korkmadan sokakta yürüyebilirler diye istemediler.

Kısaca, kadınları da şiddete maruz bırakılan dezavantajlı tüm kesimleri de iktidarlarını kaybedebilecekleri korkusuyla korumak ve şiddeti önlemek istemediler.

Ömür Erez vakasına baktığınızda, katilin Aile Sağlığı Merkezi’ne belinde silahla sallanarak girmesi/girebilmesi normal mi mesela? Aile Sağlığı Merkezlerinin kapısında niçin güvenlik ve kontrol yok? Orada çalışanlar sağlık çalışanı değil mi? Bu nasıl bir güvenlik açığı, nasıl koruyorsunuz doktorları, hemşireleri? Korumuyorsunuz.

İşte tablo bu derece ilkel bir noktadayken, şiddet nasıl artmasın?

Cumhurbaşkanının, bu ülkenin en önemli sanatçılarından birine, bir kadına, üstelik de camide, “Dilini kopartırız” dediği yerde şiddet nasıl palazlanmasın?

Adaletsizlik, politikasızlık şiddeti artıran önemli etkenler. Ancak Cumhurbaşkanının çok sık yaptığı gibi “şiddeti meşrulaştıran söylem ve davranışlar” da şiddeti artıran çok önemli bir etken. Örneğin, medyanın dili de buna dahil (Hani, “Alkol alan genç kız tecavüze uğradı” gibi) Sıradan medeni ve demokratik bir ülke standartlarında bir lider çıkıp dil kopartmaktan bahsettiğinde, bu hem absürt ve utanç vericidir hem de artık meşrudur. Bir liderin çıtayı dil kopartmak seviyesine getirdiği yerde, Katiller, caniler, Rahmi Uygunlar dil kopartmak ve benzeri canavarca eylemleri yapabilecek rahatlığı hissederler.

Şiddet, tesadüf değildir. Şiddet bir sonuç.

Umarız bir an evvel, daha fazla ölmeden, şiddeti samimiyetle önlemek isteyenler tarafından yönetildiğimiz günlere kavuşuruz.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI