Perşembe, Mart 28, 2024

Demokratikleşme Sürecinde Ordu-2

Huntingtoncu ekol, terfi, eğitim vb. iç konuların orduların kendi denetimine bırakılmasını, bu alana sivillerin müdahale etmemesini savunur. Serra’nın deneyimi ise aksine bu alanlara da tereddütsüz müdahale edilmesi gerektiğini savunuyor.

Bir önceki yazıda, İspanya’da Franco sonrası dönemde 1982-1991 yılları arasında savunma bakanlığı yapan Narcis Serra’nın Demokratikleşme Sürecinde Ordu isimli kitabından söz etmiştim.

Söz konusu çalışmasında Serra, savunma bakanlığı dönemine ilişkin deneyimlerini akademik bir perspektifi temel alarak paylaşıyor ve İspanya’da ordunun sivil siyasete tâbi bir zihniyete nasıl kavuşturulduğunu ve bunun askerî etkinlik ve verimlilikten ödün vermeden nasıl bir arada götürüldüğünü aktarıyordu.

Yazıyı, Serra’nın demokratik bir dönüşüm sürecinde güçlü bir Savunma Bakanının önemli olduğu saptamasına yer vererek bitirmiştim.

Bu yazıda ise çetin soru olan “askerî işler askerlere ne ölçüde bırakılmalı?” konusunda Serra’nın söylediklerine bakmak istiyorum.

Sivil-asker ilişkileri literatüründe, hükümetler ve silahlı kuvvetler arasında katı sınırlara sahip bir ayrımı savunan ve “profesyonel ordu” kavramını öne çıkaran Huntingtoncu ekol, ordudaki terfi, eğitim, sağlık gibi iç konuların orduların kendi denetimine bırakılmasını, yani bu alana sivillerin müdahale etmemesini savunur.

Serra’nın deneyimi ise böyle bir tutumun orduların özerkliklerini veya “has alanlarını” istenmeyen şekilde besleyeceğini, bu nedenle sivil hükümetlerin demokratik geçiş süreçlerinin selameti için bu alanlara da tereddütsüz müdahale etmesi gerektiğini savunur.

Öte yandan Serra’nın bu konuda çok önemli bir uyarısı var: Serra’ya göre, katı hizmet sürelerine bağlı terfi sisteminin terk edilmesi orduda birtakım keyfî terfilere veya görevden almalara ve dolayısıyla çatışmalara yol açabilmektedir. O nedenle, profesyonel nitelikleri ödüllendiren bir sistem öncelenmelidir. Serra’nın bu konudaki bir başka önemli uyarısı ise terfiler konusundaki reformunun birdenbire değil, kademeli olarak gerçekleştirilmesidir.

Bu açıdan bakıldığında, son dönemde milli savunma konularında KHK’larla getirilen birçok düzenlemenin TSK açısından birtakım pürüzler barındırdığını gözlemek mümkün.

Örneğin, kuvvet komutanlarının teamülen iki yıl olan görev süresine 681 sayılı KHK ile bir istisna getirilmişti: “Bu süre Cumhurbaşkanının onaylayacağı kararname ile birer yıllık sürelerle yaş haddine kadar uzatılabilir.” Tıpkı 2017’den bu yana görevde bulunan şu anki Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları örneğinde olduğu gibi. Ayrıca hatırlatmak gerek ki Deniz Kuvvetleri Komutanı 2017’de kuvvet komutanı olarak atandığında rütbesi koramiraldi ve altında, donanma komutanı olarak bir oramiral bulunuyordu. Söz konusu oramiral (Veysel Kösele) bu “rütbe uyumsuzluğundan” dolayı istifa etmeyi seçmek zorunda kalmıştı.

Serra’nın uyarısını yaptığı “yavaş ve tedrici adımlar” konusu askeri eğitim reformu için de geçerlidir. Serra askeri eğitim reformunun dikkatli bir hazırlık gerektirdiğini ve bu alanda da anî değil kademeli bir değişimin daha sağlıklı sonuçlar üreteceğini söyler.

Serra’ya göre buradaki kritik konu, orduyu zaman içinde mesleklerinin tanımının -korunacak manevi değerler ve prensipler de dahil- ordunun kendi iç meselesi olmadığına, seçilmiş temsilciler aracılığıyla toplumun buna belirleyici katkıda bulunması gerektiğine ikna etme kabiliyetidir.

TSK’DAKİ SİVİLLEŞME HAMLELERİ ŞEFFAF VE SAĞLIKLI DEĞİL

Bilindiği gibi TSK bünyesindeki askeri eğitim kurumlarında son dönemde radikal değişikliklere gidildi. Bu değişikliklerinin en belirgin niteliğinin sivilleşme olduğu söylenebilir. Harp Akademilerinin isminin Enstitü’ye çevrilmesinden, subay ve kurmay subay eğitiminin bağlı bulunduğu kuvvet komutanlıklarının etki alanından tamamen çıkartılarak başında sivil bir rektör olduğu halde doğrudan milli savunma bakanına bağlanması, harp okullarına sivil dekanlar, enstitülere sivil müdürler atanması ve öğretim elemanı temininde sivillere ağırlık verilmesi gibi uygulamaları bu bağlamda zikredebiliriz.

Ancak bu sivilleşme hamlelerinin tam da yukarıda işaret edilen çerçevede sağlıklı, sahici ve demokratik bir dönüşüme hizmet edip etmediği konusu tartışmalıdır. Maalesef bu sivilleşme hamleleri örneğin şeffaflaşmayı beraberinde getirmiş değil ve ordunun yanı sıra askerî eğitim kurumları birer kapalı kutu kalmaya devam etmekteler.

Tam bu noktada, konumuz bakımından çarpıcı bir örneğe değinmek yararlı olacaktır.

2019’da ABD’de ilginç bir kitap yayımlandı. Kitabın yazarı Tim Bakken, yaklaşık 20 yıldır ABD Kara Harp Okulu West Point’te hukuk dersleri vermekte olan sivil bir profesördü ve kitabının sadece adı bile rahatsız ediciydi: “Sadakatin Maliyeti: ABD Ordusunda Sahtekarlık, Kibir ve Başarısızlık:”[1]

Bakken, West Point’te idareyle çeşitli konularda sürtüşmeye başlayınca federal muhbir (whistleblower) statüsü almak için hukuki süreç başlattı. Bilindiği gibi bu statü bir kurumdaki yolsuzluk, hukuksuzluk gibi konularda bilgi veren kişilerin yasal olarak korunmasını öngörüyor. Bakken’ın kitabı aslında bu “whistleblower”lığın bir parçası olarak da görülebilir.

ABD ORDUSUNUN HALKTAN KOPMASI AMERİKAN DEMOKRASİSİNİ YARALIYOR

Bakken kitabına “Amerikan ordusu neden 75 yıldır savaş kazanamıyor?” sorusuyla başlıyor ve bunu, kendisinin de öğretim üyesi olarak görev yaptığı Harp Okulundan başlayarak subaylara aşılanan kimi kurumsal değerlerin çürümüşlüğüne bağlıyor.

Bakken’a göre ABD ordusu kendisini toplumdan o denli izole etmiş ve kurum içinde de denli otoriterleşmiştir ki artık verimli bir şekilde işlev görebilmesi mümkün değildir. Ordunun topluma değil kendisine sadakat duyması ve kendisini toplumdan bilinçli bir biçimde ayrıştırmış olması Amerikan demokrasisini her geçen gün aşındırmaktadır Bakken’a göre. ABD Harp Okulları ise bu çürümüşlüğün “montaj hattıdır.”

Toplumdan bu yalıtılmışlık içinde askerler, Bakken’a göre, içeride kendi kurallarını yerleşik hale getirmekte ve bunları yaparken de açıkça yanlış bilgilerle toplumu aldatmaktadır. Bakken bunlarla ilgili bazı örnekler veriyor.

Bu örneklerden biri şu: West Point 2016 yılında 15 bin başvuru aldığını ve kabul oranının Harvard ve Yale gibi tek haneli rakamlarda olduğunu duyurmuştur. Oysa Bakken, okula bilgi alma amaçlı başvuruların da gerçek bir başvuru gibi bu sayılara dahil edildiğini ve bu şekilde rakamların West Point yetkililerince şişirildiğini öne sürüyordu. Bakken’a göre bu rakam 15 bin değil iki bin idi ve kabul oranı da yüzde elli düzeyinde idi.

Üniversiteler arası derecelendirmede West Point’in üst sıralarda çıkması eğitimin kalitesinden değil, okulun devasa bütçesinden kaynaklanmaktadır Bakken’a göre: Öğrenci başına yıllık yaklaşık 130 bin dolar. Bu rakam Harvard’da 75 bin, Yale’de 80 bin dolardır.

Bakken müfredatla ilgili de ayrıntılar veriyor. Müfredat profesörler tarafından değil askerler tarafından belirlenmektedir ve öğrencilerin her şeyi basitçe siyah-beyaz algılamasına neden olacak bir yüzeyselliktedir. 550 öğretim elemanından 450’si asker kökenlidir ve büyük bir çoğunluğunun doktora derecesi yoktur.

ABD ordusunda kadına yönelik cinsel tacizlerin toplum ortalamasından beş kat fazla olduğunu söyleyen Bakken, West Point öğrencilerine uygun adımda yürürlerken söyletilen bir marşın sözlerini gündeme getiriyor kitabında. Marşta bir kadından söz edilmekte ve kadının bedeninin belinden ikiye bölünmesini isteyen ABD Harbiyelileri, kendilerine belden altta kalan kısmın verilmesini istemektedir!

Bu arada, Bakken’ın kitabıyla ilgili Okul’un görüşünü almak isteyen bir gazeteci West Point’ten şu cevabı almıştı: “West Point profesörleri düşündüklerini ifade etmekte serbesttir.”

Bakken’ın kitabına bunca ayrıntıyla burada yer vermemin nedeni anlaşılmış olmalı.

Türkiye’deki askeri eğitim kurumlarıyla ilgili bu tür ayrıntılara nüfuz etmemize olanak verecek bir şeffaflığın da, bu türden cesur eleştiriler üretebilecek ve onlara tahammül edebilecek bir tartışma ikliminin de uzağında olduğumuz çok açık. Dolayısıyla tekrar başa dönersek, Serra’nın dile getirdiği gibi askeri reform hamlelerinin sağlıklı, sahici ve demokratik bir dönüşüme hizmet edebilmesi için sivilleşmeyle birlikte gereksinim duyduğumuz bir başka şey daha var: Şeffaflık.

[1] Tim Bakken, The Cost of Loyalty: Dishonesty, Hubris and Failure in the U.S. Military, Bloomsbury Publishing, 2019.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI