Perşembe, Nisan 25, 2024

Demokratik tahayyülden yıkıcı rekabete

2002 yılından beri iktidarı tek başına elinde tutan ve 2007 seçimleri sonrasında yıkıcı siyasal rekabet eksenine kaymış olan AKP liderinin günümüz koşulları altında düzen karşıtı duruşunu ve söylemini sertleştirmekten başka bir stratejisi kalmamış görünüyor.

Türkiye’de 2002 yılından bu yana iktidarı elinde bulunduran AKP’nin yerleşik siyasetin kurallarını, retoriğini ve stratejisini kökten değiştirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. AKP’nin dönüştürdüğü ve çoğu yerde olumsuz yönde eğip büktüğü oyunun kuralları bugün muhalefet tarafından yeniden yazılmaya çalışılıyor. Yeni dönemde muhalefetin oluşturduğu Türkiye Masası tarafından ortaya konulacak yeni siyaset retoriğinin ve stratejisinin yurttaş talepleri temelinde biçimlendirilmesi elzemdir.

2002’den bu yana AKP, retorik ve stratejisini politik temsil düzleminde bastırılmış talepler ve yerleşik “düzen partileri” olarak tanımladıkları partiler tarafından dile getirilmeyen, tatmin edilmeyen istekler üzerinden kurgulamıştı. Hatta bu süreçte “düzen karşıtı” olmanın yarattığı heyecanı ve popülizm rüzgarını arkasına alarak yükselmişti. 2007 seçimleri öncesinde hem kendileri hem de Türkiye için kurguladıkları demokratik tahayyülün argümanlarını bugün çoktan unutmuş görünüyorlar.

Türkiye’nin merkez’ine çevre’nin taşınmış olmasının verdiği heyecanın yarattığı popülist seferberliğin yıkıcı etkilerinin ilk habercisi 2010 referandumuyla yapılan anayasal değişikliklerdi.  2015’de tekrarlanan tartışmalı seçimlerden beri neredeyse her seçim ve referandum süreci tartışmalı geçti. Başlangıçta başkanlık sistemi gibi lanse edilen, özünde başkanlık sistemiyle ilgisi olmayan Türkiye Tipi Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra iktidar ve muhalefet arasındaki gerilim ve ideolojik kutuplaşma arttı. Liderler arasında müzakere ve iş birliğinin olmayışı, parlamentonun iktidar ve muhalefet arasındaki bir müzakere ve iktidarın denetim aracı olma işlevini yitirmesi siyasi rekabetin yıkıcılığını arttıran unsurlardı.

AKP ve liderinin 2002-2007 arasında savunduğu demokratik tahayyülden parti siyasetini ve demokratik kurumları baltalayan yıkıcı siyasal rekabet stratejisine savrulduğu aşikardır. Bu savrulmaya verilen en iyi cevap ise muhalefet partilerinin liderlerinin alternatif bir demokratik Türkiye tahayyülü etrafında bir araya gelmeleridir. Bu süreci tarihsel diyalektiğin sürekliliği olarak da okumak mümkündür.

2002 yılından beri iktidarı tek başına elinde tutan ve 2007 seçimleri sonrasında yıkıcı siyasal rekabet eksenine kaymış olan AKP liderinin günümüz koşulları altında düzen karşıtı duruşunu ve söylemini sertleştirmekten başka bir stratejisi kalmamış görünüyor. 2002’den bu yana dönemsel olarak başarılı bir şekilde kullanılan laik-dindar, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, son zamanlarda Gezi karşıtlığı gibi her türlü kutuplaştırıcı söylem üzerinden yaratılan dost-düşman siyaset anlayışı, düzen karşıtı ve seçkinci karşıtı duruşun getirdiği popülist ivme yavaş yavaş düşmekte. Partinin kendi seçmenini konsolide etme gücünün zayıfladığını genellikle liderin kapsayıcı retoriğinin yerini ayrıştırıcı, ötekileştirici dilin almasından anlamak mümkündür. Popülizm literatüründe kutuplaştırma demek, safların belirginleştirilmesi anlamına gelmektedir.

AKP ve liderinin tercih ettiği popülist siyaset tarzının stratejik mantığı kutuplaştırıcı siyaseti zorunlu kılar. Bir zamanlar partiye önemli ölçüde güç kazandıran bu stratejinin en önemli handikapı zorunlu olarak dayandığı kimlik siyasetinin partiyi güçlü ideolojilere veya programatik taahhütlere daha az, dışlayıcı siyasi retoriğe daha çok bağımlı kılmasıdır. Bu durum liderin sürekli hınç içinde, öfkeli ve hasmına düşmanca tavırlar içinde olmasını gerektirir. Uzun vadede siyasetin umut veren, birleştirici ve uzlaştırıcı yönü ister istemez terk edildiği için seçmen konsolidasyonu zorlaşır.

Halka ve taleplerine daha duyarlı olduğunu iddia eden partinin ve liderinin bugün baş etmekte en fazla zorlandıkları konu halkı doğrudan doğruya ilgilendiren ekonomik sorunlardır. Artan döviz kurları ve yüksek enflasyonun baskısı altında hızla yükselen elektrik, doğalgaz faturaları, ev kiraları, Eylül ayından bu yana 7,77 TL’den (siz bu yazıyı okurken) 27,48 TL’ye çıkacak benzin fiyatlarının gıda fiyatları üzerindeki yoksullaştırıcı etkisi çok kolay çözülecek sorunlar değildir. İktidarın yönetemediği ekonomik sorunlar tabanda halkı birleştiren önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmakta.

AKP’nin iktidarda bulunduğu 20 yılda kurmaya çalıştığı “düzen karşıtı” düzenin ekonomik hoşnutsuzları çoktan bir karşı blok oluşturmuş durumda. Popülizmin vazgeçilmez retoriği olan şiddetli duygusal kutuplaştırmanın ve popülist kışkırtmanın tuzağına düşmemek, kimlik temelli, etkileşimsel, ilişkisel, sosyo-politik bölünmeleri derinleştirmek ve büyütmek amaçlı iktidar söyleminin tam karşısında kapsayıcı bir retoriği sahiplenmek muhalefetin tabanın büyütebilir.

İktidar tarafının değersizleştirdiği, yetersizlikle suçladığı, yozlaşmış olarak damgaladığı, hınç siyasetiyle yaklaştığı toplumsal grupları ve daha önemlisi derin yoksulluk baskısı altındaki aileleri sahiplenerek, Türkiye’nin ihtiyacı olan demokratik tahayyülün yeniden inşası ve Türkiye Masası etrafında bir araya gelen liderlerin etik siyasal sorumluluğudur.

Bunu yaparken alternatif olarak önerilen yapısal değişimin ikna edici açıklamalarına, ortak kültürel değerleri ve evrenselci ilkeleri kullanarak toplumu yeniden özgürlük, çoğulculuk ve adalet temelinde kucaklayan yapıcı ve kapsayıcı sosyal politikalara ihtiyaç vardır. Mevcut iktidarın yokluğundan ve statü kaybından korkan gruplara kaygılarını giderecek ikna edici anlatılar ve fırsatlar sunulmalıdır.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI