Bir tarihi kongreyi gerçekleştiriyoruz. Aslında bu tür kongreleri, bir muhasebe yapma imkanı açısından, idraklerimizi tazelemek açısından değerli buluyorum. 100 yıllık bir muhasebeyi yapmak mecburiyetindeyiz. Bir asır evvel inanç, hedef konusunda milletimizin refahını artırmak hususunda, bu kongreyi gerçekleştiren katılımcıların ve bugün burada bulunanların selefleri önünde büyük Atatürk aynen şöyle demişti; ‘İstiklal-i tam için şu düstur var; hakimiyet-i milliye, hakimiyet-i iktisadi ile tersin edilmelidir’. Bir asır evvel aynı kongrede iktisat vekili Mahmut Esat Bozkurt’ta şöyle eklemişti; ‘Ben, hakimiyet-i milliyeyi, milli hakimiyeti, iktisadi olarak anlarım. Böyle olmazsa hakimiyet-i milliye, bir serap olur’ demişti. Başta aziz Atatürk ve sonrasında tüm delegasyonun ortak kanaati, bir tecrübenin sonucuydu. Henüz savaş meydanlarında hakimiyet-i milliye için mücadele eden o kutlu dava adamları, Devlet-i Âliye’nin parçalanışına şahitlik etmiş, yok olmaması için cepheden cepheye kan dökmüştü. Bir asır evvel, bugün olduğu gibi gayret, egemenliğine hakim olan milletimizin iktisadi hayatına da hakim olması, iktisadi hayatı kişisel tercih ve keyfiyetten kurtarmasıydı. İzmir İktisat Kongresi’nden tam 100 yıl ve bir ay sonra İzmir Büyükşehir Belediyemiz tarafından organize edilen iktisat kongresinin de 100 yıl önceki kongre gibi yeni bir atılım için başlangıç noktası olmasını ümit ediyorum. İki asırlık modernleşme çizgimiz içerisinde, hangi tarihi eşikte yeni bir boyut ve derinlik katmak gerekiyorsa devlet adamları, aydınlar, onun gereğini yapmıştır. İşte büyük Atatürk ve onun mücadele arkadaşları da bir asır önce, 100 yıl nefes almamızı sağlayan şartları oluşturmuştur. Bugün de bu anda atacağımız adımlar, şekillendireceğimiz politikalarla beraber 10 yıllarını, 100 yıllarını değerlendireceğimiz çerçeveleri çizmenin eşiğindeyiz.

Böyle bir dönemde, adı konmamış bir buhran dönemi içerisinde Atatürk’ün ortaya koyduğu elden ele bir bayrak yarışıyla, bu ülkenin iki umdesinden biri olan hakimiyet-i milliyeyi gerçekleştirmek için, Türkiye Cumhuriyeti devletini, vatandaşlarının birliğini, beraberliğini teminat altına almak için, karnı tok sırtı pek insanları bu birlikteliğin arkasına koyabilmek adına, ‘Üreten Türkiye’ diyerek bunun gereğini yapmışız. Çok önemli mesafeler almışız. Elbette bununla kifayet edemeyiz. Ama yarınlarda, imparatorluk tarihinde ‘Fetret Dönemi’ olarak tarihe geçmiş bir dönemi, yarınlarda Cumhuriyet tarihi yazılırken de ‘Cumhuriyet’in Fetret Dönemi’ olarak tarihe geçecek bir dönemi sonlandırmak için bu kürsüde ifade ediyoruz. Tarihi geriye doğru akıtamazsın. Tarihi gerçekleri isteseniz de değiştiremezsiniz. Bu büyük ülkenin kıt kanaat imkanlarla dişinden tırnağından artırdığıyla ortaya çıkardığı, kademe kademe inşa ettiğini, Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını, kurumsallığını bir yıkım mühendisliği projesiyle yıkmaya çalışsanız da kendi değerlerini üretmiş Cumhuriyet’in vatandaşları olarak milletimiz emin olsun ki yarınlara hep beraber taşıyacağız. Çok uzun süredir kaynaklarını kötü yöneten bir ülkeyiz. Daha da vahim bir biçimde, öncelik sıralaması keyfi kararlarla belirlenen bir ülkeyiz. Öyle bir tarihi eşikteyiz ki ekonomik olarak asimetrik bir mücadele vermek zorunda olduğumuz, değişimin hızının her zamankinden yüksek olduğu bu çağda, bu rekabette var olabilmek için, beşeri sermayemiz başta olmak üzere tüm milli güç unsurlarımızı azami kapasiteyle kullanmak, yeniden kodlamak mecburiyetindeyiz. Ülkemizin kudret kapasitesine denk bir biçimde tüm milli güç unsurlarını bir siyasi akıl, kadro ve programla buluşturduğumuz takdirde bunları başarabileceğimizi biliyoruz. Büyük milletlerin tarihinde tarihi bir vesika vardır. Bir kez başaranlar, bir kez daha başaracaktır. İşte bunun için varız. Bugün bu büyük ülkenin maruz kaldığı meydan okumalar, riskler, bundan bir asıl evvel karşıya kaldığımız risklerden farklı değildir. 2008 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2. Meşrutiyet’in 100. yılı dolayısıyla bir sempozyum düzenlenir ve sempozyumun açılışını büyük tarihçimiz Halil İnalcık yapar. O gün söylediği bir söz, aslında bugünümüzü içinde bulunduğumuz tarihi zamanı, bir tarihçi gözüyle ifade etmiştir. Evet, Türkiye, adı konmamış bir buhran dönemi içerisindedir. İşte bu buhranımızın içerisinde çıkabilmemizin yolu, bulunduğumuz bu tarihi eşikte Türkiye’yi yeniden kendi güç membaları ile buluşturabileceği, işleyen bir demokrasi ile buluşturabileceği, işleyen bir hukuk rejimi ile buluşturabileceği ve yeni yeni güç merkezlerinin yükseldiği böyle bir çağda bu büyük ülkeyi kendi kudret kapasitesine denk bir siyasi akılla buluşturabildiği, derinlik katabildiği takdirde bugün konuştuğumuz problemlerin konuşulmayacağı bir Türkiye’ye çok süratle eriştirebileceğimizi biliyoruz. Bugün, dünya literatürüne bir Türk akademisyenin ortaya koyduğu kapsayıcı kurumlar olarak geçmiş mukayeseli bir değerlendirmeyle beraber bu kurumlarımızın bilerek ve istenerek derinliği yok edilmiş olmasının bedelini, işte Hatay ve Maraş’ta yaşadığımız depremler vesilesiyle de gördük. Bir kişinin emriyle hareket eden bir devletin, kendilerini kurtarmak için ‘Asrın felaketi’ diyerek propaganda yapılan bir depremi felaket haline getiren, işte bu akılsızlıktır. Kurumsal yapıyı yok etmenin bedelidir. Asrın provokasyonunun provasını, 1,5 yıl önce Antalya’da, Muğla’da yangınlar vesilesiyle zaten görmüştük. O nedenle Türkiye’yi yeniden bulunduğu coğrafya başta olmak üzere etki sahası dahilinde bulunan tüm coğrafyalarda yeniden bir güç, istikrara kavuşturucu bir aktör olarak yerini alabilme fırsatı her zamankinden daha fazla vardır. Bugün, mesuliyetimizin farkındayız. Mağdur olmamış hiçbir siyasal kesimin kalmadığı bu sürecin akabinde, herkesin hukukundan emin olduğu bir Türkiye’yi inşa ettiğimizde, özgür insanların fark yaratabildiği fırsat eşitliğiyle buluşturabildiğimiz takdirde, kendi insanımızın, beşeri sermayemizin enerjisini potansiyelle buluşturabildiğimiz takdirde Türkiye’yi yarınlara taşıyabileceğimizi biliyoruz. Fırsat eşitliğini sağlamadan ulusal rekabet gücünü yaratamayız. Zenginlik verimliliğin, verimlilik rekabetin, rekabet adaletin sonucudur. Bunu, yaşadığımız tecrübeyle beraber, olumsuz tarafından iliklerimize kadar yaşadık. Bir büyük müktesebatı inşa ettiğimiz bu sürecin içerisinde, kademe kademe Güçlendirilmiş Parlamenter Demokrasi Ortak Politikalar Metni ve diğer ortak paydada paylaşılan metinlerle bu büyük kongrenin de ortaya çıkacağı fikirlerin buluşacağını biliyorum, inanıyorum. Yarınki Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Sayın Kılıçdaroğlu liderliğinde, bu büyük ülkeyi tüm genel başkanlarla yarınlara taşıyacağımızdan emin olduğumu ifade ediyorum.