Perşembe, Nisan 25, 2024

Demokrasiyi öğrenmek, özümsemek kolay olmuyor

İlter Turan
İlter Turan
İlter Turan, Prof. Dr. 1941 yılında İstanbul’da doğmuştur. Orta öğrenimini Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamlamıştır. 1962 yılında Oberlin Koleji’nden (ABD) Siyasal Bilimler Lisansı, 1964 yılında Columbia Üniversitesi’nden Siyasal Bilimler Yüksek Lisansı almıştır. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset İlmi Kürsüsü’ne asistan olarak girmiştir. Aynı kürsüde 1966 yılında Doktor, 1970 yılında Doçent, 1976 yılında da Profesör olmuştur. 1984 yılında İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne intisab etmiş, 1991 yılında aynı fakültede yeni kurulan Uluslararası İlişkiler Kürsüsü Başkanlığı’nı üstlenmiştir. 1993 yılında, İstanbul Üniversitesi’ndeki görevinden ayrılmış ve Koç Üniversitesi, İdari Bilimler ve İktisat Fakültesi’nde Siyasal Bilimler Profesörü olarak görev almıştır. Ekim 1998-2001 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Rektörlük görevini üstlenmiştir. Hali hazırda aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi’dir.

Demokrasi istediğinizi tamamen elde etmeye imkân vermeyen bir rejimdir. Ama karşınızdaki seçeneklerin bazıları tercihlerinize diğerlerine göre daha yakındır; tercihinize daha yakın olana destek vermek en makul yoldur.

Seçimlerin genelde daha muhafazakâr ve geleneksel siyasi hareketlerin başarı elde etmesiyle sonuçlanması toplumun “aydın” olduğu kabul edilen kesiminde hayal kırıklığı ile sonuçlanıyor. Beğenmedikleri bir sonuçla karşılaşan bu kesim, üzüntülerini mucip olan sonucu halkın cahilliği ile açıklama yoluna gidiyorlar. Eğer bu düşünce çizgisini izleyecek olursak, sorun cahilliğin giderilmesi ile aşılabilecektir.

O zaman bol bol okul açarsak, oralarda insanlarımızı aydınlatırsak, onları “doğru” değerlerle donatabilirsek, insanlarımız gelecekte daha “modern” tercihler yapacaklardır. Böylece muhafazakâr, gelenekçi tercihlerden kurtulabileceğiz. Maalesef, siyasi başarılarını cehalet üzerine inşa eden ve genelde sağcı nitelik taşıyan bir kısım siyasi partiler halkın cahil kalmasından fayda umdukları için, halkın eğitilmesini ve böylece bilinçlendirilmesini” önlemekte, böylece “çağdaşlık karşıtı” düşünceler sürüp gitmektedir. Acaba öyle mi?

Soruyu yanıtlamadan önce başka ülkelerin tecrübelerine bakmakta fayda olabilir. Ülkemizle karşılaştırıldığında eğitim düzeyi, iktisadi gelişmişlik düzeyi ve siyasi demokrasi deneyimleri bizden daha ilerde olan ülkelerde de muhafazakâr ve geleneksel siyasi hareketler büyük siyasi başarılar sağlayabiliyorlar. Örneğin, bir dönem önceki Amerikan başkanı olan Trump geleneklerini korumakta ısrarlı olduğunu beyan eden, siyasi tercihleri ise muhafazakâr olan kadrolara hitap ederek seçimi kazanmıştı.

Biden’ın başkanlığını tescil törenini basmaya çalışan güruh bu kadronun bir bölümünü temsil ediyordu. Birçok Avrupa ülkesinde de aynı eğilimleri temsil eden seçmen kesimine hitap ederek yükselen radikal sağ hareketler bulunuyor. Dolayısıyla, toplumumuzun aydın kesiminin yadırgadığı siyasi tercihler, daha iyi eğitim görmüş nüfusa sahip ülkelerde de ortaya çıkıyor. Demek ki, sorunun başka nedenlerden kaynaklanabileceği ihtimalini hemen dışlamamak lazım.

İsterseniz Tanzimat’tan beri süregelen, Cumhuriyetimizin de kuruluş aşamasından itibaren benimsediği modernleşme stratejisine bir göz atalım. Önce askeri alanda, Batı karşısında yenilgiyi tersine çevirmek için girişilen, bilahare değişik alanlara yaygınlaşan yenileşme hareketlerinde başrol eğitim kurumlarına verilmiştir. Başlangıçta yeni tip asker yetiştirmek için kurulan kurumlara daha sonra muhtelif alanlarda eğitim veren yenileri eklenmiş, böylece zaman içinde toplumu dönüştürme işlevini de yüklenmesi öngörülen devlette, çoğu devlet görevi sahibi ve modernliği benimsemiş bir “devlet seçkinleri” zümresi oluşmuştur. Beklenen, bu zümrenin gayretleriyle eğitimin giderek yaygınlaştırılacağı, toplumun da modernlik yönünde ilerleyeceğidir.

Özetlediğimiz stratejinin bir dizi zaafla yüklü olduğunu belki siz de hemen sezdiniz. İlkin, daha ziyade düşüncenin ve davranışların değişmesini, kişinin “doğru” değerlerle donatılmasını öngören modernleşmenin kitlenin somut ihtiyaçlarına, özellikle başta iktisadi olanlar olmak üzere çıkarlarına, doğrudan ve kısa dönemde bir fayda sağladığı açık değil. Dolayısıyla insanların modernleşmenin öngördüğü değişime ilgi duymamasına ve kayıtsız kalmasına pek şaşmamak gerek. Hele modernleşme bir de yeni esvaplar almak ve benzeri maliyetler getirmişse, istenmemesi daha da anlaşılır hale geliyor.

İkinci olarak, daha ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. “Modern” kişi, sahip olduğu değerler ve benimsediği davranışlar bakımından kendisini “halka” nazaran üstün görüyor, halktan kendisi gibi olmasını istiyor. Kendisinin “doğru” değerlerle donatılmış olması nedeniyle üstünlüğünün kabul görmesini, teslim edilmesini bekliyor; başkalarını bu yönde ikna etme ihtiyacını bile duymuyor.

Demokrasilerde görüşlerine değer verilen bir grup oluşturmak için siyasetin içinde yer almak, faal olmak lazımdır. Bu sözlerimin günümüz için anlamı ise 28 Mayıs’ta mutlaka herkesin oyunu kullanması gereğidir.

Böyle bir yaklaşımın, özellikle siyasi tercihlerin serbestçe yapılabildiği demokratik ortamlarda, oyuna talip olunan kitleler üzerinde pek olumlu bir izlenim bırakmayacağını kestirmek pek zor olmasa gerek.  Ancak, uzun süreler Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir kesimi tam da bu yaklaşımı sergilemiştir. Parti Cumhuriyet dönemi Türk modernleşmesinin mimarıdır. Çağdaş nitelikleri haiz, meşruiyetini toplumdan alan bir ulus-devlet kurulması için gerçekten de büyük uğraş vermiştir.

Siyasi rekabete geçilmesi de yine çağdaşlaşma yönünde atılan önemli bir adımdır. Buna karşılık, çok partili hayata geçildikten sonra parti rekabetçi siyaset çerçevesinde modernliği de bünyesinde barındıran ama seçmenleri ikna ederek seçim kazanacak bir program ve bir seçmen koalisyonu oluşturmak yerine, devlet kurumlarına dayanarak “modernleşmeyi” savunan ideolojik bir örgüt görünümünü korumuştur.

Seçmenin günlük dertleriyle daha yakından ilgilenen sağ partiler seçimde başarı sağlayınca da başarı eksikliğini seçmenin cehaletine atfetmiş, kendisinin de kusurlu olabileceği üzerinde durmamıştır. Halbuki, Ecevit önderliğinde yaşanan 1973 ve 1977 seçim tecrübelerinin gösterdiği gibi hem modern hem de toplumun günlük iktisadi dertleriyle ilgilenmek yoluyla seçmene hitap etmek mümkündür. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun partiyi rekabetçi siyasetin önemli bir aktörüne dönüştürmeğe çalıştığını ve bu konuda bir hayli mesafe kat ettiğini de bu vesile ile belirtelim.

Üçüncü olarak, modernleşmenin uygulayıcısı ve güvencesi modernleşmeyi benimsemiş devlet yapısı olmuştur. Bu yapılaşmanın uygulamadaki sonucu, uzun süreler kendini toplumun üstünde gören ve toplumun sorunları karşısında yeterli duyarlılık sergilemeyen bir bürokrasinin hüküm sürmesidir. Sağ iktidarlar her daim seçmeni devleti şikâyet etme yolunu izlemişler, kendileri giderse vatandaşın yine memurun eline düşeceği propagandasını başarıyla kullanmışlardır.

Kuralların şu veya bu şekilde aşılabileceğini düşünen seçmenin, bürokratik kuralların işlemediği ama kendisinin işinin görüleceği bir düzen hayaliyle, oyunu bu hayali üretenlere vermesi belki de normaldir. Ancak, bürokrasinin topluma karşı daha duyarlı davranmasının son yıllarda geliştiğini görmezlik etmemeliyiz.

Şunu da hemen ekleyelim. Gerek bürokrasi gerek onu destekleyen siyasiler modern yönetimin kitleye saygılı ve kitleden gelen taleplere duyarlı olmaları gerektiğini fikir düzeyinde öğrenmişlerdi fakat buna inanmaya başlamaları ve davranışlarına yansıtmaları uzun zaman almıştır. Bir örnekle açıklayayım. 1974’te yürüttüğümüz çok yönlü bir araştırmada bir meslektaşım da memurların demokrasi ile ilgili tavırlarını incelemişti. Yüksek dereceli memurlara demokrasinin en iyi rejim olduğu konusundaki düşünceleri sorulmuştu. “Modern” bürokratlarımız doğru cevabın demokrasiyi kayıtsız şartsız desteklemek olduğunu biliyorlardı. Ancak, meslektaşım bir azizlik yapmış, demokrasinin en iyi rejim olduğu görüşüne tamamen katılırım diyenlere, lütfen açıklayınız diye bir boşluk bırakmış, o noktada şenlik başlamıştı. Demokrasiye bağlılıklarını ifade eden dostlarımız, demokrasinin gelişmiş ülkelerde işlediğini, bizim gibi geri kalmış, halkının çoğunun cahil olduğu ülkelerde demokrasi için erken olduğunu beyan ediyorlardı, yani demokrasiye inanmıyorlardı.

Bürokrasinin demokratikleşmesi oldukça yenidir. Üstelik, kendilerinden iktidara seçimle gelenleri ve onlarla bağlantıları olanları kollamaları beklendiğinden, herkese eşit hizmet veren, yani kuralları kim oldukların bakılmaksızın herkese eşit uygulayan bir bürokrasimiz de yoktur. Yine de vatandaşın bürokrasi katında geçmişe göre daha fazla saygı gördüğü bir gerçektir.

Görüyorsunuz, demokrasinin kurallarını öğrenme ve özümseme, bunlara uygun davranmak, başkalarının sizi yenmesini kabullenerek durumu değiştirmek için çalışmak, başka bir ifade ile demokratikleşmek uzun bir süreçtir.

Görüyorsunuz, “endişeli modernlerimizin” istemedikleri siyasi sonuçlar karşısında, bu durumun halkımızın cehaletinden kaynaklandığını ileri sürmek ötesinde tahliller yapmaları, seçmenin kendilerini neden desteklemediğini iyi analiz etmeleri, değişik seçmen gruplarına dönük çalışma ve araştırma yapmaları hem onların ihtiyaçlarına cevap veren hem de oylarını getiren seçmen koalisyonları oluşturmayı öğrenmeleri gerekiyor.  Demokratik siyasette başka türlü yol almak mümkün değildir.

Bütün uğraşlarına rağmen istedikleri sonucun gerçekleşmemesi karşısında bazı “aydınlarımız” kötümserliğe kapılıp siyasete küsüyor, köşesine çekilmek istiyor, nasıl olsa faydası olmaz düşüncesiyle oyunu kullanmıyor, sadece arada sırada olanlara bakıp şikayet diyor. Demokrasi istediğinizi tamamen elde etmeye imkân vermeyen bir rejimdir. Ama karşınızdaki seçeneklerin bazıları tercihlerinize diğerlerine göre daha yakındır; tercihinize daha yakın olana destek vermek en makul yoldur. Ayrıca, demokrasilerde görüşlerine değer verilen bir grup oluşturmak için siyasetin içinde yer almak, faal olmak lazımdır. Bu sözlerimin günümüz için anlamı ise 28 Mayıs’ta mutlaka herkesin oyunu kullanması gereğidir.

Görüyorsunuz, demokrasinin kurallarını öğrenme ve özümseme, bunlara uygun davranmak, başkalarının sizi yenmesini kabullenerek durumu değiştirmek için çalışmak, başka bir ifade ile demokratikleşmek uzun bir süreçtir. Sıkıntılarla karşılaşınca havlu atmak değil, mücadele azmini tazelemek gerekir. Bunu yapamayanlar her zaman kaybetmeye mahkûmdurlar.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

İlter Turan
İlter Turan
İlter Turan, Prof. Dr. 1941 yılında İstanbul’da doğmuştur. Orta öğrenimini Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamlamıştır. 1962 yılında Oberlin Koleji’nden (ABD) Siyasal Bilimler Lisansı, 1964 yılında Columbia Üniversitesi’nden Siyasal Bilimler Yüksek Lisansı almıştır. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset İlmi Kürsüsü’ne asistan olarak girmiştir. Aynı kürsüde 1966 yılında Doktor, 1970 yılında Doçent, 1976 yılında da Profesör olmuştur. 1984 yılında İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne intisab etmiş, 1991 yılında aynı fakültede yeni kurulan Uluslararası İlişkiler Kürsüsü Başkanlığı’nı üstlenmiştir. 1993 yılında, İstanbul Üniversitesi’ndeki görevinden ayrılmış ve Koç Üniversitesi, İdari Bilimler ve İktisat Fakültesi’nde Siyasal Bilimler Profesörü olarak görev almıştır. Ekim 1998-2001 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Rektörlük görevini üstlenmiştir. Hali hazırda aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi’dir.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI