Cuma, Nisan 19, 2024

Cumhuriyet ve İslamcılık: Son Tartışmaya Bir Katkı

Soru: Kahir ekseriyeti sekülerleşmeyen / laikleşmeyen bireylerden oluşan bir toplumda tam seküler / laik bir devlet hayatta kalabilir miydi? Cumhuriyet deneyimi bu sorunun bir anlamda deneyi oldu.

Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.

Üç cümle sonra…

Hükümeti Cumhuriyetimizin bir Diyanet İşleri Riyaseti Makamı vardır. Bu makama merbut müftü, hatip, imam gibi muvazzaf birçok memurlar bulunmaktadır. Bu vazifedar zevatın ilimleri, faziletleri derecesi malumdur. Ancak bu yolda vazifedar olmayan bir çok insanlar da görüyorum ki, aynı kıyafet iktisasında berdevamdırlar. Bu gibiler içinde çok cahil hatta ümmi olanlarına tesadüf ettim. Bilhassa bu gibi cühela, bazı yerlerde halkın mümessilleriymiş gibi onların öne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa adeta bir mani teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum. Bu sıfat ve selahiyeti kimden, nereden almışlardır.”

CUMHURİYET’İN DEVLETİ

Cumhuriyet’in inşa ettiği devletin en seküler / laik vasfı devletin takip ettiği politikaların, hangi alan söz konusu olursa olsun, meşruiyetini ve kaynağını, hatta ilhamını, dinden almıyor olmasıydı. En basitinden kaynağı doğrudan Kur’an (Nisa, 23) olan süt kardeşler arasında evlilik yasağı Medeni kanunda teklif edilmesine, hatta ilk kabul edildiği halinde yer almasına rağmen bir kaç ay sonra  yapılan değişiklikle çıkarıldı.

Devletin seküler / laik vasfını hem mümkün kılmak hem de sürekliliğini sağlamak için, dinin devlet politikaları üzerinde olabilecek muhtemel etkilerinin taşıyıcılarının zayıflatılması, susturulması ve tamamen siyasal sistem dışına atılması gerekti. Bu amaca yönelik olarak, şeyhülislamlık kaldırıldı, halifelik kaldırıldı, Şeriat ve Evkaf Nezareti kaldırıldı, tekke ve zaviyeler kapatıldı, Şeriat mahkemeleri kaldırıldı, medreseler kapatıldı (ki seküler / laik hukuk sisteminde medreselere ihtiyaç zaten yoktu), Medeni Kanun kabul edildi, anayasadan devletin dini İslam’dır maddesi çıkarıldı ve daha sonra Cumhuriyet’i laik ilan eden madde eklendi.

Dine kamusal alanda ve devletin politikalarının belirlenmesinde kapsamlı bir rol biçen İslamcılık için bu önlemler kabul edilemezdi. Nitekim Türkiye İslamcılığının Cumhuriyet’in kurucusu ile alakalı kanaati son derece sert ve olumsuz oldu. Süfyanlık / Deccallik, İngiliz uşaklığı / ajanlığı, Allahsızlık, Allah ve Resül düşmanlığı… ve daha bayağı imalar.

Ancak, İslamcılığın temsilcilerinin dramatize ettiğinin aksine, Cumhuriyet’in Türkiye İslamcılığına, niyet edilmemiş sonuçlar kabilinden, iki önemli katkısı oldu.

İSLAMCILIĞIN DİNİ

İslamcılık on dokuzuncu yüzyılda İslam dini ile alakalı temel bir iddia olarak doğdu. İslam dini, Allah’ın son ve en mükemmel dini olarak, kıyamete kadar her mekan ve zamanda geçerliliğini koruyacak, insanların hem bireysel hem toplumsal ihtiyaçlarına cevap verecekti. Sekülerleşme, -yani modern hayatın gittikçe kompleks hale gelmesi ve her kompartmanın kendi işleyiş kuralları ve normlarını üretmesi ile dinin etkinliğinin azalması,- başka dinler için geçerli, hatta zorunlu olabilirdi. Ancak bu modern durum İslam için söz konusu değildi. Müslümanların yapması gereken İslam’a sıkı sıkıya sarılmak, İslam’dan gereken kurallar ve normları çıkararak modern hayatı düzenlemeleriydi. Eğitimden ekonomiye, hatta uluslararası ilişkilere, ihtiyaç duyulan devlet politikaları da benzer şekilde İslam’dan ilhamla veya doğrudan İslam’ın kaynaklarından çıkarılabilirdi.

İslamcılığın İslam’la alakalı iddiası sadece bir inançtı elbette. Yoksa İslam’dan hayatın bütün alanlarını kapsayacak kurallar ve normlar henüz çıkarılmamıştı. Yüzyıl sonra bile halen daha çıkarılmış değil. Diğer bir deyişle İslamcılığın İslam’ı henüz içeriği doldurulmamış bir İslam’dı. Nitekim Olivier Roy’un Siyasal İslam’ın başarısızlığı (ve Türkçeye çevrildiği haliyle iflası) olarak bahsettiği buydu. Bir şekilde iktidara gelen ve İslamcılıktan ilham alan siyasi parti ve liderlerin de İslam’ı uygulama açısından başarılı olabildikleri alanlar son derece sınırlı kaldı: kamusal alanın muhafazakarlaşması, aile ve ceza hukukunda bazı İslami hukuk kurallarının yeniden hayata geçirilmesi, politik dilin ve devlet sembollerin dinileşmesi gibi … Kısaca, Roy’un kapitalizm, demokrasi, sosyalizm ve benzeri Batılı sistemlere alternatif bir sistem yaratma idealinden ‘fundamentalizm’e kayma dediği şey.

Aslında bu kayma kaçınılmazdı. Zira, Roy’un da gözlemlediği gibi, İslamcılığının modern hayata ilişkin önerisi aslında son derece basitti. Müslümanlar İslam’ın gerektirdiği gibi yaşarlarsa, daha erdemli insanlar olacaklar ve sorunlar kendiliğinden çözülecekti. Diğer bir deyişle İslam’dan beklenen sonucun elde edilebilmesi için bireyin dindarlaşması esastı. İslamcılık-içi ayrışmalar da bireyin dindarlaşmasının yolu ve yönü noktasında oldu. Bir tarafta tabandan tek tek bireylerle ilgilenerek dindarlaştırma… Diğer tarafta devleti ele geçirerek, tepeden…

CUMHURİYET VE İSLAMCILIK

Cumhuriyet’in Türkiye İslamcılığına ilk katkısı stratejisini etkileyerek oldu. Cumhuriyet’e kadar siyasi karar mekanizmalarını etkilemek gayesi güden İslamcılık, Cumhuriyet’in siyasal ve kamusal alanı dini etkilere kapatmasıyla, bireye ve topluma yönünü çevirdi. Böylece İslamcılık gücünü halktan devşirebileceği bir yola girmiş oldu. Bu dönüşümü en net bir şekilde son dönem Osmanlı İslamcılarından Said Nursi’nin Cumhuriyet dönemi ile geçirdiği ve kendisinin de Eski Said-Yeni Said ayrımı olarak ortaya koyduğu dönüşümde görmek mümkün. Cumhuriyet öncesi dönemde siyasetle fazlasıyla meşgul olan Said Nursi, yeni dönemde ‘şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınarak’ kendini salt imanı güçlendirme hizmetine adadı. Said Nursi’nin uzun dönemli stratejisinde bu aslında ilk aşamaydı ve bu aşamada sekülerleşme, -ki Said Nursi’ye göre bu süreç bizzat Cumhuriyet tarafından güdülüyordu,- karşısında bireylerin kendi dinlerine imanlarını güçlendirmek gerekiyordu. İkinci aşamada imanı güçlendirilmiş bireyler hayatın bütün alanlarına yayılacak, üçüncü aşamada ise kahir ekseriyeti imanı güçlü bireylerden oluşan toplumda Şeriat tam haliyle uygulanacaktı.

Cumhuriyet’in İslamcılığa ikinci katkısı ise İslamcılıkla neredeyse paralel bir dini strateji gütmekle oldu. Bu stratejiyle, Cumhuriyet, İslamcılığın toplum içinde yayılma kanallarını kapatmadı, hatta mütevazi de olsa açtı. Şöyle ki: Cumhuriyet dinin devlet üzerindeki etkisini zayıflatırken, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdu. Osmanlı döneminden miras ‘ulema’ sınıfı devlete entegre etti. Ancak dinin devlet üzerinde etkisini engelleme hedefi doğrultusunda bu kurumu sadece “itikat, ibadet işleri ve dinî ibadet mekânlarının düzenlenmesi” ile görevli kıldı.

Öte yandan itikat ve ibadet işlerinin düzenlenmesi aynı zamanda İslam’ın ne olduğunun ve ne olmadığının belirlenmesi ve halka açıklanması / anlatılmasını da içeriyordu. Elbette Diyanet’in memleket sathına yayılan binlerce camiden vaazlar kanalıyla anlatacağı din Cumhuriyet’in inşa ettiği seküler / laik devlet ile çelişiyor olamazdı. Aksi devletin kendi kendisi ile çelişmesi olurdu. Ve Cumhuriyet kendi pratikleri ile çelişmeyen bir İslam inşa etti.

Cumhuriyet İslam’ının nasıl bir dini anlayış olduğunu en net bir şekilde Ahmet Hamdi Akseki’nin İslam Dini başlıklı kitabında görmek mümkün. Kitabın Diyanet tarafından yayınlandığını, Diyanet’in ilk başkanı Rıfat Börekçi tarafından imam ve hatiplere tavsiye edildiğini, yazarının ise Börekçi’den sonra Diyanet İşleri Başkanı olacağını not düşelim. Kitabın alt başlığı aslında kitabın özeti niteliğinde: “İtikad, İbadet ve Ahlak.” Kısaca İslam dini iman esasları (Allah’a, meleklere, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere), ibadetler (namaz, oruç, zekat, hac) ve ahlaki öğretiler içeren apolitik bir dindi ve bu haliyle de devlet politikaları ile alakalı bir yönü yoktu.

Ancak İslam’ın ahlak dini olması itibariyle özellikle bireyi ilgilendiren yönü vardı ve bu yön oldukça kapsamlıydı. Akseki’nin kitabına göre İslam bireye beş farklı kategoride ahlaki vazifeler yükledi: Allah’a ve Peygamberine karşı, kendi şahsına karşı, ailesine karşı, memleket ve milletine karşı ve son olarak bütün insanlara karşı. Kısaca, Cumhuriyet İslam’ı hayatın her alanında mensuplarına ahlaki vazifeler yükleyen ve bu yolla da hayatın her alanını kuşatan bir dindi.

Elbette Cumhuriyet tamamiyle İslam ahlakıyla ahlaklanmış bireylerden oluşan bir toplum yaratma idealini bilinçli olarak gütmedi. Bilakis belirli bir seküler yaşam pratiğini teşvik etti, hatta yüksek askeri ve sivil bürokrasi için mecbur kıldı. Söz konusu yaşam pratiğinin meşruiyeti ise devlet / millet / memleket için tarihsel bir misyonu yerine getiriyor olma yüce duygusu ve idealinde arandı.

Yeni siyasal sistem ve devlet içindeki konumu itibariyle Diyanet’in bu seküler yaşam pratiğine esastan ve/veya usülden itiraz yükseltmesine imkan yoktu. Mensuplarının kapalı kapılar ardında, güvenli dostlar arasında yaptıklarının ise önemi… Neticede Cumhuriyet’in modernleşme stratejisi ikircikliydi. Zira Diyanet kanalıyla da, bu kuruma ayrılan kaynaklar kadar ve bu kaynaklarla ne kadar başarılı olunabildiyse, İslamcılık ile beraber bireyin ve toplumun dinileşmesine, dini kalmasına katkıda bulunuyordu. Nitekim sadece Osmanlı döneminden miras ‘ulema’ sınıfı değil, tekke ve zaviyeleri kapatılan tarikat şeyhleri de Diyanet içinde veya devletin başka kurumlarında çalışmakta bir beis görmedi. Cumhuriyet de tarikat şeyhlerini kendi bünyesinde çalıştırmakta…

Soru?

Kahir ekseriyeti sekülerleşmeyen / laikleşmeyen bireylerden oluşan bir toplumda tam seküler / laik bir devlet hayatta kalabilir miydi?

Cumhuriyet deneyimi bu sorunun bir anlamda deneyi oldu. Çok partili döneme erken geçilmesi, sanayileşme ve artan şehirleşme ile, Cumhuriyet’in doğal kapasitesi zorlandı ve toplumun sekülerleşmesi/laikleştirmesi eksik kaldı. Askeri ve sivil bürokrasi bir süre daha dayanabildi. Zira devletli sınıfına giriş ve hiyerarşinin en tepesine yükseliş kanalları uzun yıllar son derece dar kaldı. Yetmişli yılların sonuna kadar sadece bir tane Mülkiye, iki tane de Hukuk fakültesi vardı. Seksenli yıllar ile birlikte devlete giriş kanalları daha da açıldı ve tabandan cemaat ve tarikatların zorlamasıyla tabandan tavana doğru bürokrasinin ideolojik homojenliği bozuldu.

İslamcılık, seküler / laik olmayan bir toplumda seküler / laik bir devlet hayatta kalamaz varsayımı ile mücadelesini sürdürdü ve gücünü toplumdan devşirerek Cumhuriyet’in karşısına dikildi. Nispeten demokratik sistemin işlediği bir ülkede gerisi sadece zaman meselesiydi.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

2 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI