CHP Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Yüksel Taşkın, CHP’nin Aile Destekleri Sigortası projesini bu projenin vergi, üretim ve emeklilik reformu gibi devrimsel reformlarla nasıl hayata geçirilebileceğini yazdı. Bir iktidar sosyal destek verdiği yurttaş sayısıyla mı övünmeli yoksa yoksulluktan çıkarmayı başardığı yurttaş sayısıyla mı? CHP’nin bu soruya yanıtı açıktır: Biz “sistem mezuniyeti” anlayışıyla yoksulluktan çıkarmayı başardığımız hane ve yurttaş sayısıyla övünmek istiyoruz. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun en fazla önem verdiği projelerden birisinin Aile Destekleri Sigortası (ADS) olması tesadüf değildir. “Yoksulsun sen yoksul kal!” bakış açısının yarattığı muhtaçlık zihniyeti, popülist siyasetin dayanağı olabilir. Bizler yurttaşların haysiyetli bir şekilde hayata katılma haklarını savunuyoruz. Bunun en temel araçlarından birisi de etkin ve hak temelli bir sosyal devlettir. Türkiye’de son 20 yıldır yoksulluğun azalmadığını, üstelik derin yoksulluk dediğimiz en acımasız biçiminin de artış gösterdiğini görüyoruz. TUİK’in 2020 verilerine göre en zengin yüzde 20, gelirin yüzde 47,5’ini alırken, en yoksul yüzde 20 sadece 5,9’unu alıyor. Yine TUİK’in verilerine göre bu rakamlar 2011’den beri neredeyse hiç değişmedi. Servet dağılımının bundan bile kötü olduğuna dair veriler var: İsviçre Bankası Credit Suisse’nin 2020 servet raporuna göre ülkemizde en zengin yüzde 1’in servetten aldığı pay yüzde 42,8’e yükselmiş durumda. Buna karşın yüzde 95’lik kesimin servetten aldığı pay sadece yüzde 37,8. Yine değişmeyen bir başka oran da toplumun ortalama yüzde 20’sinin devletten sosyal yardım alarak hayatını sürdürmeye çalışmasıdır. Pandemi’nin yakıcı etkilerinin hissedildiği 2020’de 6,6 milyon hane (En az 22 milyon kişi!) sosyal yardımlardan yararlandı. Buna rağmen Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2020’de yardımlar için harcadığı para 69 milyarı geçmedi. Pandemi döneminde bile sosyal yardımların GSYİH içindeki payı sadece yüzde 1,42 olabildi. Aslında iktidarın belirli bir stratejisi olmadan keyfi biçimde dağıttığı sosyal yardımların abartıldığı kadar bir toplamı oluşturmadığını da görebilmeliyiz. CHP’nin Aile Destekleri Sigortası’nın (ADS) bütünlüklü hedefleri arasında en önemlisi belirli bir maddi sınırın altında kalan aileleri yoksulluktan çıkarmak veya “sistemden mezun” etmektir. Bu haliyle ADS, Temel Vatandaşlık Geliri (TVG) uygulamalarına ilham veren mantıktan gücünü almaktadır denilebilir. TVG’ye göre her yurttaşa belirli bir miktar nakit ödeme yapılması öngörülmektedir. Böylece kimin “yoksul” olduğunun ölçülmesi gibi zor bir görevden de kaçınılmış olunmaktadır. Bu nakit katkının sonucunda, yüzde 20’lik gelir dilimlerinde belirgin bir artış oluşmakta, en büyük artış da en yoksul yüzdelik dilimlerde ortaya çıkmaktadır. Üstelik en zengin kesime aktarılan nakit desteği, vergi politikaları sayesinde geri alınmakta, asıl yardım da yoksul bireylere yapılmış olmaktadır. CHP’nin ADS projesi, TVG’ye ilham veren aynı hedefi paylaşır: Yurttaşları yoksulluktan çıkarmak. Ne var ki araçlarda farklılaşma söz konusudur. TVG’nin tüm yurttaşlara nakit desteği vermesi, karşılanması son derece zor bir maliyet yaratacaktır. Kayıt-dışılığın yaygın olduğu, vergi sisteminin tabana yayılamadığı ve adil olmadığı bizim gibi ülkelerde, TVG’nin uygulanması bazı zorluklar yaratabilir. Yine de ülke zenginleştikçe ADS’den TVG’ye doğru bir yolculuk planlanabilir. Yine ülkemizde en yaygın ve pratik ekonomik birim haneler olarak dikkati çekmektedir çünkü haneler, ortak bir bütçesi olan birimler olarak hareket etmektedir. Kaynakların ve yükümlülüklerin paylaşılması yaygın bir ortak davranıştır. Bu demek değildir ki, ADS’de bireylerin aile dışına çıkma çabalarına sınır getirilsin. Bunun için de bazı destek mekanizmaları tanımlanabilir, tanımlanmıştır da. TVG’de her bireye belirli bir nakit destek tanımlanırken, ADS’de hane yapısına özel, daha gerçekçi ve değişken desteklerin tanımlanması mümkün olabilmektedir. ADS, asgari ücretin altında geliri olan veya hiç geliri olmayan hanelere belirli destekler sunulması olarak tanımlanabilir. Destekler, ailenin (devletin ifadesiyle) “muhtaçlık” sınırına uzaklığına ve kompozisyonuna göre belirlenecektir. Bir aile ADS kapsamına girecek kadar yoksul ise, ev kadınının kart hesabına Aile Geçim Desteği adıyla nakit bir destek yatırılacaktır. Ailenin “muhtaçlık” sınırına çok uzak, dolayısıyla oldukça yoksul olduğunu varsayalım. Doğal olarak ailenin sınırın üzerine çıkması için alacağı destek de artacaktır. Bu ailede eğitim yaşında çocukların veya istihdam çağında gençlerin, yaşlıların, sosyal güvencesi olmayan başka bireylerin veya engellilerin olduğunu varsayalım. Bu kategorilere göre tanımlanacak katsayılara göre destek miktarında artış olabilecektir. Mevcut sistemde tanımlanmış engelli aylıkları, evde bakım aylıkları ve yaşlılık aylıklarına dokunulmayacaktır. Bu ödemeler, ADS sistemine entegre edilecektir.
ADS, asgari ücretin altında geliri olan veya hiç geliri olmayan hanelere belirli destekler sunulması olarak tanımlanabilir. Destekler, ailenin “muhtaçlık” sınırına uzaklığına ve kompozisyonuna göre belirlenecektir.
Yukarıda ana hedefimizin sınırın altında kalan aileyi yoksulluktan çıkarmak olduğunu söylemiştik. ADS’nin sadece desteklerle bir aileyi suyun üzerinde tutması ekonomik açıdan sürdürülebilir değildir. O zaman yoksulluktan çıkışın en yaygın iki yöntemiyle ADS’yi entegre etme gereği ortaya çıkmaktadır: Güvenceli istihdam ve kamusal eğitim. Elbette kamusal eğitimi tüm yurttaşlarımız için güçlendirmek sosyal devletin en önemli ödevlerindendir. Ülkemizde eğitim yoluyla daha iyi bir hayata kavuşanların sayıları azımsanamaz. Yoksul bir ailenin çocuğu için eğitime devam bakımından en önemli motivasyonlardan birisinin okulda kahvaltı ve öğle yemeği hizmeti olabileceğinin farkındayız. Bunu sağlayacağız. Yoksul çocuklarına eğitim süreleri boyunca pozitif ayrımcılık uygulanacak. Eğitim bursunun yanında eğitim materyalleri ve yurt gibi imkânlar da parasız olacak. Amaç yoksul gencin eğitim yoluyla istihdama katılması ve sistemden mezuniyetidir. ADS yoksul ailelerdeki gençlerin kamuda istihdamda öncelikli kabul edilmelerini öngörüyor. Bu alandaki pozitif ayrımcılık da ADS’nin “Her yoksul ailede bir sigortalı” iddiasıyla örtüşüyor. Eğer her aileye bir sigortalı tanımlayabilirsek yoksulluk döngüsünü kırabileceğiz. Yine CHP olarak çalışma yaşamında sendikal hakların gelişmesi, kayıt dışının yok edilmesi ve vergi dilimlerinin çalışanlar lehine düzeltilmesi gibi önceliklerimiz olacak. Unutulmaması gereken bir husus var: Yoksulluktan çıkışın en kestirme yolu insanca bir ücrete ve sosyal haklara sahip olarak çalışabilmektir. Emekçilerin sendikal haklarını güçlendirmek demek yoksulluğu da azaltmak demektir. Şöyle bir soruyu duyar gibiyim: ADS kapsamına alınan bir aile neden çalışsın? Anlamlı bir soru. Bir aile derin yoksulluğa ve umutsuzluğa ne kadar saplanırsa, muhtaçlık kültürü ve barındırdığı sadakat ilişkisini kabullenmesi de o kadar artıyor. Oysa biz ADS’yi hayata katılım hakkı için bir kaldıraç olarak görüyoruz. Bir aile haysiyetli bir hayatın kapısını araladığında daha iyi yaşamak istiyor. Statü istiyor. Çocuğu eğitim görsün istiyor. ADS ile sağlanan desteklerin yine kısa vadede ailelerin tüketim ihtiyaçları için harcanacağını ve gündelik ekonominin dolaşımına gireceğini de unutmayalım.
Üretim artarsa istihdam da artar. Kayıt dışını azaltarak güvenceli istihdamı arttıran bir ülkede, adil bir vergi politikası, etkin ve hak temelli bir sosyal devlet için elzemdir. Bunlar olunca da yoksulluk kader olmaktan çıkar.
Asıl sorun şudur: Ülkemizde güvenceli istihdamı büyüten bir üretim şahlanışını başarabilecek miyiz? Üretimin çarkları dönerse, yani pasta büyürse, yoksulluğun en kestirme çaresi olan istihdam da artar. Üretimin artması kamu maliyesinin toparlanması ve gelirlerinin de artması demektir. Böylece sosyal devlet sürdürülebilir olacaktır. Üretim artarsa istihdam da artar. Kayıt dışını azaltarak güvenceli istihdamı arttıran bir ülkede, adil bir vergi politikası, etkin ve hak temelli bir sosyal devlet için elzemdir. Bunlar olunca da yoksulluk kader olmaktan çıkar. Demek ki ADS için bir dizi tamamlayıcı reform şarttır: Üretim reformu, vergi reformu. Bunlar da yetmez: Ayni ve nakdi yardımlara sıkışmayan bir sosyal devlet için sosyal hizmetler boyutunu güçlendirmek şarttır. Yoksul bir ailenin çocuğuna kreş imkânı sunmak demek, annenin çalışabilmesi demektir. Yine o çocuğun okulunda kahvaltı ve öğle yemeği yiyebilmesi, ücretsiz internete sahip olabilmesi eğitimde başarılı olabilmesinin önünü açacaktır. Engelli çocuğu olan bir annenin çocuğunu gündüz bakım evine bırakabilmesi bırakın çalışmayı nefes alabilmesi için de şarttır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Sosyal hizmetler alanında bir devrim yapabiliriz. Bunun için yetişmiş insan kaynağımızı görmek isteyenler varsa, “atanmamış” mezunlarımıza bakabilir. Yine yerel yönetimlerin sosyal hizmetler ve sosyal destekler alanında güçlendirilmeleri ve yetkilerinin arttırılması da de çok önemli bir ferahlama sağlayacaktır. Mevcut durumda Aile Bakanlığı ve yerel yönetimler rakip durumundadır ve bu da kaynak israfı anlamına gelmektedir. Son olarak bir emeklilik reformu da acil bir görev olarak bizleri beklemektedir. En düşük emekli maaşının asgari ücretle ve açlık sınırıyla eşitlenmesini zorunlu hale getirirsek, çok sayıda emeklinin yoksulluk girdabından kurtulmalarını sağlayabiliriz. Bu da yetmez: Eşit işe eşit emekli ücreti ilkesiyle gerekli intibak yasalarını da çıkarmamız şarttır. Kaynak mı dediniz? GSYİH’sının sadece yüzde 1,42’sini sosyal yardımlara ayıran bir ülkeyiz. Bu rakamı iki katına çıkarmak bir tercih meselesidir ve evet biz o tercihe sahibiz…
Editör: TE Bilisim