Çarşamba, Nisan 24, 2024

CHP’li Tahsin Tarhan: Anaların ağlamayacağı, babaların oğullarını toprağa vermeyeceği bir iktidara ihtiyacımız var

Türkiye’nin Kriz’i dosyasında CHP Kocaeli Milletvekili Tahsin Tarhan ile konuştuk. Tarhan; ülkemizdeki siyasal krizin, hükümetin meşruluğunu yitirmesine rağmen iktidarda kalmak için diretmesinden kaynaklandığını ifade ediyor.

-Türkiye siyaseti Türkiye’nin tarihsel problemlerine çözüm üretemiyor ve bu noktada çok ciddi krizler ortaya çıkıyor. Bu bağlamda bugün Türkiye’de bir siyasal kriz olduğunu düşünüyor musunuz ve yaşadığımız süreci nasıl tanımıyorsunuz?

Türkiye siyaseti birçok zorluğu yaşamış, bu zorlukların bazısının üstesinden gelmiş, bazısına çare oluşturamamıştır. Ancak siyasi krizler Türkiye’nin bugünkü hükümetinin yönetim boşluğundan kaynaklanıyor. Meşruiyetini kaybeden bir hükümetin siyasi krizler yaratması normaldir. Örneğin, bugün OHAL ilan ederek Türkiye’yi yönetmeye kalkan bir iktidar var. Üstelik OHAL dönemi çıkan KHK’lerin çoğu, yeni mağduriyetler yaratıyor. Bu da meşruiyetin kaybedilmesine neden oluyor.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak meşruluğun, hukuk içerisinde kalarak kazanılacağına inanıyoruz. Herkes kendi hukukunu yaratmaya kalkarsa Devlet diye bir varlık kalmaz. Bir çalışma yapılıyor, sonradan bunun hukuku yaratılıyor. Oysa hukuk herkesin hakkı demektir. Bir arada yaşadığımız tüm halkımızın hakkının eşit bir şekilde korunması demektir. Bu olmazsa meşruiyet kalmaz.

Ancak bugün meşruiyetsizlikten kaynaklanan krizlerin nedeni sistemde aranıyor. Parlamenter sistemin krizler yarattığı savunuluyor, bu nedenle “başkanlık” adı altında farklı bir sisteme geçiş tartışılıyor. Oysa krizin asıl ve en büyük nedeni yasaları tanımayan, parlamenter sistemin demokratik kriterlerine uymayan, hukuku çiğneyen siyasi çevrelerdir.

Bir ülkenin sistemi, o ülkede yaşayan halkın kültürü, o ülkenin geçirdiği tarihsel süreçler ile oluşur. ABD’de başkanlık sisteminin olması, o ülkenin farklı eyaletlerinin bir araya gelerek bir devlet kurmasından kaynaklanıyor. Aynı şekilde, Fransa’nın yarı-başkanlık sistemi ile yönetilmesinin sebebi Cezayir kriziyle başlayan süreçten kaynaklanıyor.

Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkanlık sistemine geçmesini isteyen çevreler, daha fazla yetkiye sahip olmak istiyorlar. Sırf geniş yetkilerle Türkiye’yi yönetebilmek için sistemi değiştirmek istiyorlar. Oysa Türkiye’nin 200 yıllık parlamenter sistemini geliştirmesi, daha da demokratikleştirmesi gerekiyor.
İthal edilen sistemler diktatörlüğe neden olur. Latin Amerika’da, başkanlık sistemini ithal ülkeler; Barbados gibi, İngiltere’nin sistemini ithal eden ülkeler ve ikinci dünya savaşından sonra, sömürge olmaktan kurtulmalarına rağmen sömüren devletlerin yönetim sistemlerini uygulayan ülkelerin hepsi diktatörlükler oluşturdular. Biz de farklı bir sistemi ithal edecek olursak demokrasiden uzaklaşmaktan kurtulamayız. Bu durum bizi geriye götürür.

Bizim için önemli olan şey şudur:

200 yıldır uyguladığımız parlamenter sistemimizi daha da demokratik hale getirebilmek için siyasi partiler kanununu ve seçim sistemi kanununu yürürlüğe koymak. Ardından güçler ayrılığını özümsemek ve yasalarla uygulanabilir hale getirmek. Medyanın bağımsızlığını keskin bir şekilde gerçekleştirmek. 12 Eylül Anayasası’nın getirdiği demokrasi karşıtı yasaları yeniden düzenlemek ve demokratik hale getirmek. Seçim barajını olabildiğince en aşağıya çekmek ve hukukun üstünlüğünü sağlamak.

Bunları yaparsak krizleri de aşmış oluruz.

-15 Temmuz ve onu hazırlayan süreci bir ‘iktidar krizi’ olarak okumak mümkün müdür? 15 Temmuz sonrasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dini öğelerle halkı kandıran ve sömüren bir terör örgütün iktidar tarafından devlet kurumlarına alınması ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne alınması 15 Temmuz kalkışmasının yaratıcı sebepleri arasındadır.

Türkiye’yi 15 Temmuz kalkışmasına sürükleyenler, “kandırıldık” diyenlerdir. 15 yıldır iktidarda olan bir hükümetin kaç defa terör örgütleriyle masaya oturduğunu hatırlıyor musunuz? Terör örgütleriyle masaya oturmak da, onları devlet kurumlarının içerisine almak da bu örgütlerin meşru olduğunu savunmak anlamına gelir ve bu büyük bir yanlıştır. Üstelik devleti yöneten bir hükümetin terör örgütlerini kendisine muhatap kılması, devletin bekası açısından son derece tehlikelidir.

Cemaat yapılanması ve halkın oyuyla iktidara gelmiş hükümet arasında bir yönetim krizi yaşandı ve birbirlerine düştüler. Bu iktidar kavgasının sıkıntısını halkımız çekiyor. 15 Temmuz’da kanlı bir darbe girişimi oldu, ancak asıl darbe bugün yapılıyor. Darbe girişimi sonrası gelinen nokta: 1 milyonu aşkın mağdur vatandaştır, sorgusuz sualsiz kayyum atanan firmalardır, mesleklerini icra etme haklarının ellerinden aldığı öğretmenler, akademisyenler, memurlardır. Kadro hakkı elinden alınmış 15 bin ÖYP’lidir.

Darbe girişiminin ardından hükümetin OHAL ilan etmesi her şeyden önce milletin iradesinin tecelli ettiği Meclisin By-pass edilmesi anlamına gelmiştir. Darbe kalkışmasına canı pahasına direnmiş bir meclisin işlevsiz hale getirilmesi de bu kalkışmayı yapmak isteyenlere karşı verilmiş doğru bir tepki değildir. Kalkışmayı yapmak isteyen terör örgütü meclisi bombalamış, meclisi hedef almış, milletin oy vererek belirlediği meclisin otoritesini yok saymıştır. Ancak bugünkü hükümetin de meclise karşı tavrı aynıdır.

OHAL’in ilan edilmesiyle birlikte FETÖ/PDY Operasyonları adı altında yapılan tutuklamalar ve baskılar tüm Türkiye’yi bir korku ülkesi haline getirmiştir. Ekonomi bu korkudan payını almaktadır: Yabancı yatırımcılar Türkiye piyasasından çekiliyor, yerli yatırımcılar firmalarına kayyum atanacak diye endişe ediyor.

Özellikle medya kurumlarının üzerindeki baskı, hükümetin korku ülkesi yaratma arzusunun bir kanıtıdır. Bugün 15 Temmuz kalkışmasının önlenmesinde basının önemini herkes bilmelidir. Eğer gazetecilerimiz halkın sokağa çıkması için cesaret vermeseydiler, siyasilerin açıklama yapmasına müsaade etmeseydiler, darbe karşıtı bir yayın politikası izlemeseydiler Türkiye Cumhuriyeti’nin başında bir darbe hükümeti var olacaktı. Bu nedenle basının bağımsızlığının ve özgürlüğünün hukukla korunması için adım atılmalıdır.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, yasama- yürütme- yargı organlarına bir de medya organının eklenmesi gerektiğine ve bu 4 kuvvetin bağımsızca çalışmasının ve birbirlerini denetlemesinin tam demokrasinin bir gereği olduğuna inanıyoruz.

Son olarak hükümetin Türkiye’de bir OHAL hukuku yaratmaya kalkıştığını söylemek istiyorum. Herkesin hakkını koruyan hukuk bitirildi ve bu OHAL hukuku sadece belli bir zümrenin hakkını koruyor. Vatandaşlarımızın, esnafımızın, emeklimizin, memurumuzun, işçimizin, sanayicimizin hakkını korumuyor.

-Cerablus Operasyonu’na kadar gelen süreci ve iç-dış dinamikleri nasıl değerlendirebiliriz?

Bir defa uluslararası güçlerin Suriye’ye müdahalesi barışı getirecek yönde olmadı. Yalnızca Esad hükümetinin devrilmesi yönünde hareket edildi. Suriyeli vatandaşların hayatları, yaşam şartları ve masum Suriyeli çocuklar düşünülmedi.

Uluslararası hukuk devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmasını suç olarak görüyor. Bu bağlamda Suriye’nin iç işlerine müdahale etmek Batı’nın ve Türkiye hükümetinin işlemiş olduğu bir suçtur. Türkiye Cumhuriyeti kendi sınırları dışına çıkarak başka devletlerin iç işlerine müdahale etmemelidir. Ancak kendi sınırları dışında gerçekleşen bir zulme karşı demokrasiyi savunmalı ve barış elçiliği yürütmelidir.

Eğer ortada bir zulüm varsa elbette buna karşı çıkılmalıdır. Suriye halkı demokrasiyi istiyorsa, elbette desteklenmelidir. Fakat bu destek kamuoyu yaratarak olabilir. Sadece hukuk yoluyla bir destek verilebilir. Suriye’deki olaylar bir etnik savaşa dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti bu kanlı siyasete karşı olmalı ve farklı etnik kültürlerin barışmasını savunmalıdır. Savaşın büyümesi demokrasiyi ancak zedeler. Silah zoruyla tesis edilmiş bir demokrasi şimdiye kadar görülmemiştir.

Yeni bir dış politikaya ihtiyacımız var. Savaş üzerine kurulu bir dış politikanın bize getireceği bir fayda olamaz. Özellikle Ortadoğu’da barışı tesis edebilecek bir lider devlet konumunda hareket etmeliyiz.

Ortadoğu’da siyaset hep savaş hukukuyla yönlendirilmiştir. Savaşın hukuku bölge halkına kandan, acıdan ve zulümden başka bir şey getirmemiştir. Türkiye’nin, uluslararası hukuku da arkasına alarak bölgeye müdahale etmesi ancak barışın tesis edilmesi niyetiyle olabilir. Bölgedeki savaşı büyüterek, Suriyeli komşularımızın acısını dindirmeyerek, maddi çıkarların peşine düşerek hiçbir kazanım elde edemeyiz. Suriye’deki savaş bize her anlamda zarar vermektedir. O nedenle tüm politikamızı bölgede barışın sağlanması yönünde gerçekleştirmeliyiz.

-Türkiye’de sol, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal krizden çıkması için nasıl bir mücadele perspektifi çizmelidir?

Önceki sorularda da belirttiğim gibi, ülkemizdeki siyasal kriz, hükümetin meşruluğunu yitirmesine rağmen iktidarda kalmak için diretmesinden kaynaklanıyor. Kendi meşruluğunu yitirdiği için de sistem değişikliği yapılarak kendi siyasi ölçülerine göre bir hukuk yaratmak istiyor. İktidarını koruyabilecek bir siyasal sistem yaratmak istiyor.

Dolayısıyla mücadelenin neye karşı verileceği bellidir. Bu sorunlara karşı verilecek mücadelede aydınlara, solculara, demokratlara, Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü savunan, yurdunu seven tüm halkımıza büyük görevler düşüyor.

Ülkeyi Olağan Üstü Hal rejimiyle ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle yöneten hükümetin tersine bütün toplumun beklentilerini karşılayacak, kompleks bir yaşamın ağlarını örebilecek ve dünyanın bugün geldiği noktayı yakalayabilecek bir iktidar hedefi öngörülmesi gerekiyor. İlerici, doğayı koruyan, insan haklarına uygun, emeğe sahip çıkan, her bireye değer veren, özgürlükçü, hukukun üstünlüğünü savunan ve tam demokratik bir Anayasayı bütün bir toplum olarak yaratmamız gerekiyor.

Her gün gelen şehit haberlerini, artık duymayacağımız, anaların ağlamayacağı, babaların gencecik oğullarını toprağa vermeyeceği bir iktidara ihtiyacımız var. Tek başına karar vermeyen, hükümetin ve muhalefetin uzlaşarak karar alabildiği, denetlemenin ve şeffaflığın sağlam olduğu bir devlet yapısına ihtiyacımız var. Ekonomik eşitsizlikleri düşürecek, gelir dağılımı eşitsizliğini ortadan kaldıracak ve dengeli bir ekonomiye ihtiyacımız var. Üretime öncelik veren, katma değer yaratacak projeler üretebilen bir hükümete ihtiyacımız var. İşsizliği, yoksulluğu kökünden çözmeye ihtiyacımız var. Siyasette namuslu ve karakterli bireylere, demokrasiyi koruyacak şekilde hareket eden siyasilere ihtiyacımız var. Dini özgürlüklerin korunacağı, fikir özgürlüğünün savunulacağı bir siyasi zemine ihtiyacımız var. Mücadele de bu ihtiyaçlarımızı karşılayacak şekilde örülmelidir.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER