Cumartesi, Nisan 20, 2024

CHP’li Erdoğan Toprak: AKP, Türkiye tarihinin en istikrarsız dış politikasını izliyor

CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Başdanışmanı Erdoğan Toprak Dış Politika Değişikliğini Politikyol için yazdı:

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Bahreyn ile başlayan, Katar ve Suudi Arabistan ile devam eden Körfez ülkeleri turu bir anlamda “gönül alma” niteliğinde görünse de asıl perde gerisindeki hedef ekonomik ve askeri destek beklentisiydi.

Rusya ile ilişkilerin normalleşmesi sürecinde Suriye’de ortak hareket planlarının ağırlığı artarken Astana müzakerelerinde İran-RusyaTürkiye arasında üçlü mekanizmanın oluşturulması, Suriye’de siyasi çözüm için ortak hareket kararı alınması, Suudi Arabistan ve Katar’ı rahatsız etti.

İran ile öteden beri sorunlu olan Körfez ülkelerinin, Türkiye-İranRusya blokunun ortaklaşa hareketinden duydukları rahatsızlığı dolaylı yollardan Ankara’ya ilettikleri ifade ediliyor.
Suriye iç savaşının başlangıcında Suudiler ve Katar ile ittifakta yer alan Erdoğan, uçak krizinden sonra Rusya ile ilişkileri düzeltme yollarına yöneldi. Rusya’nın baştan itibaren Suriye’de birlikte hareket ettiği İran ile de zorunlu olarak yakınlaşmak zorunda kalan Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti bu kez Körfez ülkeleri ile ilişkilerde handikap yaşamaya başladı.

Ateşkesin kontrol ve denetimi için oluşturulan üçlü mekanizma ve 23 Şubat’ta yapılması beklenen Cenevre müzakereleri öncesinde anlaşıldığı kadarıyla Cumhurbaşkanı ve hükümet, Körfez ile ilişkileri yeniden rayına oturtmaya çabalıyor.
Suudi Arabistan ile İran arasındaki sorunlar nedeniyle Körfez turunda İran karşıtı bir söylemi öne çıkartan Cumhurbaşkanı “Pers Milliyetçiliğinden, Fars şovenizminden, Farsların bölgedeki çatışmaları şiddetlendirici yaklaşımlarından yakınarak”, Suudi, Katar Bloku’nun gönlünü almaya çalıştı.

Ancak bir yandan Rusya ve İran ile ortak hareket, diğer yandan ABD ile Rakka ve Menbic için ortak operasyon pazarlıkları sürdürülürken, diğer yandan da Körfez ülkeleri ile yeni ittifak arayışları ve İran’a yönelik politik dilin değiştirilmesi vb. politikalar hepsi bir arada yürütülebilecek diplomasiler olmaktan uzak.

Cumhurbaşkanı herkesin gönlünü almaya, herkesi hoş tutmaya çalışırken, diğer yandan da ciddi anlamda politikasızlığın, planlı programlı, getirileri ve götürüleri iyi hesaplanmış, birkaç adım sonrası önceden öngörülmüş bir diplomasinin söz konusu olmadığının işaretlerini veriyor.

Nitekim İran’ın gerek Cumhurbaşkanının Körfez turunda gerekse Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Münih Güvenlik Konferansı’ndaki açıklamalarına tepkisi çok sert oldu. Türkiye’yi hâlâ imparatorluk hayalleriyle yaşamakla itham eden İran Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, isim vermeksizin bazı ülkelerin bölgeyi karıştırmak, kan dökülmesine vesile olacak politikalar uygulamakta olduğu öne sürüldü.

Bakan Çavuşoğlu’nun İran’ın Irak ve Suriye’yi Şii yapmak istediğini dile getirmesine tepkiler büyürken, Cumhurbaşkanının da Pers-Fars Milliyetçiliğinin bölge içi tehdit olduğunu ifade etmesi Türkiye-İran ilişkilerinde yeni gerginlik kaynağı olmaya aday.

Bir anda Rakka Operasyonu için çok istekli bir konuma giren hükümet, ABD’nin bu konuda PYD-YPG ısrarı karşısında somut bir politika üretemiyor. Olası ortak Rakka operasyonunda kara gücünün varlığının artırılması, hava desteğinin güçlendirilmesi gerekli olduğu için de Suudi Arabistan ile daha önce oluşturulması konusunda adım atılan “İslam Ordusu” nun da sürece müdahil olması pazarlıklarına girişiyor.

8 Şubat’ta da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suudi mevkidaşı ile yaptığı görüşmede, Rakka operasyonunda bölge ülkelerinin de yer alması gerektiğini IŞİD’in asıl karargâhının Rakka olduğunu belirterek, Türkiye’nin gerekirse Özel Kuvvetler’den oluşan birliklerle operasyonda yer alabileceğini ifade etmişti.

Dolayısıyla Körfez ziyaretinin öncelikli hedeflerinden birisinin, daha önce “El Bab’dan derine gidilmesi doğru olmaz” denilen Fırat Kalkanı harekâtının şimdi Rakka’ya uzaması durumunda, ABD’yi YPG’den vazgeçirmek, Türk Silahlı Kuvvetleri ve desteklediği ÖSO ile birlikte Suudilerin, Katar’ın da askeri desteğinin devreye gireceğinin sözünü alarak Türkiye’nin pazarlıkta elini güçlendirmek.

Suudiler her ne kadar net ve somut bir destek açıklamasında bulunmasa da harekâtın finansal boyutunda Türkiye’ye katkı verebilirler ama Suudi ekonomisinin içinde bulunduğu zorluklar, bu katkının sınırlı olmasına yol açacaktır. Askeri açıdan ise Suudiler Yemen’de yürüttükleri operasyonlar nedeniyle fazla başarı elde edemediler. Körfez ülkeleri de dahil 10 ülkenin ordularından destek alan Suudiler şu anda önceliği Yemen’e vermek isteyeceklerdir.
Katar ve Bahreyn’nin sağlayacağı destekler ise yine öncelikle parasal düzeyde olmak durumunda. Her iki ülkenin de askeri potansiyeli ve sağlayacakları destek sembolik olmanın ötesine geçemez. Bu aşamada yine asıl yükün TSK’ya düşeceği anlaşılıyor.

ABD kendi askerleri yerine uzun süredir eğitip silahlandırdığı YPG ağırlıklı Demokratik Suriye Güçleri’nin (SDG) Rakka’da sorumluluk üstlenmesinde ısrarlı.

ABD Genelkurmay Başkanının ziyaretinde İncirlik’te yapılan müzakerelerde de ABD’nin SDG’den, Kürt silahlı güçlerin desteğinden vazgeçmesi için ikna edilemediği anlaşılıyor.
Kaldı ki, Cenevre müzakereleri yaklaşırken, ABD’nin de Rusya ile birlikte masada Kürtlerin de yer alması konusundaki ısrarlarını ve Türkiye’ye dönük baskılarını artırması bilinmeyen bir şey değil.

Göründüğü kadarıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Körfez turuyla Rusya ve İran’a karşı Astana ve Cenevre’de, ABD’ye karşı da Rakka’da elini güçlendirmek, seçeneklerini çeşitlendirmek istedi. Ancak mevcut durumda Körfez ülkelerinin Türkiye’ye sağlayacağı askeri destekten fazla bir katkı beklemek, hayalcilik olur.

O nedenle Cumhurbaşkanının turu, darboğazdaki ekonomiyi referandum öncesi rahatlatacak bazı parasal desteklerin sağlanması üzerine yoğunlaşmış görünüyor.
Çünkü görünen gerçek 2-3 bin kişilik ÖSO güçlerine verilen destekle bile Ağustos ayından bu yana sonuçlandırılamayan El Bab kuşatması, şayet Rakka’ya doğru genişletilirse bu durumda en az 20-30 bin kişilik bir kara gücüne ihtiyaç olduğu kaydediliyor. Rakka IŞİD’in gayrı resmi başkenti ve burada en az 15 bin dolayında militanının olduğu, kent nüfusunun 230-250 bin arasında olduğu belirtiliyor.

Böyle bir harekâtın gerek ekonomik faturası gerekse, silah, mühimmat ve lojistik destek gereksinmesi, El Bab ve Cerablus’un kat kat üzerinde olacaktır.

O nedenle Trump, önce CIA Başkanını ardından da ABD Genelkurmay Başkanını göndererek TSK’nın ve Türkiye’nin konumunu planlarını öğrenmek istedi.

ABD, harekâtın gerektirdiği kara gücünün büyüklüğü nedeniyle, Kürtlerin mutlaka yer almasında ısrar ediyor. Bir diğer boyut ise Trump yönetimi, İran ile ilişkilere sıcak bakmıyor. İran’a yaptırımları ve nükleer anlaşmanın iptalini gündemine alan Trump yönetiminin, Türkiye’nin İran ve Rusya ile ortak hareket etmesinden de mutlu olmadığı muhtemeldir ki iletildi ve ilişkilerin gözden geçirilmesi istendi.

Cumhurbaşkanının Körfez turunda İran’a yönelik çıkışlarını bu telkinler doğrultusunda değerlendirmek yanlış olmaz.

Bir noktayı ciddi bir şekilde vurgulamak gerekirse, ciddi ve sağlıklı dış politika, herkesi memnun etmeyi amaçlayan bir çizgiden önce, ulusal çıkarları önceleyen bir strateji üzerine oturmak durumundadır.

Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti, her isteyene göre yön ve biçim değiştiren bir dış politikayı benimsemiş görünüyorlar ki, böyle bir tutumla yürütülen dış politikayı, muhataplarınızın hiçbirisi ciddiye almaz. Diğer ülkeler bu politikalarla, Türkiye’yi kolaylıkla yönetip, yönlendirebileceklerini, kendi amaçları için kullanabileceklerini düşünerek, kopartabilecekleri tavizlerin azamisini kopartma yoluna gideceklerdir. Burada da omurgası olmayan bir dış politika sonucunda kaybeden, Türkiye olacaktır.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER