Burhanettin Bulut yazdı | Sesimizi, sözümüzü demokrasi için yükselteceğiz…

16 yıldır ülkenin üzerine bir kabus gibi çöken AKP iktidarında ekonomiden dış politikaya kadar pek çok hayati alanda ciddi bir erozyon yaşanmış olsa da en ciddi tahribat Türkiye’nin demokrasisi ve hukuk devleti kimliğinde meydana gelmiştir. Hangi uluslararası kuruluş demokrasi endeksi yayınlasa Türkiye muhakkak birkaç basamak gerilemiş oluyor. En son The Economist Dergisi’nin “Demokrasi Endeksi 2018: Ben De” raporuna göre Türkiye, 167 ülke arasından geçen yıla göre 10 sıra gerileyerek 110. Sıraya düşmüştür.  Bu, geçtiğimiz yıl içinde demokrasimizin ne denli gerilediğini ortaya koyan somut bir göstergedir. Bu öyle bir gerileyiştir ki, Avrupa ülkelerinin dünya genelindeki ortalamasını bile aşağı çekmektedir. Raporda buna vurgu yapılıyor olması yalnızca acı verici olarak nitelenebilir.

Hedef göstermelerin, hukuksuz tutuklamaların sıradan hale geldiği, cezaevlerinin dolup taştığı, basın özgürlüğünün, ifade ve düşünce açıklama özgürlüğünün yok sayıldığı, ihraçlarla yok edilen bir akademiye sahip bir ülkenin demokrasi endeksinde gerilerde yer alması şaşırtıcı değildir. Ülke genelinde, hukukun çiğnenmediği, insan haklarının ağır bir şekilde ihlal edilmediği gün yok gibidir. Anayasanın rafa kaldırılması da, hukuka güvenin sarsılması da muhalefetin yargı sopasıyla susturulmak istenmesi de Türkiye’nin tarihsel gelişimi ile uyuşmayan başkanlık sistemi dayatmasıyla açık bir şekilde ilintilidir.

24 Haziran 2018 tarihi itibariyle Türkiye’de uygulanmaya başlanan, nev-i şahsına münhasır bir Başkanlık sistemiyle, demokrasinin sacayakları olan, yasama-yürütme-yargı bağımsızlığını tamamen yitirmiş, ülke tek adamın insafına kalmıştır.

Genişleyen yetkileriyle yürütmenin başı olan cumhurbaşkanı hemen her konuda tek söz söyleyecek kişi, tek yetkili konumuna getirilmiştir. Yasaları geri gönderme yetkisi, kararname çıkarma yetkisi, görevden alma yetkisi, meclisi feshedebilme yetkisi, milli güvenlik siyasetini belirleme yetkisi ve bütçeyi hazırlayıp sunma yetkisi ile donatılan Cumhurbaşkanı, denge ve denetlemeden azade dilediği gibi at koşturabilmektedir.

Dünyanın en gelişmiş 10 ülkesi parlamenter demokrasi ile yönetilen, kuvvetler ayrılığının uygulandığı ülkelerdir. Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkelerin birkaç istisna hariç büyük çoğunluğunda ise açlık ve sefalet hüküm sürmektedir. demokrasi kültürü tam olarak yerleşmediği için bu ülkelerin siyasi tarihi   darbelerle örülüdür.

Başkanlık veya yarı başkanlık sistemin işlediği birkaç ülkede erkler kesin hatlarla birbirinden ayrı, fren ve denge mekanizmaları ile biçimlenmiş, yürütmenin başının yetkilerinin sınırlı olduğu ülkelerdir. Türkiye’deki sistemde ise cumhurbaşkanı sınırsız yetkilerle donatılmış olmasına rağmen herhangi bir fren ve denge mekanizması mevcut değildir ve Cumhurbaşkanının hukuki sorumluluğu yoktur.

Doğal olarak aşırı yetkisi olan ancak hukuki olarak sorumluluğu olmayan tek bir kişinin yönettiği bir ülkede ne yargı bağımsızlığından ne de hukukun üstünlüğünden söz edilebilir. Var olan tek şey keyfiliktir. Tarafsız olması gereken TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın istifa etmeden Anayasaya aykırı bir şekilde AKP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak gösterilmesi, PM Üyemiz Eren Erdem’in tahliye kararının hemen ardından bir başka mahkemeye verilen talimatla yakalama kararı çıkarılması hukuk tanımazlığın açık örnekleridir.

Şu anda Türkiye’de mevcut olan sistemi var olan sınırsız yetkilerden ve yasamanın işlevini yitirmesinden dolayı ne Parlamenter sistem ne de yarı başkanlık sistemi olarak tanımlamak mümkün değildir. Ancak ne deve ne kuş olan bu sistem için şu rahatlıkla söylenebilir; adı bile tartışma konusu olan bu yeni sistemle birlikte parlamenter rejim yok edilmiş, yasama işlevsizleştirilmiş, yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmıştır.

Tek bir kişinin iki dudağından çıkan sözün kanun olması, bir tek kişinin her şeye karar vermesi pek çok şey olabilir ama kesinlikle demokrasi değildir. Demokrasi, tek bir kişinin rejimi olmadığı gibi çoğunluğun rejimi de değildir. Demokrasi çoğulcu olmak zorundadır.

Bu kaostan çıkış, parlamenter sisteme, cumhuriyetimizin kurucu değerlerine geri dönüş ile mümkün olacaktır. Tüm olumsuzluklara rağmen parlamenter sisteme olan inancımızı ve ısrarlı demokrasi arayışımızı sürdüreceğiz. Sesimizi, sözümüzü demokrasi için, özgürlükler için yükselteceğiz.  

Karanlıktan aydınlığa ulaşmanın tek yolu dayanışmadan, demokrasi mücadelemizi ortaklaştırmaktan geçmektedir.