Cuma, Nisan 19, 2024

Bülent Aksoy ile Türkçe, dil ve etimoloji üstüne…

Bülent Aksoy’un Kelimelerin Dünyasında Gezintiler kitabı çıkınca hemen alıp okumaya başladım. Aksoy, büyük birikimiyle bizi kelimeler dünyasına götürüyor. Aksoy ile Türkçenin ne anlama geldiğini, etimolojideki değişimleri ve Türkçe üzerine yapılan siyasi tartışmaların ne ifade ettiğini konuştuk.

Dil nedir, nasıl değişir… Edebiyatla ilgilenen biri olarak bu konuya çok kafa yormuşumdur. Doğru Türkçe var mıdır, nasıl kullanılmalıdır, yabancı sözcüklerin girişi, imla, Öztürkçecilik… Dil meselesi, özellikle de etimoloji bir kuyu gibi insanı çeker. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın karşınıza bir anda hiç düşünmediğiniz bir bağlantı çıkar ve sizi gene şaşırtır. Kelimelerin yolculuğunu izlemek, birçok zaman macera romanlarından bile keyiflidir.

Bülent Aksoy’un Kelimelerin Dünyasında Gezintiler kitabı çıkınca hemen alıp okumaya başladım. Aksoy, büyük birikimiyle bizi kelimeler dünyasına götürüyor. Hiç akla hayale gelmez kelimelerin aynı kökten türediğini, zamanla bambaşka anlamlar kazanan kelimelerin aslında aynı olduğunu, galat-ı meşhur dediğimiz yanlış kullanımları ve daha pek çok şeyi okuyucuya -ders vermeden- öğretiyor.

Kitabı bitirir bitirmez Bülent Aksoy ile bir mülakat yapmak istedim. Tabii ki onun kitabından yola çıkan bir söyleşi yapmak vardı aklımda ama karşımda böylesine önemli bir dilci olunca diğer konuları da es geçmek istemedim. İşin kötüsü, bu konularda benim de yer yer katı addedilecek fikirlerim olduğu için soruların bir bölümü sert sorulmuş gibi gelebilir. Oysa, maksadım sert bir soru sormak değil, katı fikirlerime Bülent Aksoy’un nasıl cevap vereceğini öğrenmekti.

Dil dediğimiz bu ele avuca sığmaz ve sürekli değişen şeyi merak edenlere Aksoy’un kitabını hararetle tavsiye ediyorum.

Türkçe nedir? Kutadgu Bilig mi Türkçe, bugün Türkiye’de konuşulup anlaşılan kelimelerin tamamı mı?

Her ikisi de Türkçedir. Türkçe denince birçok Türkçe akla gelmeli. Yalnız Kutadgu Bilig değil, bütün Asya Türkçeleri, öteki Asya dillerinden aldığımız sözler, Eski Anadolu kültürlerinden bize geçenler, Arapçanın, Farsçanın, Avrupa dillerinin etkisindeki Türkçe… Çünkü Türkçe uzun tarihi içinde çok çeşitli dillerle temas etmiştir. Hepsinin etkisi, izleri vardır.

Dil nasıl değişir?

Dillerin iki ana bileşeni vardır: Gramer ile söz dağarcığı. Gramer değişmez. Daha doğrusu, çok az değişir. O da şöyle olur…  Dilin temelindeki gramer denen düzen gitgide olgunlaşır; daha önce belirsizlik gösteren anlatım şekilleri belirlilik, açıklık kazanır; karışıklığa yol açan söz kuruluşları elekten geçirilip sadeleştirilir; kuralsızlıklar kurallara dönüşür.

Değişen sadece kelimelerdir. Hiçbir kelimesini bilmediğiniz, çok eski metinlerden alınmış bir cümle düşünün. O cümleyi bir Türk yazarsa, kullandığı kelimelerin bir araya gelişinde bir düzenlilik vardır. Hiç olmazsa ekleri, takıları, edatları, bağlaçları Türkçedir. Anlamını bilmediğiniz kelimelerin anlamını sözlüğe bakarak öğrenirseniz, hiçbir kelimesini bilmediğiniz cümlede ne dendiğini anlarsınız. Grameri oturmuş bir dil yabancı dillerden ne kadar çok kelime alırsa alsın, o temel yapı bu dili kullananların bildiği bir yapıdır. Diller türlü karmaşık etkileşimlerle birbirleriyle temasa geçerler: fetihler, istilalar, müstemlekecilik, uluslararası ticaret, göçler, yerel dili konuşan nüfusun eriyip tükenmesi gibi etmenler diller arasında bir alışveriş kurulmasına yol açar, kelimeler de dilden dile kolayca geçer.

Dilin sadeleşmesi mutlaka gerekiyordu. Bunu kabul etmek lazım ilkin. Servet-i Fünun Türkçesiyle güçlü bir edebiyat yaratılamazdı.

Dillerin asıl değişen bileşeni söz dağarcığıdır. Toplumun, yaşama biçiminin değişmesi dilleri de değişime zorlar. Yeni kavramlara ihtiyaç duyulur. Yeni kavramlar ya dilin içinden, konuşma dilinden türer ya da bu arada yabancı kültürlerle temas kurulmuşsa, yabancı dillerden alınır. Ulusallaşma süreçleri dilleri yeni toplumun dünya görüşü doğrultusunda değiştirir. Toplumlar bir ulusallaşma sürecine girdikleri zaman eski kaynaklarına döner, köklerini ararlar. Bu arayış içinde eski kelimeler canlandırılıp ortak dile mal edilir. Dillerin olgunlaşması da bir değişim, daha doğrusu dönüşümdür. Bu dönüşümde büyük şairlerin payını unutmamak gerek. Büyük şairler dil sanatçılarıdır; onlar halk dilini alır, yeniden işler, parlatır, yeni bir kalıba döker, dile benliğini kazandırır.

Yabancı kelimeler dili zayıflatır mı?

Hayır, kural olarak, zayıflatır denemez. Saf bir dil yoktur zaten. Her dilde yabancı kelimeler vardır. Dış dünyaya tamamıyla kapalı, hiçbir yabancı dille teması olmayan, teknolojide geri, “cemaat” benzeri küçük toplumlarda belki bir safiyetten bahsedilebilir; belki…

Ama bu demek değildir ki, diller kapılarını yabancı dillere ardına kadar açsın, kapıdan giren her yeni kelime dile yerleşsin. Bunun bir dozu olmalıdır. Türkçe açısından düşünürsek, Ziya Gökalp’in “Türkçeleşmiş, Türkçedir” sözü çok doğrudur. Yabancı dillerden alındığı halde, dile mal olmuş, halkın çoğunluğunun bildiği, rahatça kullandığı, yabancılığı hissedilmeyen sözler Türkçedir. Hem, yabancı kelimeler bir dile durup dururken girmez. İki dilin teması sürecinde, bir kavram alıcı dilde olmadığı halde yabancı dilde varsa söz konusu dile girer.

Gelgelelim, ana dilinin özümseyemediği kelimelerle dolup taşmış bir dil anlaşmayı zorlaştırır. Yeni kavramların dilin kendi söz dağarcığı içinden çıkması çok değerlidir. Anadilinin köklerine dayanan yeni kelimeler, terimler dili zenginleştirir. Bilimsel üretim açısından çok önemlidir bu. Bilim dili berraklık, açıklık gerektirir. Bunu yabancı terimlerle sağlamak zordur. Yabancı dilden alınan kelimelerin anadile zararı işte burada kendini gösterir. Kendi anadillerini bilim dilinde işleyebilen bilimciler, felsefeciler dillerini geliştirir, olgunlaştırırlar.

Şairlerin, edebiyatçıların kendi ana dillerine katkısı da çok önemlidir. Onlar da anadillerini işlerler. Edebiyatçılar sanatlarını ancak kendi ana dillerinde gösterebilirler. Dolayısıyla yabancı kelimeler kullanmaktan sakınırlar. Yabancı kelimelerle şiir yazılır mı? Bu durum basit bir “dil milliyetçiliği” ile açıklanamaz. Şairler şiirleriyle dillerinin güzelliklerini arar, inceliklerini yansıtırlar. Biraz daha ileri gideyim: sadece edebiyatçılar değil, bir ülkenin aydınları da kendi dillerinin imkânlarını yoklamak, temiz bir dille yazıp konuşmak isterler. Bu da okumuş kişilere, aydınlara özgü bir entelektüel meraktır. Dil milliyetçiliğiyle ilintisi yoktur.

Gündelik hayatta. özellikle gençlerin kullandığı bazı terimler var, bunlar TDK’da yok. Sizce bu kelimeler sözlükte yer almalı mı? Bazılarını söyleyeyim: “web”, “x-ray”, “dirtytalk”, “set etmek”, “çek etmek”, “de jure”, “feedback”, “selfie”, “piercing”, “cool”…

Bunların hepsi aynı türden kelimeler değil. De jure uluslararası bir hukuk terimidir. İtalikle yazılarak bütün dillerde kullanılır. Sözlükte yeri olması gerekir. Batı dillerinden gelen kelimeler iyice yaygınlaştığı zaman sözlüğe girer. Dirtytalk, set etmek, çek etmek, cool… bunlar yaygınlaşmış sayılamaz. Piercing dışındakilerin Türkçe karşılığı var zaten. Bu tür kelimeler nasıl bir yazımla sözlüğe girebilir, o da önemli bir dert.

Dil Devrimi ile Harf İnkılabı aynı şeyler midir?

“Dil devrimi” sözündeki “devrim”i yerinde kullanmıyoruz. Devrim, “revolution” ise, “dil reformu” (ya da inkılabı) denmeli. Neyse… Sorunuza geçeyim. Harf inkılabı 1928’de yürürlüğe girmiştir. Dil reformu 1932’de TDK’nin kurulmasıyla başlatılır. Ama bu iki yenilik birbirinden ayrı şeyler değildir. İç içedir. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar süren dil tartışmalarında birçok yazar Türkçenin sadeleştirilmesini isterken, Latin abecesinin de alınmasını isteyenler olmuştur.

Cumhuriyet, Servet-i Fünun döneminde çok ağdalı hale gelen Türkçeyi sadeleştirmeyi ve geliştirmeyi  amaçlamıştı. Yeni Türkçe, Türkçe köklerden türetilen sözlerle işlenecekti. Bu durumda Osmanlı abecesindeki ünsüz çokluğu ne işe yarayacaktı? Üç tane, s, h; iki tane d, t. Sonra Türkçenin sekiz ünlüsü eski abecenin üç ünlüsüyle nasıl gösterilecekti? Bu abece yeni Türkçenin işine yaramazdı. Sonuç olarak, resmî kararlar aynı günde verilmemişse de “aynı şeylerdir” demekte yanlışlık yoktur.

Yeni bir kelime yanlış bir biçimde türetilmiş olsa da dilde tutunmuşsa, çoğunluğun kullandığı bir kelime haline gelmişse, önünde kimse duramaz, en büyük dil âlimleri bile.

Ben kendi adıma Harf İnkılabı’nı alfabenin değiştirilmesi, Dil Devrimi’ni ise Harf İnkılabı’nı da kapsayan daha büyük bir dönüşümü anlatmak için kullanıyorum. Bu bağlamda, Dil Devrimi’nin pek hayırlı bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Güneş-Dil Teorisi’ni de Dil Devrimi’nin son merhalelerinden biri olarak ele alıyorum. Katılır mısınız?

Dilde devrim değil, reform olur, tekrarlayayım. Devrim benzeri büyük atılımlar olabilir. Ama bu, devlet kararıyla değil, büyük şairlerin, edebiyatçılarının dile getirecekleri büyük yeniliklerle olabilir. Sırasıyla Yahya Kemal’in, Nâzım Hikmet’in, Orhan Veli’nin, İkinci Yeni’nin Türkçeye getirdikleri yenilikler büyük yeniliklerdir. İlle de devrim denecekse, devrim niteliğindedir bu şairlerin Türkçeye kazandırdıkları zenginlikler.

Dilin sadeleşmesi mutlaka gerekiyordu. Bunu kabul etmek lazım ilkin. Servet-i Fünun Türkçesiyle güçlü bir edebiyat yaratılamazdı. Bu edebiyatın seçkin yazarı Halit Ziya bile yıllar sonra, Kırk Yıl adlı anı kitabında terkipli dilde ısrar etmelerinin yanlış olduğunu söyler, daha sade bir dille pekâlâ yazabileceklerini kabul eder.

Güneş-Dil Teorisi Atatürk’ün bir hatasıdır. TDK’de yönetime gelen gruplar bu teoriyi eleştirmekten uzak durdular. Onlar da eleştirilmelidir. “Dil devrimi” hiçbir yarar getirmedi diyorsunuz. Eskimiş bir konu bu. Bence eski tartışmaları kaldığı yerden sürdürmenin hiçbir yararı yok. Faydalı yanları da olmuştur şüphesiz, zararlı yanları da. Önemli olan, eski tartışmalardan bir şeyler öğrenmek.

Dil Devrimi’nin tuhaf kelimeleri var: Mesela, okul. “Okumak” kökünden geliyor. “-l” diye bir fiilden isim yapan ekle türüyor. Oysa, Türkçede böyle bir türetme eki yok. Zaten başka bir fiile de uymuyor, oysa kural doğru olsa uyması lazımdı. Bu zihniyetin dil için de çok kısırlaştırıcı olduğunu düşünüyorum. Ne dersiniz?

Bir kesim, bu ve benzeri kelimeleri, eski “fesahatçılar” gibi, “yanlış türetme” sayar, kullanılmamasını ister. Hatta kimileri yasaklar. Nitekim, 1980’den sonra TDK’de işbaşına gelen yönetim birçok kelimeyi yasaklamıştı. Aynı kelimeler TRT’de de yasaklanmıştı. Yeni bir kelime yanlış bir biçimde türetilmiş olsa da dilde tutunmuşsa, çoğunluğun kullandığı bir kelime haline gelmişse, önünde kimse duramaz, en büyük dil âlimleri bile.

Latin harfleri Türkçe için daha mı elverişlidir?

Hiç şüphesiz. Bu konuda şimdiye değin çok şey söylendi. Ben iki şey söyleyeceğim. Bakınız, tarihçilerle edebiyat tarihçileri eski Türkçe metinleri Latin harflerine çevirip yayımlıyorlar. Ama bu çeviriyazımların pek çoğunda birçok “okuma yanlışı” olduğu görülmüştür. Oysa bu metinleri yayımlayanlar tarihçiliği, edebiyat tarihçiliğini meslek edinmiş, profesör, doçent olmuş insanlar. Yine de hatadan kurtulamıyorlar. Bir metni okumak bu kadar mı zor olmalı!

İnsan, akıl, mevsim, peynir, zeytin, reçel, ırgat, efendi kelimeleri öz Türkçe değildir. Hepsi yabancı dillerden. Tutarlı olunacaksa, bunların da dilden çıkarılıp yerlerine öz Türkçe kelime konması gerekir.

Öte yandan, eski Türkçe metinlerin bir bölümü el yazmasıdır. Osmanlı Türkçesinde on sekiz yazı çeşidi var. Hepsini okuyabilenlerin sayısı hiç de yüksek değildir.

Rusya, Bulgaristan, Yunanistan, Ermenistan, Japonya, Kore… İki alfabe birlikte öğretilebilir miydi?

Öğretilemez. Osmanlı Türkçesi, hatta onun grameri de, bilinmeden elifbası öğretilemez. Eski harfleri öğrenince bugünün Türkçeyle yazılmış metinleri okumayacaksınız ki. Bugün ancak liselerde seçmeli ders olarak öğrenciye sunulabilir. Bana sorarsanız, her aydın kişi eski Türkçeyi öğrenmeli; matbaa harfleriyle yazılmış ya da matbaa harflerine yakın harflerle yazılmış metinleri az çok okuyabilmelidir.

Yeni kelimelerin yaratılması (okul-École, imge-image gibi) Türkçe için iyi mi oldu?

Hayır, iyi olmadı. Dil reformu döneminde çok garip bir uygulama oldu bir ara. Hem Türkçeyi geliştirmek istiyorlar, bunun için en eski Türkçe kaynaklara kadar iniyorlar, ama Batı dillerindekilere benzer terimler türetiyorlardı. Sizin verdiğiniz örneklere benzer daha nice yeni kelime var. Büyük bir tutarsızlık bu. Bu gibi kelimeleri Türkçe köklerden türemiş sayamayız… Benim bildiğim, imge, dil reformu sırasında türetilmedi. Şiirdeki anlamıyla Fransızca image karşılığında 1950’li -hattâ 1960’lı yılların uzunca bir bölümünde- “görüntü” kelimesi kullanılırdı.

Ama 1970’lerde televizyonun toplum hayatına girmesiyle birlikte, “görüntü” terk edildi; şiirdekine imge denmeye başlandı.

TDK’nin geçmişle ilişkiyi kopartmak ve ulus-devlet’in yaratılmasına katkıda bulunmak gibi bir amacı var mıydı?

TDK’nin de devletin de geçmişle bağımızı koparmaya gücü yetmez. Ama ulusal dili geliştirerek ulus devletinin yaratılmasına katkıda bulunabilir. Bulunmuştur da. “Öztürkçe” ya da sade Türkçe akımları başlangıçta bir dil milliyetçiliği olarak doğdu zaten. Ancak, dilimizin sadeleşmesi ihtiyacı dil milliyetçiliğiyle savunulamaz. Dilin gücü, siyasetin, ideolojinin boyunu aşar. Dil, toplumda bildirişimi en yüksek seviyede sağlayan bir kurumdur. Servet-i Fünun dilinden o zamanın yazar çizerler de şikâyetçiydiler. Türkçenin sadeleşmesi bir ihtiyaçtan doğdu.

Dedemizin mezar taşını okuyamamak veya İstiklal Marşını anlayamamak (“O zaman vecd ile bin secde varsa taşım”…) bu toplumun düşünüş hayatını nasıl etkilemiştir -ya da etkilemiş midir?

Mezar taşlarının çoğunda “hüvel baki” yazar, eski harfleri öğrenmiş olan herkes okuyabilir bu kadarını. Ama mezar taşı hatla işlenmişse, yani istif yazı ise, bunu ancak uzmanlar okuyabilir. Türk hat sanatının birçok örneği, biliyorsunuz, mezarlıklardadır. Mezar taşı okuyabilmek kolay iş değildir kısacası, alfabeyi öğrenmek yetmez.

Ben Mehmet Akif’ten hoşlanmam. Şiirlerinden tad alamadım. Ama Türkçesini ağdalı buluyorsanız, buna pek katılamam. Bir gerçeği teslim etmek gerekir: Mehmet Akif aruzu sade Türkçe ile kullanabilen bir manzume şairiydi. İstiklal Marşı da öyle çok ağdalı bir dille yazılmamıştır. Biraz eskimiş gibi görünen üç beş kelime vardır orada. Bu marşı daha ilkokulda ezberletiyorlar. Ortaokulda bir daha belletiyorlar… Futbol maçlarında her hafta söyleniyor. Anlamadığı birkaç kelime varsa o şiirde, anlamayan kişi sözlüğü açıp bakar, sözlüğe de bakmıyorsa, şikâyet etmesin.

“Kültürel soykırım” gibi bağırıp çağırma amaçlı sözler tartışılmaya değmez. Günümüzde eski metinler bir kenara atılmıyor, Latin harflerine çevriliyor. Osmanlı abecesini öğrenmek de yasak değil. İsteyen öğrenebilir.

“Kültürel soykırım” gibi bağırıp çağırma amaçlı sözler tartışılmaya değmez. Günümüzde eski metinler bir kenara atılmıyor, Latin harflerine çevriliyor. Osmanlı abecesini öğrenmek de yasak değil. İsteyen öğrenebilir. Eski harfli metinleri okuyabilmek bir kültürdür zaten. Ne var  ki, eski metinleri okumak sadece harfleri öğrenmekle olmuyor. Kelimeyi, yazımını önceden  bileceksiniz, grameri, tamlamaları, en önemlisi eski kültürün göndergelerini bileceksiniz.  Nitekim, eski metinleri Latin harfleriyle yayımlayanlar, sık sık dipnotu düşüp birçok cümlenin anlamını, bağlamını açıklama ihtiyacı duyuyorlar.

Öztürkçecilik iyi bir şey midir? Ataç örneğini düşünürsek…

Ben “Öztürkçe” sözünü teknik olarak yanlış buluyorum. Bir kelime öz Türkçe ise, hiçbir yabancı dilden alınmamış olmalı. Tamamıyla Türkçe kökenden geliyor olmalı. İnsan, akıl, mevsim, peynir, zeytin, reçel, ırgat, efendi kelimeleri öz Türkçe değildir. Hepsi yabancı dillerden. Tutarlı olunacaksa, bunların da dilden çıkarılıp yerlerine öz Türkçe kelime konması gerekir. Oysa bunlar dilimize mal olmuş, dilden atılamayacak, yabancı olduğu hissedilmeyen kelimelerdir. Ama “öztürkçeci” olduğu söylenen kimseler işin bu yönünü düşünmezler. Doğru kavram “sade Türkçe”dir. “Arı Türkçe” de öz Türkçe demektir.

TDK’de 1960-1980 arasında öztürkçeci diye adlandırılanlar yönetimdeydi. Pek çok hataları oldu. 1980 darbesinden sonra onlara muhalif olan, öztürkçecilerin “Osmanlıcacı” dediği, ama onların kendilerini “yaşayan dilci” diye nitelendirdikleri takım geldi yönetime. Onların hataları olmadı mı? Doğrusu, Türkiye’de dil konusunda tutulan yollar hep hatalıydı. En büyük hata, dilin dil olarak ele alınmaması, dile dil üstü işlevler yüklenmesidir. İki takım da dili siyasi, ideolojik  alana sürüklediler. Bölündük. Her konuda bölünmüş bir ülkeyiz zaten. Ama bu, çok yanlış bir bölünmeydi, dile zarar verdi. Bugünkü dil kurumu “Türk dünyasında dilde birlik” politikası güdüyor. Bunun ne demek olduğu açık.

Ataç dediniz. Nurullah Ataç deyince pek çok kimsenin aklına onun türettiği, uydurduğu kelimeler gelir. Oysa onun Türkçeye katkısı bu kelimeler değil. Bu kelimelerin çoğu tutmamıştır zaten. O da biliyordu hepsinin tutmayacağını. Nurullah Ataç’ın her zaman anılması gereken büyük katkısı Türkçenin sözdizimini (syntax) çok iyi incelemiş olmasıdır. Ataç’tan önce dilde sadeleşme Arapça, Farsça kelimelerin çıkarılıp yerine Türkçe kelime konmasıyla sınırlıydı. Ataç Türkçeleşmenin kelimelerle sınırlı olmadığını, bütün bir cümle yapısının değişmesi gerektiğini gösterdi.

Ataç bize şunu öğretmiştir: zengin dil, kelimeleri bol olan dil değil, sözdizimi bol olan,  sözdizimi kullanışlı olan dildir.  Sözdizimindeki değişikliklerle yeni anlatım biçimleri elde edilebilirdi. Devrik cümle bunlardan biri. Devrik cümle Türkçe için büyük bir zenginliktir. Ataç’ın örneklerle gösterdiği gibi, devrik cümle sadece fiilin yerini değiştirmekle olmaz. Fiil başta da, ortada da, sonda da yer alabilir. Sadece fiilin değil, tümlecin de yeri değişebilir. Böylece öznenin, yüklemin, tümlecin dilbilgisel işlevleri değişmeden Türkçenin “özne-tümleç-yüklem” düzenindeki katı yapısı esnetilebiliyor, yeni anlamlar elde edilebiliyor. “Ankara’dan Ayşe geldi”, “Ankara’dan geldi Ayşe”, “Ayşe Ankara’dan geldi”, “Geldi Ankara’dan Ayşe”, “Geldi Ayşe Ankara’dan”… Bu beş cümlenin anlamları farklıdır.

Sonra Ataç, usta bir deneme yazarıydı. Türkçeyi yaratıcı bir biçimde kullandı. Ataç bu. Uydurduğu öztürkçe kelimeler değil.

Kelimelerin Dünyasında Gezintiler adlı harika bir etimoloji kitabınız çıktı. Biraz da oradan devam edelim istiyorum. “Medeniyet” kelimesi için türetilen “uygar” kelimesini eleştiriyorsunuz. “Hiçbir kişiliği olmayan ‘uygarlık’ kelimesi ‘medeniyet’i unutturamadıysa da, zamanla bayağı geniş bir kullanım alanı kazandı.” Bunu neye bağlıyorsunuz? İyi bir dönüşüm müdür sizce bu?

Kitabım bir “etimoloji kitabı” değil. Etimoloji ışığında yazılmış denemelerden oluşuyor. Etimoloji bir çıkış noktası sadece. Kitapta anlatmıştım, uygarlık, “uygurluk”tan bozmadır. Çok tatsız bir türetme. Yaygınlaşması yazı dilinde oldu. Konuşma dilinde aynı derecede yaygın değil. Yazı dilinde yaygınlaşması sözdiziminin zorlaması yüzünden. Sade, temiz bir Türkçe ile yazıyorsunuz, bunların arasına birden Arapça kökenli bir kelime karışınca bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor, siz de ister istemez “uygar(lık)” diyorsunuz.

“Acziyet”, “umut etmek”, “çetrefilli”, “… mevzusu” gibi yanlış kullanımlar için ne düşünüyorsunuz? Yanlışı doğrusundan çok görüldüğüne göre sizce yakın dönemde “-de/da” ayrımı Türkçe imladan kalkacak mı?

Bu gibi kullanımlara —bunlar gibi daha nicesine— çok üzülüyorum. Üniversitede Türkçe dersi verdim yirmi yedi yıl. Derslerimde bu gibi kullanımlarla çok boğuştum. Bazı yazarlar bu gibi yanlışlar üstüne yazılar yayımlıyorlar. Hepsinin kalemine sağlık. De / da bir kelime, bir edattır. Ortadan kalkmaz. Kullanmasını bilmeyenlerin bir gün ortadan kalkacağını umalım.

“Kültür” kelimesi yerine “ekin” gibi bir karşılık getirmeyi nasıl yorumluyorsunuz? “Etimoloji” yerine “kökenbilim” demeyi de buna ekleyebilirim? Yabancı diye kelimeyi bıraktığınızda, malum o kelimenin türediği aileyi de bırakmış oluyorsunuz. Dil böyle zenginleşir mi? Örneğin, siz de “Genel Ağ” terimini kullanıyorsunuz.

Kitapta anlattım bunu. “Hars” gibi “ekin” de düz, bire bir tercümedir. “Loji”ler başlıklı denemede her loji’nin “bilim” diye çevrilemeyeceğini de anlatmıştım. Köken bilim yerine “köken bilgisi” diyorum ben. “Internet” desem, o da doğru değil, doğrusu “enternet”tir.

Greyfurt, ofsayt, ansiklopedi gibi kelimeler okuduğumuz şekilde sözlüğüme girmişken bugünün modasında imlayı değiştirmeden almak gerekiyor: “cheese-cake”, “cafe”, “cozy”, “franchise”…

Bunlar imla sorunları. İmla konuları bir bataklık. Kimse tutarlı olamıyor imlada.

Bugünün koşullarında aşağılayıcı anlamlar taşıyan kelimelerin sözlüklerden silindiğini görüyoruz. Siz de kitabınızda “alaturka-alafranga” bölümünde bu konuyu ele alıyorsunuz. Biraz açar mısınız?

Aşağılayıcı kelimeler sözlüklerden silinemez. Hiçbir ciddi dilci silelim diyemez. Önemli olan, bunları kullanmamaktır. “Alaturka”nın da küçültücü bir anlamı vardır. Birine “ne alaturka adamsın sen” derseniz, ilkin kendinizi küçültmüş olursunuz. “Sen Türk gibisin” anlamına gelir bu. Bunu göze alarak söylüyor olamaz.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI