Cuma, Nisan 19, 2024

Bu bir din eleştirisidir!

Cemaatler, tarikatlar, şeyhler ne derse desin, önümüzdeki yüzyıllarda İslam kendi aydınlanma çağını er ya da geç yaşayacaktır. Kuran’ın kendi ifadesiyle; ‘‘Nankörler hoşlanmasalar da Allah aydınlığını tamamlayacaktır’’ (65/8).

En baştan söyleyeyim, inançlı bir Müslümanım. Tam da bu yüzden bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı hissettim.

Ülkemizde ‘‘Yaratılanı Yaratan’dan ötürü severiz’’ anlayışı muhafazakâr kesimin şiarıdır. Uzun yıllar ben de aynı görüşteydim ancak itiraf etmeliyim ki artık ben her yaratılanı sevmiyorum. 3 gündür Türkiye gündemine düşen çocuk istismarı haberleri, kadın cinayetleri, şehirlerimize ve doğaya yapılan ihanetler, rüşvetçisi, şantajcısı, uyuşturucu baronları, mafyası, sahte hacı-hocası… say say bitmez. Bu ve benzeri ‘insanları’ sevmiyorum, sevmem de mümkün değil!

Ancak Yaratıcımı ve dinimi çok seviyorum. Bu sevginin bir gereği olarak günümüz Müslümanlarını eleştirme ihtiyacı duyuyorum. Bana göre gerçek bir Müslüman için en büyük farz kendi dininde olup biten ve yanlış olduğunu düşündüğü olayları cesurca eleştirebilmesidir. Bu dinini ciddiye alan herkesin asli görevi olmalıdır. Sünni Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede ateisti, deisti, diğer dinlerden, diğer mezheplerden olanları eleştirmek, yanlışlarını bulmak, deyim yerindeyse ‘‘vurun abalıya’’ demek kolaydır. Önemli olan herkes kralı alkışlarken ‘‘Kral Çıplak’’ diyebilme cesaretini gösterebilmektir.

Elimizde Allah’ın daha iyi, daha güzel, daha doğru bir hayat yaşamamız için gönderdiği bir rehber kitap var ama dünya üzerindeki Müslüman ülkelerin çoğu maalesef adaletin, özgürlüğün, refahın en az; Kavganın, dövüşün, yoksulluğun en fazla olduğu yerler. Ve Müslüman coğrafyada yaşayan bu insanlar durup bunu bile sorgulamaktan acizler. Müslüman ülkelerden insanların denizleri botlarla geçerek, uçak tekerleklerine saklanarak, canlarını, hayatlarını riske atarak Hristiyan Batı’ya kaçmaya çalışması üzerinde derince düşünmemiz gereken bir husustur. Bana öyle geliyor ki biz Müslümanların ahirette hesap vereceği en büyük günah bu olacaktır. Allah’ı ve dinini iyi temsil edemedik, Allah bunun hesabını sorar!..

Şunu da belirtmekte fayda görüyorum. Türkiye’de genelde din hiç eleştirilmedi, hep kötülendi. Kötülersen o inanca sahip olanlardan tepki alırsın, koruma içgüdüsüyle seni dinlemezler ve savunmaya geçerler. Ben de dinimin kötülenmesine izin vermem ama eleştirilmesine izin veririm. Eleştiri hakiki inançla din kültürünü ayırmamıza, hurafelerden, rivayetlerden, yanlışlardan arınmamıza yarayan çok değerli bir araçtır. Yüce Allah’ın dini birkaç faninin eleştirisi ile yıkılmaz! Yok, birkaç fani konuştu diye inancınız yıkılıyorsa zaten o inandığınız din Allah’ın dini değildir. Tam da bu yüzden, Müslümanların özgüvenle tüm yapıcı eleştirilere açık olması gerekir.

Peki bu olgunluğu Orta-Doğu halkları gösterebilir mi? Hiç sanmıyorum! Mezhep ayrılıkları yüzünden birbirlerini öldüren, evrensel insan hakları konusunda oldukça geri kalmış, ahlak polisleri tarafından kadınların hayatını zindana çeviren ülkelerden bu tür olgunlukları beklemek yersiz ve zamansız olur.

Diğer yandan Dünya’daki tüm Müslüman ülkeler arasında en uzun laiklik deneyimine sahip ülke Türkiye’dir. Bu özelliğimiz bizi diğer tüm Müslüman ülkelerden ayırt ediyor. Petrol sayesinde emeksiz yüz milyarlarca dolar para kazanan birkaç körfez ülkesinin fiziksel gelişimi hariç, hangi Müslüman ülke Türkiye’den daha ileride ve iyi konumda? Hangisinin sosyal hayatı, sanatsal, kültürel ve bilimsel faaliyetleri bizden daha ileride? Bu basit sorular yarım-yamalak işleyen bir laikliğin bile ne kadar gerekli olduğunun kanıtıdır.

Laiklik adı altında geçmişte yapılmış bazı haksız uygulamalar laikliğin kendisini kötü kılmaz! Laiklik en basit ve anlaşılabilir tanımıyla; İnsanın diniyle ilgilenmez, insanlığıyla ilgilenir. Çünkü insan olunmadan İslam olunmaz. İnsanı insan yapan karakteri, becerileri, bilgisi, yeteneğidir. Devlet işinde ve insan ilişkilerinde sadece bunlara bakılır. Dini sorulmaz!

Bu bağlamda din devlet işlerinden ayrılır, ama dışlanmaz! Bu fark laikliğin doğru anlaşılması ve uygulanması için önemlidir. Dışlamaya kalkarsanız dışarıda kalacaklar size karşı cephe alır. Herkesin içeriye kabul edildiği ama kimsenin dini ile ön plana geçemediği bir anlayış – ki gerçek laiklik budur – en İslami uygulamadır.

Türkiye’de ve İslam coğrafyasında bir din yorgunluğu oluştuğu kesindir. Bugün yaşanan skandallar bunun sonucudur. Hurafeler, rivayetler, fetvalar, sahih olmayan hadisler ve siyasi olaylar dini içeriden çok fazla karıştırdı.

Geçmişten gelen tecrübesi ve yetişmiş insan gücüyle Türkiye Dünya’da gerçekleşmesi gereken İslam Aydınlanmasının öncü ülkesi olabilir, olmalıdır. Çünkü aydınlanma yoksa karanlık olur. Güzel vatanımız Türkiye’nin karanlıkta kalmaması için bu aydınlanma hareketini devam ettirmesi gerekir. Dikkat ettiyseniz ‘başlatması gerekir’ demedim.

Çünkü Türk-İslam Aydınlanmasını 1920’lerde ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk zaten başlatmıştı. O kadar çok şey yaptı, o kadar çok şey başardı ki Atatürk’ün bu yönünü pek fark edemedik. Atatürk’ün en önemli özelliklerinden birisi de esasen İslam Aydınlanmasını başlatan çağının ötesinde yaşamış bir filozof olmasıdır. O başlattı ama bizler maalesef bu aydınlanma hareketini devam ettiremedik…

Cemaatler, tarikatlar, şeyhler ne derse desin, önümüzdeki yüzyıllarda İslam kendi aydınlanma çağını er ya da geç yaşayacaktır. Kuran’ın kendi ifadesiyle; ‘‘Nankörler hoşlanmasalar da Allah aydınlığını tamamlayacaktır’’ (65/8) ve o günler geldiğinde bu aydınlanmanın öncü liderlerinden birisi olarak Atatürk İslam tarihindeki haklı yerini alacaktır.

Geçen yüz yıllar içerisinde Türkiye’de ve İslam coğrafyasında bir din yorgunluğu oluştuğu kesindir. Bugün yaşanan skandallar bu yorgunluğun sonucudur. Hurafeler, yerel adetler, rivayetler, fıkıh kitapları, fetvalar, sahih olmayan hadisler ve siyasi olaylar dini içeriden çok fazla karıştırdı. Deyim yerindeyse hakiki din bilgisi ile o dine inanan insanların kültürü, adeti, kişisel veya toplumsal görüşleri iç içe girdi. Cemaatler ve tarikatlar da bu durumu kendi çıkarlarına göre istismar edebiliyorlar. Bu yüzden bir aydınlanma hareketi dine karşı değil, tam tersi din için yapılmalıdır. Bunu zaten Kuran-ı Kerim’de Allah emrediyor. Mealen birkaç örnek vermem gerekirse;

‘‘Ey insanlar! Size apaçık bir aydınlanma indirdik’’ (4/174)

‘‘Kur’an, insanları karanlıktan aydınlığa çıkaran bir kitaptır’’ (14/1)

‘‘Allah’tan size bir aydınlanma ve bir Kitap geldi’’ (5/15)

‘‘Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur’’ (57/9)

‘‘Karanlıktan aydınlığa çıkarmak için size elçi gönderdi’’ (65/11)

Hem dine inandığınızı iddia edeceksiniz hem de dindeki her türlü aydınlanma hareketine, yapıcı eleştiriye ilk önce siz karşı çıkacaksınız? Bu bir yenilenme veya yenileme isteği değildir, tam tersi tekrar özüne, hakka, hakikate dönme isteğidir. Bunu Atatürk şöyle ifade etmiştir.

Birkaç dini kanaat önderi Türkiye’de yapılan cadılar bayramı etkinliklerini hemen eleştirdi. Müslüman gençlerin özenti olduğundan bahsetti. Halbuki ilk önce kendisini eleştirmesi gerekirdi.

‘‘Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Birçok yabancı unsur binayı daha fazla hırpalanmış. Bugün bu bina dokunulamaz, tamir edilemez bir hal almış’’ (M. Erendil, 1998)

İhtiyacımız bu güzel binayı gelecek yüzyıllara en güzel haliyle sapasağlam taşıyabilmek için dokunmaktır.

Geçen hafta Buenos Aires’teydim. Şehrin en önemli meydanlarından birisinde Budizm tanıtım günleri vardı. Meraktan gittim, hemen ücretsiz Hint yemekleri taktim ettiler. Bir yerde Hint filmleri gösteriliyordu. İlerideki sahnede Hintçe dini ilahiler konseri vardı. Az ötede çocuklar için ücretsiz yoga kursu vardı. Yüzlerce Arjantinli çocuk oyunlar eşliğinde yoga yapmayı öğreniyordu. Bir köşede Hint din adamları meraklı Arjantin halkının sorduğu sorularını cevaplıyordu.

Hepsi İngilizce biliyordu. Biraz ötede Krişnalar ayrı bir grup oluşturmuş, Hare-Krişna mantrasını çalgılar ve danslar eşliğinde söylüyorlardı. Yüzlerce Arjantinli o dinden olmasa bile gelip danslarına katıldılar. Sanatı, sinemayı, müziği, dansı yani günümüzde geçerli olan evrensel değerleri kullanarak binlerce yıllık ‘eski’ dinlerini tanıttılar. Tam bir festival havası vardı. El alemin cemaatleri bunları yaparken, bizimkiler ülkemizde festival iptal ettirmeyi dini başarı sayıyordu…

Biraz somutlaştırarak düşünelim; Sünni’siyle, Şii’siyle İslam ülkelerinin bir araya gelip, kardeşlik ve barış içerisinde ortak bir noktada buluşup İslam’ı tanıtabilir mi? Bırakın farkı mezhepleri, aynı Sünni fıkıh mezhebine bağlı aynı cemaatler arasında bile kavga-dövüş var.

Çocukluğumdan beri bayram günleri heyecanla kalkar camiye giderim. Her gidişimde hayal kırıklığı yaşarım. Çünkü bayram bir tek camiye gelmez. Bayram namazı günleri, hatta Cuma namazları camilerimizi balonlarla süslesek, milyonlarca bütçesi olan Diyanet zahmet edip çocuklar için oyun köşeleri, etkinlik stantları açsa, farklı kostümler giymiş animatörlerle anlaşıp çocukların ilgisini çekecek aktiviteler planlasa, minik ücretsiz hediyeler verilse, fena olmaz mı?

Bu tür toplantı ve yürüyüşlerde bir tek cemaatlere, tarikatlara, şeyhlere ve müritlerine rastlayamazsınız! Orman kesilir yoklar, insan hakları ihlali olur yoklar, hukuk çiğnenir yoklar, birileri adalet arayışına girer yine yoklar, iklim krizi konuşulur yoklar…

Geçtiğimiz aylarda tüm Dünya’da cadılar bayramı kutlandı. Çocukluğunu, gençliğini yaşayamamış bu yüzden de günümüz gençleri asla anlamayacak olan birkaç dini kanaat önderi Türkiye’de yapılan cadılar bayramı etkinliklerini hemen eleştirdi. Müslüman gençlerin özenti olduğundan bahsetti. Halbuki ilk önce kendisini eleştirmesi gerekirdi. Sorması gereken soru şuydu: ‘‘1400 senedir neden kendi dinimizi, kendi kültürümüzü, hiçbir dini bayramımızı kendimizden olmayanlara sevdiremedik? Neden hiçbir Hristiyan ve hatta Ateist genci herhangi bir İslami bayrama, kültüre özendiremedik? Bunu sorgulaması lazımdı ama işin kolayına kaçtı.

Elimden geldiğince aktivist olmaya çalışan bir bireyim. Türkiye’ye dahil Dünya’nın birçok ülkesinde insan hakları, çevre, iklim, hukuk ihlalleri gibi konularda onlarca gösteri ve protesto yürüyüşüne katıldım. Bu yürüyüşlerde her kesimden insanla karşılaşmışımdır. Tamamen zıt ideolojileri savunan gruplar bile bu tür evrensel değerler ve paydaşlar için bir araya gelir. Bu tür toplantı ve yürüyüşlerde bir tek cemaatlere, tarikatlara, şeyhlere ve müritlerine rastlayamazsınız! Orman kesilir yoklar, insan hakları ihlali olur yoklar, hukuk çiğnenir yoklar, birileri adalet arayışına girer yine yoklar, iklim krizi konuşulur yoklar…

Hâlbuki Müslüman, toprağın, suyun, havanın, tabiatın ve diğer tüm insanların kendisinden emin olduğu kişi olmalıydı. Bir yerde bir doğa katliamı mı var? Yürüyenlerin en önünde Müslümanların olması gerekir. Ağacı Allah yaratmadı mı? Bir yerde bir hak ihlali mi var? İlk önce Müslümanların itiraz etmesi gerekir. Dinin temeli adalet değil mi? Bir yerde bir gayr-i Müslüm’e, hatta bir ateiste haksızlık mı yapıldı? Onun adalet arayışında en büyük desteği verenler yine Müslümanlar olmalı…

2022 Dünya’sında artık tebliğe gerek yok. Gençler sadece bir tık ile Dünya’daki en büyük din aliminin sahip olduğu bilgiden daha fazlasına anında ulaşabilirler. Artık sadece ve sadece örnek olmaya ihtiyaç var.

Eğer birileri ‘itibardan tasarruf olmaz’ dediğinde ‘‘Orda dur bakalım, Müslüman müsriflik yapmaz’’ diyemiyorsak, haksız yere hapishanede yatanlar için ‘‘Ben bu insanlarla aynı fikirde değilim ama Müslüman ülkede kimse haksız yere hapishaneye giremez’’ diye itiraz edemiyorsak, fakirlik edebiyatı yapan dindar siyasetçilerin gözümüzün önünde zenginleştiğini görüp yine de ‘‘Ey siyasetçi, sen nasıl böyle milyoner oldun?’’ diye hesap soramıyorsak, devletin en önemli makamlarına akrabalar, okul arkadaşları, alanında bir tek makale bile okumayan bilgisiz insanlar getirildiğinde ‘‘Allah liyakati emreder! Böyle insanlar nasıl en kritik yerlerde görev alabilir?’’ diye eleştirmiyorsak ve en önemlisi 6 yaşında bir kız çocuğunun evlenmesine ses çıkartamıyorsak hiç iyi örnek olamadık demektir…

Dünya’ya baktığımızda durum daha da içler acısı… Huzur yerine kavga-dövüş, barış yerine kan, refah yerine fakirlik… Bu tür konular gündeme gelince hemen ‘‘Onlar iyi örnek değil, onlar İslam’ı temsil etmiyor…’’ deriz. Bu gibi savunmaların haklılık payı olsa da Müslüman coğrafyaların içine düştüğü aciz durumları gelecek nesillere açıklamak için yeterli olmaz.

Elinde tablet ile doğan yeni kuşak gençler, Dünya’nın en ücra köşesinde bile olan biten her olayı, düşünceyi, akımı, evrensel değerleri bilerek ve görerek yetişecekler. Bu gençleri sadece ‘‘Onlar iyi örnek değil, aslında iyiyiz’’ laflarıyla ikna edemeyiz. O dönem artık geçti. Gençler icraat görmek ister ve icraatı gördüğü yere gider.

Sürekli ve sadece takipçileri eleştiren ama kaynağı hiç eleştirmeyen bir zihin yapısıyla gelecek nesiller tatmin olmaz. Bu yüzden Türkiye önderliğinde gerçekleşecek bir aydınlanma hareketi çok önemlidir. Aksi halde gençler ‘‘1400 senedir bütün takipçilerin yanlış anladığı bir kaynak doğru olabilir mi?’’ sorusunu sormaya başladığında artık çok geç olabilir.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI