Cumartesi, Nisan 20, 2024

Bir Beyoğlu yazısı

Gençliğimdeki Beyoğlu’nu, orada olmayı çok özlüyorum. Mekanların tek tek kapandığını duydukça üzülüyordum ama gidip son hâlini görünce içime taş oturdu. İlk aşkını yaşlanmış görmek gibi değil bu, ilk aşkının ölüm döşeğinde olması gibi.

Herkes gençliğine özlem duyar, çocukluğuna. Yaş ilerledikçe yeni nesildeki şanssızlıklara dem vurulur her sohbette. Biz küçükken böyle değildiler sıralanır. Kuşaktan kuşağa gelenek gibi geçen bu sızlanmaların en objektif şekilde doğrulandığı, maalesef ki ülkemizde tam da bu zamanlar olmalı.

Biz küçükken mesela, büyüsek de biz de İstiklâl’e çıksak derdik. Büyüdük pek tabii.

2002 Yılında dünya üçüncüsü olduğumuz sene, tatilden yeni gelmiştik. Babamdan izin alıp arkadaşlarımın kiraladığı minibüsle çıkmıştık İstiklâl’e. “İmansız İlhan” hayranıydım. Belki hiçbirini izlemediğim maçların sonunda gelen başarının coşkusuydu, biraz da gençlikti. Her Türk ebeveyni kadar kaygılı ailem aman başınıza bir şey gelir dememişti. Bir sonraki sene itibariyle artık dikkatli ol diyerek yolladıkları Beyoğlu’nda henüz onların gözünde tehlikeli bir durum yoktu. Arkadaşlarımla beraber İlhan’a ve milli takıma tezahüratlarımı sundum ve evime döndüm, tüm arkadaşlarım gibi.

Yine aynı sene yaz ortası. Âşık olmuştum. Henüz ailem gece çıkmama pek müsaade etmiyordu. On ikiden önce dönmek kaydı ile izin alabiliyordum. Tabi yine Taksim. Limonlu Bahçe’de birer bira. Bir biradan fazlasını içemiyordum zira zaten heyecandan sarhoş gibiydim. En yakın arkadaşım ve erkek arkadaşı da bizimle olurdu. Kızlar zor izin alıyor diye yaz tatilinde gündüz daha çok zaman geçirirdik caddede. Melekler Kahvesine gider oyun oynardık. Gitar’da müzik dinlerdik. Barselona’da bir şeyler yerdik. Atlas’ta film izlerdik.

Yaz bitti, okullar açıldı. İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsündeydim. Dersler biter bitmez soluğu yine İstiklâl’de alıyorduk. O zamanlar pesketaryen değildim. Kokoreç müptelasıydım. En yakın arkadaşımla kokoreç, midye yemeğe çıkardık. Düşünüyorum ne konuşurduk diye. Artık üçüncü sınıftık, gelecek kaygısı başlamış mıydı diye. Hiç öyle bir his hatırlamıyorum.

Biz çok talihsiz değilsek iş buluruz, sıkıntı yok derdik. (Öyle de oldu) Şimdi iki kişi bir araya gelince mevzu illa geliyor ya hayat pahalılığına, erkek arkadaşlarımızdan, müzikten, okuldaki mevzulardan konuşurduk. Ne ailesi ile yaşayan ben ne şehir dışında ailesinden uzakta olan arkadaşım, hiç parayla ilgili bir konu konuşmazdık biz. Zorluk hep vardı elbet, zorlanan arkadaşlarımız da. Bu zaman kadar kocaman kitleler değillerdi ama.

Sonra çıkar bir ucundan bir ucuna turlardık. Atlas Pasajına, Terkos ya da Beyoğlu Çarşısına uğrardık. İhraç fazlası, orijinal dizaynlar bulmak için tezgâhları dağıtırdık. Bütçemize uygun bir şeyler illa bulurduk.

2003 yılı oldu. Hayatımda zihnimde en net yer etmiş görüntüler. Maalesef ki 13 Kasım’da yaşadığımız acı günün benzeriydi.  Levent’te o zaman HSBC binası olan yerde ve Taksim’de İngiliz Konsolosluğunun önündeki patlamalar. Belki birilerinin acemiliğine gelmişti de yayınlanmıştı bilmiyorum ama bir sürü insan görmememiz gereken görüntüleri izledik. O insanların parçalanmış uzuvlarını, inlemelerini ölene kadar unutabileceğimi de sanmıyorum. Ama biliyor musunuz biz çok korktuk ama yine de biraz zaman geçtiğinde, hayata devam etmeye karar verdiğimizde yine İstiklâl’e gittik.

Üniversite bitti. Çalışmaya, kendi paramı kazanmaya başladım. Biz yine gittik İstiklâl’de ıslattık. Cumhuriyet’e, Çukur’a gittik.

Onlarca yıllık tarihinde, kara lekelerin, utançların sessizliğinde, hayatın zorluklarından kaçmak istediğimizde, arkadaşlarımızla özlem gidermek ya da sevgili ile el ele gezmek. Hepsinde aklımıza o geldi. Nişantaşı’na da giderdik mesela. Güzeldi. Ama İstiklâl’in ruhu yoktu onda. Çok parası olanımız da daha zor geçinenimiz de. Biz en çok İstiklâl’i sevdik. Her şeye rağmen kendimiz gibilerleydik orada. Bize aitti mekanlar.

Ben ne olduğunu yazarken kafamda da toparlayamadım. Açıkçası ne zaman ipin ucunun kaçtığı bende flu. Ne zaman o mekanlara kendimi ait hissedemedim, ne zaman gezerken neredeyse her binasına hayranlıkla baktığım cadde bana eskisi kadar güzel gelmemeye başladı bilmiyorum.  Ne zaman sonradan taşındığımız Anadolu yakasını beğenmeyip ısrarla İstiklâl’e gitmeyi bıraktım. Beyoğlu için yeniden eski güzel günlerine gelmesi için inançla alışkanlıklarıma senelerce sadık kaldım aslında. Ama ben de pes etmişim bir yerden sonra.

En son Filmekimi’nde bir seans almıştık Atlas’ta. Caddeye girdim. En son birkaç sene önce gitmiş, St. Antuan’da mum yakmıştım. Şişhane’den gelip gittiğim için tam bir gözlem yapamamıştım. Her zamanki gibi kalabalıktı. Hep çok turist olurdu ama bu defa ben turist gibiydim. Zar zor yürüyordum, eskiden kendi senkronu vardı caddenin sanki. Kalabalık da olsa uyumlu bir hızda ilerlerdik. Şimdi engelleri aşıp ödülü almaya çalıştığım atari oyununda gibiydim.

Her şey eski ve toz içinde kalsın demiyorum. Ama ruhlarını öldürüyorlar mekanların. Aksayan taşını, yıkılan binasını onarmaya karşı olmak değil bu.

Yenilenmiş Atlas’a ulaşmayı başardım. Sefahathane’nin yerinde yeni nesil kahveci benzeri bir dükkân gördüm. Kapıdaki turistlerden biri sigarası ile montumu yakıyordu. Zor kurtardım. Arkadaşımı gördüm, uzun zamandır görmemiş gibi sarıldım. Tanıdık birilerini görmek iyi gelmişti.

Film bitince Ara Kafe’ye gitmek istedik. Neyse ki bildiğimiz Ara Kafe’ydi. Geçici de olsa güvende hissettik.

Her şey eski ve toz içinde kalsın demiyorum. Ama ruhlarını öldürüyorlar mekanların. Aksayan taşını, yıkılan binasını onarmaya karşı olmak değil bu. O mekanlar zamanla, insanların oradaki yaşanmışlıklarıyla güzel. Orada kendilerine dair bir şeyler bulabilmesiyle. Anılarım zihnimde duruyor ama baktığım yer başka bir yerdi benim. Can çekişiyordu. Ayak uydurma telaşı mı bu anlayamadığım, yabancılaştırdı ben gibi birçoklarını. Çocuklarımızın, peşimizden gelen gençlerin de anılarında pek yeri olamıyor, demek ki bir şeylere de aslında ayak uyduramıyor.

Gençliğimdeki Beyoğlu’nu, orada olmayı çok özlüyorum. Mekanların tek tek kapandığını duydukça üzülüyordum ama gidip son hâlini görünce içime taş oturdu. İlk aşkını yaşlanmış görmek gibi değil bu, ilk aşkının ölüm döşeğinde olması gibi. Ne yapacağını bilmeden izliyorum. Ne dersiniz Beyoğlu kurtulur mu?

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI