Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu ve aynı zamanda Dünya Etnospor Konfederasyonu Başkanı Bilal Erdoğan, AK Parti Genel Merkez İnsan Hakları Başkanlığınca Kocaeli’nin Kartepe ilçesinde düzenlenen 'İnsan Hakları Eğitim Kampı'na katıldı. Burada gençlerle sohbet etti. 

'Amerika, sosyal devlet anlayışının olmadığı bir ülke'

Geçmişte 10 yıl Amerika’da, 5 yıl da İtalya’da yaşayan Erdoğan, Türkiye'deki eğitim sistemini şu sözlerle övdü: 

"Başka ülkeleri bilme fırsatım oldu, çünkü başka üniversiteler ile iş birlikleri yapıyoruz. Yemek dahil aylık yurt ücreti 855 lira. Yemek de dahil. Bizde üniversitemizde yemek ihalesi yapıyoruz. En düşük fiyatla yapmaya çalışıyoruz. Bir öğün yemek için 160 liraya teklif almışız, duyanlar ’Çok iyi’ dedi. Bir yemek 160 olduğunda 30 gün birer gün yeseniz 4 bin 800 lira. Kahvaltı yok. Bunun üzerine kahvaltıyı koy 5-6 bin lira olur. Devlet 855 lira aylık yurt hizmeti sunuyor, yemek dahil. Amerika, sosyal devlet anlayışının olmadığı bir ülke. Amerika’da böyle bir şey yok. Amerika’da devlet öğrencilere kredi imkanı veriyor. Bizde burs var, kredi var." 

‘Bu ülkede çocuklar öldürülüyor’ gibi algı oluşturuluyor’ 

Çocuklar üzerinden algı oluşturulduğunu söyleyen Erdoğan, “Bir kahredici olay yaşanıyor, bir ay kamuoyu meşgul ediliyor. Bu mesele sadece iktidarı vurmak için, ülkede güven temelini sarsmak, insanların huzursuzluğuna, anksiyetisine hizmet etmek için yapılıyor. ’Bu ülkede çocuklar öldürülüyor, insanlara tecavüz ediliyor’ gibi bir kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor. Bu ülkeye düşman bir alternatif gerçeklik” dedi. 

Medyayı eleştirdi: Türkiye’de medyanın pompaladığı şey güvensizlik

Erdoğan, medyayı da eleştirdi: "Çok sorumsuz bir medyamız var. Kore dizileri çalışkanlığı, aile değerlerini, büyüklere saygı duymayı özendirerek aktarıyor. Bizim dizilerimiz ne aktarıyor izleyiciye? Ahlaksızlık, entrika, büyüğe saygı yok, aldatma, kolay yoldan zengin olma. Böyle bir şey olabilir mi? Bunu nasıl kabul ediyoruz? Bununla nasıl mücadele edilir? Devlet bir şeyler yapmaya çalışınca sansürcü oluyor. Amerika Tiktok’u yasakladığında sansürcü olmuyor ama Türkiye’de devlet dizilerle ilgili müdahale bulunduğunda, ’dinci, yobaz, sansürcü’ oluyor. Bizim televizyonlarımızı, haber kanalını açın. Haber seyretmiyorum, TV seyretmiyorum çünkü faydası yok. Kim kimi kesti, kim kimi soydu, araba nereye tosladı gibi haberler. Var mı kimseye bir faydası? Bir çocuğun hasbelkader TV ekranında olup istismar haberini seyrettiğini düşünün. Bu normal bir şey mi? Bunlar asıl sorunlarımız. Bunlar milli güvenlik sorunu. Bir toplumun dibine kibrit suyu döken, bütün sağlıklı temellerini dinamitleyen bunlar. Şu anda Türkiye’de medyanın pompaladığı şey güvensizlik, muhalefetin pompaladığı şey güvensizlik. ’Bitmişiz batmışız, şöyle kötüyüz, böyle kötüyüz. Bizde her şey kötü, başka yerlerde iyi’ doğru mu, değil." 

‘EYT büyük bir felaketti’

Erdoğan, Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) düzenlemesiyle ilgili de konuştu. EYT'nin 'büyük bir felaket' olduğunu söyleyen Erdoğan 'kandırıldık' dedi:

Bakan Yerlikaya’ya Genel Kurul’da kayyım protestosu Bakan Yerlikaya’ya Genel Kurul’da kayyım protestosu

"EYT’de böyle yaptılar. EYT’nin propagandasını yapanlar gençlere, ’EYT çıksın, bir sürü insan emekli olacak. Onların boşalttığı iş sahalarına gençler girecek’ dedi. Oldu mu öyle bir şey? Kandırdılar mı gençleri? Kandırdılar. Gençler EYT’ye karşı bir kamuoyu oluşturmadı. Şu anda sosyal medyada atanamayanlarla ilgili şeyleri düşünün. ’Gençler EYT karşı’ diye bir hashtag gördünüz mü? Gençler bunu ıskaladı, gençler burada aldatıldı. Ben de EYT’ye hak kazandım bu arada, karşı olmama rağmen. 42-45 yaşındakiler emekli oldu. Kim ödeyecek onların maaşını? Siz ödeyeceksiniz. Çalıştığınız süre boyunca erken emeklilerin maaşını ödeyeceksiniz. Kandırıldık mı? Kandırıldık. EYT büyük bir felaketti. Bu kirli muhalefet anlayışıyla, siyasetin popülizme zorlanmasıyla bunlar mümkün hale geldi. EYT kötüyse, yanlışsa yanlış olduğunu söyleyebilen bir nesil olması lazım. O 43 yaşındaki emekli ölene kadar o maaşı alacak. Daha iyi bir şey düşünelim, yerine alternatif önerelim. 

‘Çalışmadan ekmek elden, su gölden yaşamak en güzel hayat mıdır acaba?’

Çalışmadan ekmek elden, su gölden yaşamak en güzel hayat mıdır acaba? Bunu bir sorgulayın. Boşa geçen hayat değil, faydalı olan hayat. Çalışılan, üretilen, çevremize, ülkemize bir şeyler katılan hayat yaşamak lazım. İnsanın kendini değerli hissetmesini sağlayan şeyler budur. Dünyanın en zenginleri de eninde sonuna duvara tosluyor. ’Ben hayatımı neyin peşine harcadım’ diyor. Bunlar gerçek. Ya sapıtıyorlar ya da hayatlarının anlamsızlığı içinde bunalıma giriyorlar" 

Erdoğan, 'dünya liderinin oğlu' olmanın zorluklarını anlattı 

Gençlerin sorularını da yanıtlayan Erdoğan, “Dünya liderinin oğlu olmak nasıl bir duygu?" sorusuna “Zorlukları var. Elbette ki yaşayarak görüyorsunuz. Mesela dünyanın bazı ülkelerinde güçlü liderlerin aileleri ciddi ekonomik nüfus sahibi olurlar, orada bu normal kabul edilebilir diyelim ki. Bizde de şöyle bir şey var. İnsanlar otomatik olarak inanıyor bir şey duyduğunda. ’Şu aşağıdaki orman Bilal Erdoğan’ınmış.’ Böyle bir şey duysanız inanır mısınız? En büyük zorluğu bu arkadaşlar. Ben bununla yaşamaya nasıl alıştım peki? ’Kişi kişiyi kendi gibi bilirmiş’ demiş büyükler. İnanan arkadaşlar, ’Ben olsaydım benim olurdu. Ben Tayyip Erdoğan’ın oğlu olsaydım orası benim olurdu’ gibi düşünüyor olabilir. En büyük zorluğu bence bu. Öbür taraftan başka bir zorluğu da şu; size burada anlatıyorum, kendimce derdim var, yansıtmaya çalışıyorum ama içinizden 1-2 kişiye doğru motivasyon yapabilsem kendimi mutlu hissederim. Türkiye’de lafımın tesiri kısıtlı. ’Bilal Erdoğan bir şey dediğinde bunu söylemesinin bir siyasi tarafı vardır’ diye düşünülüyor” yanıtını verdi. 

Erdoğan 'bir ekonomist' olarak anlattı

Erdoğan, 'bir ekonomist' olarak değerlendirmelerde bulundu: "Bir ekonomist olarak söylüyorum. Normalde ülkeler mültecilerden orta vadede ekonomik olarak kazanır. Bunu doğru yönetirsen kazanırsın. Hakkaniyet duygusunu zedelemezsin. Ayrıca suç ile ilişkilendiriyorlar. Çok büyük bir sorumsuzluk ve ahlaksızlık. Kesinlikle Türkiye’deki mültecilerin suç oranları, suç türleri itibarıyla kendi vatandaşımızınkinden daha düşük, daha az. Bir mülteci suç işlemeye nasıl cesaret etsin? Hemen deport edilir, ülkesine gönderilir. Bütün dünyada böyledir. Kayıtsız insanlar suç işlememeye, polisin radarına takılmamaya çalışır çünkü takılırsa geri gönderileceğini ama ısrarla ’Bir yerden bir şey bulalım da bir yerleri karıştıralım. Milleti birbirlerine kırdıralım, bunların gitmesini, dışarıdakilerin gelmemelerini sağlayalım’ diye çalışan ahlaksız bir güruh var. Ülkeye zarar verme pahasını biçin bunu yapıyorlar. Siyaset için yapıyorlar, yüzde 1 oylarını 2 yapmak için yapıyorlar." 

Fatih Altaylı’ya: Askerlerin postallarını yalıyordu 

Erdoğan, Fatih Altaylı’yı da eleştirerek, "’Bu Fatih Altaylı denilen ahlaksız adam askerlerin postallarını yalıyordu. Askerler ’Kalk’ dediğinde kalkıyordu, ’Yat’ dediğinde yatıyordu bu adam. Şuan başkası ’Yat’ dediğinde yatar, ’Kalk’ dediğinde kalkar ama gazeteci diye gezip, videoları seyrediliyor. Bunlar 90’ları anlatsın. ’Askerlerden ödümüz patlıyordu’ desinler. ’Biz vesayetin kölesiydik, köpeğiydik’ desinler. Hadi desinler. Türkiye hiç olmadığı kadar özgür arkadaşlar. Türkiye hiç olmadığı kadar güçlü, kendi kararlarını veren ülke. Dünya çapında iddia sahibi ülke" şeklinde konuştu.

'Sadece Marx okumayın' öğüdü

Erdoğan, okuduğu kitaplardan bölümler aktardı. Gençlere kitap okumaları konusunda tavsiyelerde bulunan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bir Adam Smith okurken, yanına bir İbn-i Haldun koyun. Bir Karl Marx okurken, yanına İbn-i Sina koyun. Bizim de düşünce büyüklerimizi ihmal etmeyin. Mehmet Akif ne anlatmaya çalışıyor. Cemil Meriç'in derdi ne? Hiç olmazsa bunu anlayalım çünkü onlarda şunu göreceksiniz. Batı'nın endüstri devriminden sonra aşağılık kompleksine sahip bir entelektüel sınıfımız oluşuyor. Yani bak aldılar, yürüdüler, biz geride kaldık. Onlar ileri, biz geri. Onlar kazandı, biz kaybettik. Biz kaybetmeye mahkumuz çünkü biz Türk'üz, Müslüman'ız. Buraya bağladı bazıları ama şimdi görüyoruz ki bu böyle değil. Mehmet Akif de bunun mücadelesini vermiş. Biz gelişmek için Batılı olmak zorunda değiliz. Batılıya benzemek zorunda değiliz. Sadece çalışmak zorundayız, azimli, kararlı, iradeli olmak zorundayız. Biz Batı'yı yakalayabiliriz, geçebiliriz. Bizim dinimiz, inancımız, kültürümüz, kimliğimiz gelişmeye, teknolojiye engel değil. Mehmet Akif'ler, Cemil Meriç'ler, Mahir İz'ler, Nurettin Topçu'lar bunların mücadelesini vermiş. Şu anda bizim için de hala çok geçerli. Kimliğimizden, inancımızdan, dinimizden, kültürümüzden ödün vermeden gelişiyoruz. İşte TEKNOFEST ceketlerini görünce, şimdi Türkiye'de dine küfredenler, kimliğimizi yok etmeye çalışanlar, kimliğimizi küçümseyenler, ne yaptılar teknoloji adına? Ne ödül aldılar uluslararası boyutta. Hangi akademik başarıya imza attılar? Hiçbir şey yok. Ne oldu işte, namazlı, niyazlı insanlar şimdi TEKNOFEST yapıyorlar. Oluyor muymuş? Oluyormuş. Var mıymış alakası? Yokmuş. Bunu da bugün görerek kendimize bir gelecek oluşturmamız lazım."