Salı, Nisan 23, 2024

Ben kurguysa, gerçeğin önemi nedir?

Hepimizin yaşamı değerlendirmek için başvurduğumuz ölçütlerimiz, birer kişisel inşa olmakla birlikte, aslen birer toplumsal inşadır. Gerçeklikleri, geçerlilikleri, isabetlilikleri aşırı derecede görecelidir.

Hiçbir irademiz olmadan, zamanın birinde, rastgele bir ülkede, bilinçle seçmediğimiz bir ailede, tesadüfen denk geldiğimiz bir kültür çerçevesine, şansın belirlediği bir gelir düzeyine, müdahale edemediğimiz bir toplumsal ilişkiler ağına doğarız. Doğduğunda, bedenini dahi kullanmayı bilmeyen varlığımız, doğuşuyla birlikte içerisine fırlatıldığı konumlar bileşkesinde yıllandıkça yapılanır. Bu yapılanmada içerisine doğduğumuz bu bileşenlerin tümü varlığımızı kısıtlar, denetler, özendirir, inşa eder, parçalar, dağıtır, birleştirir, şımartır, yontar, zorlar, sakatlar. Kişi kendine ait değişmez bir özün yaşam boyu ilerlemesinden çok, toplumsal olanın yontusuyla biçimlenmeye pek elverişli, pek değişken, kalıba dökülmeye büyük dirençler göstermeyen, uzlaşmaya ve uyum sağlamaya yatkın biri gibidir: özellikle de yaşamının ilk yıllarında.

Yıllar geçtikçe, dışsal etkilerin bileşkesinde uyum arayışında pazarlıklar eden, tavizler veren, zaman zaman tavizler alan kişi, dünyayı içerisinde anlamlandırdığı makro ve mikro toplumun bir yapıntısı ve eklentisi olarak kendisi de toplumun bir parçasına dönüşür. Artık yalnızca bir toplum öğrencisi değil, aynı zamanda da bir toplumsal uygulayıcı, denetleyici ve öğretmendir. Yaşamı arı şekliyle değil, içerisine doğmuş olduğu ortamın bileşkeleri bağlamında algılamış, dolayısıyla başına gelecek her şeyi bundan böyle o algılamanın kendisine sağlamış olduğu ölçütler çerçevesinde denetlemeye hazırlanmıştır. Kişi, ilk yıllarında deneyimler, deneyimleri çerçevesinde yaşamı tartmak için ölçütler geliştirir. İlerideki yaşamında artık her şeyi yeni baştan öğrenmez, eski bildiklerini değerlendirme ölçütü olarak sayar ve bundan sonra karşılaştıklarını ve öğreneceklerini, eski bildiklerinden elde ettiği ölçütlerle ölçüp biçer. Kişi yaşamı, olduğu şekliyle değil, kendisine daha önceden sunulduğu biçimiyle değerlendirir.

Fakat bu ölçütlerin oluşumunda, bilinçten çok bilinçdışı devrededir. Zira yaşamla ilk kez karşılaşan yeni doğmuş bebek, hakkında hiçbir veriye sahip olmadığı dünya karşısında, ilk verilerini çekerken (geleceğin ölçütleri olacaktır bunlar; yani yaşamının değerlendirme kıstasları) temel matematik ve mantık gibi zihinsel işletim sistemleri dışında, neredeyse hiçbir ölçüte sahip değildir. İnsan, yaşamı değerlendireceği tüm ölçütleri ilk yıllarında tesadüfen içerisine doğduğu ortamın sunduğu varsayımlar çerçevesinde oluşturur. Yani hepimizin yaşamı değerlendirmek için başvurduğumuz ölçütlerimiz, birer kişisel inşa olmakla birlikte, aslen birer toplumsal inşadır. Gerçeklikleri, geçerlilikleri, isabetlilikleri aşırı derecede görecelidir. Bizler bunları bilinçli olmadığımız yaşlarımızda benliklerimize katarız. Yani yaşamlarımızın bilinçli olduğumuz dönemindeki sürecini, bilinçli olmadığımız dönemde oluşturduğumuz ölçütlerimizle yönetiriz. Bilincimiz, bilinçdışımızdan, benliğimiz, ben olmayandan (toplumdan) gelir. Bizler, on dokuzuncu yüzyılda sandığımızın aksine bilinçli benliklerden çok, bilinçsiz kitlelere yakınız: “ben, bir başkasıdır.” 

Bireylerin farklı rutin kırılışlarıyla elde ettikleri sapmaların toplamı, toplumu sabit olmaktan çıkarır, onu bireylerin toplam muhalefetiyle pazarlığa, uzlaşılara, tavizlere zorlar. Böylece toplum da ağır bir hızla da olsa değişimini korur.

Toplumsal inşa olarak ben, yine de toplumun mutlak ve kusursuz bir ürünü olmaz. Her şeyi hemen kabullenmez, her verileni verildiği gibi alımlamaz. Bireyin yetenek kusurlarından, algı kısıtlarından, mantıksal güçlerinden, zeka donanımından, hızlı değişen şartlarından, mikro ya da makro toplum değiştirmesinden ve bireyin dışındaki toplumun da değişen maddi şartlar yüzünden değişmesi gibi nedenlerden ötürü hali hazırdaki toplumla birebir uyuşmaz. Çapakları bir türlü pürüssüzleşmeyen minik parçalar gibidir bireyler. Makine tarafından ezilip geçilirler ama makineyi de etkilerler.

Bireyin toplumsala direnç gösterdiği yerler yine güçlerini bilinçdışından alırlar. Bu dirençler, özellikle kişinin içine doğduğu yaşam rutininin dışında kalan uyumsuzluk anlarından/deneyimlerinden kaynaklanırlar. Toplumsal kabullerle dayatılmış olan rutini kıran az sayıdaki olay, deneyim, an; kişinin kendisini, yaşamı, düşüncelerini ve inançlarını oluşturmasında, toplumsalın diğer öğretilerine oranla çok daha yüksek bir temsil gücüne sahiptir. Rutinin kırılışı, toplumun her bireyinde farklı bir deneyimle, olayla ve anla gerçekleştiğinden, toplum dışı ölçütler, her bireyde farklı şekillerde yuvalanır. Toplumun sağlamak istediği merkezi yapılanma, bu merkez-kaç güçler tarafından yıpratılır. Toplum da bu merkez-kaç güçlerin tamamına çeşitli tavizler vermek zorunda olduğundan, toplum ve bireyler sürekli bir pazarlık halinde yollarına devam ederler. Fakat bu pazarlıkta kütlesi ve geçmişi, belleği, deneyimi çok daha büyük olan toplum her zaman avantajlıdır. Yine de bireylerin farklı rutin kırılışlarıyla elde ettikleri sapmaların toplamı, toplumu sabit olmaktan çıkarır, onu bireylerin toplam muhalefetiyle pazarlığa, uzlaşılara, tavizlere zorlar. Böylece toplum da ağır bir hızla da olsa değişimini korur.

Toplumsalın sunduğu rutinin kırılmasında mutlaka çok büyük bir dönüşüm olması gerekmez. Bir matem evinde bir kişinin acıdan kahkahalara boğulması, çok yakın bir arkadaş tarafından beklenmedik şekilde kuyu kazılması, işe torpillilerin alınmasını beklerken, torpilsiz birinin işe girmesi, zenginliğin aşırı mutluluk getireceğini düşünen birisinin zengin olmasına karşın mutlu olamaması gibi, toplumsal bazı kabullerin (ki her toplumda bunlar değişik olacaktır) oluşturduğu rutinin dışında kalan böylesi anlar/olaylar/deneyimler, kişiye toplumun kendisine attığı formatı bilinçdışında sorgulatır.

Böylece kişi, toplumun genel anlatısı yerine, bazen yeryüzündeki salınımındaki minik bir noktaya (bu bazen büyük bir olay da olabilir, beklenmedik bir kayıp, bir ölüm, bir bedensel bütünlüğe ve dokunulmazlığa müdahale gibi) çıpalanır. Bu çoğunlukla istemdışı gerçekleşir. Belli bir amaçla değil, bilinçdışında gerçekleşen bir çıpalanmadır. Bir görüntüye, bir fikre, bir an’a takılır kalır ve o sabitleme kişinin salınımını kesintiye uğratarak, o imgeye bağlar. Bundan sonraki tüm salınımlarda, o çıpalanmanın ipi her şeye müdahale eder ve bu müdahale, geçmiş deneyimlerin tümünden daha ağırlıklı bir etkileme gücüne sahip olur. Bir tasma görevi görür, kişinin ipini kısaltır. Ona bir merkez belirler ve tasma ipinin uzunluğu kadarlık bir çap içerisindeki daireye hapseder. Bu kısıt neredeyse her zaman merkezini bilinçdışına saplanmış bir kıymıktan alır ve çoğunlukla kurguldur – tıpkı toplumun varsayımları gibi. Ancak kurgul olan gerçek yaşamın tümünü etkiler. Zira gerçek yaşamın bizim zihinlerimizdeki ölçütü kurgul olandır.

Yaşam, bir yorum çerçevesinde hissedilir. Yorumun geneli toplum tarafından bize aktarılandır ve bilinçdışımızca alımlanır. Yorumun kişisel tarafı, özellikle toplumsal anlatının rutin olarak sunduğunu kıran deneyimlerimiz aracılığıyla oluşur ki, bu da çok büyük oranda bilinçdışımızca sahiplenilir. Ben, bilinçli bir yapının, arada sırada bilinçdışı tarafından saptırıldığı bir varlıktan çok, bilinçdışı bir yapının arada sırada bilinçle desteklendiği bir varlığa yakın görünür.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI