Behlül Özkan: Diplomatik olarak Türkiye Ortadoğu’dan kopmuş durumdadır

“Türkiye’nin Krizi” dosyamızda bugün Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Behlül Özkan ile dış politikanın krizini konuştuk. Özkan, AKP’nin iktidara geldiğinden bu yana Ortadoğu’da lider olma hayallerinin bedelini bugün toplumun ödediğini söylüyor. 

behlu%cc%88l-o%cc%88zkan2

-Türkiye dış politikada bir kriz yaşıyor. Bu krizi ve nedenlerini nasıl çözümlüyorsunuz?

Türkiye Cumhuriyeti’nin 14 yıllık AKP iktidarı sonunda yaşadığı dış politika sorunları varoluşsal bir ulusal güvenlik krizine dönüşmüş durumda. 90 yıllık Cumhuriyet döneminde İkinci Dünya Savaşı da dâhil olmak üzere hiç böyle bir durumla karşılaşılmadı. Krizin en önemli nedeni AKP iktidarının dış politikayı tamamen parti çıkarları perspektifinden görerek, herkesi ilgilendiren başta güvenlik ve toplumsal barış olmak üzere önemli noktaları dikkate almaması. Bir örnekle bu durumu açayım. Suriye’de rejim karşıtı gösteriler başladığında ben dâhil birçok akademisyen ve gazeteci Suriye’nin içişlerine müdahale edilmemesi konusunda uyarılarda bulundu. Ancak bırakın müdahale etmeyi AKP iktidarı Suriye’de iç savaşın tarafı oldu. Bu uyarıları yaparken “siz başka ülkelerde silahlı muhalefeti desteklerseniz, bu bir gün gelip bu bizi vurur. Köktendinci örgütlerle ilişki kurmayın, bu silah bir gün elinizde patlar” dedik. Bunu derken Türkiye’nin toplumsal barışını, ulusal güvenliğini düşünüyorduk. Ancak AKP iktidarı sadece kendi çıkarını düşünüyor. Suriye’de Esad’ı devirirsem benim desteğimde İhvan iktidara gelirse, AKP’ye yakın şirketler Suriye ekonomisini ele geçirir diye düşündüler. Yani AKP elitinin ekonomik çıkarları, siyasi kadrosunun Ortadoğu’yu yönetme bölgeye lider olma hayallerinin bedelini şimdi tüm toplum ödüyor. Dış politikada hiçbir zaman bu kadar partizanca bir çizgi izlenmedi 2002 öncesinde. Tersine İhsan Sabri Çağlayanagil, İsmail Cem gibi dışişleri bakanları toplum nezdinde geniş destek görürlerdi. Ancak dış politikanın bu partiler üstü konumu 2002 ile sona erdi. AKP iktidara gelir gelmez özellikle ABD ile ilişkilerini kullanarak içeride askeri ve yargıda kendisine tehdit olarak gördüğü laik yanı öne çıkan bürokratları ya tutukladı ya görevden aldı. Kısaca dış politika AKP’nin önde gelen bir isminin de itiraf ettiği gibi milli orduya kurulan kumpasta işlevsel bir manivelaydı.

-AKP’nin izlediği dış politika siyasetinin bütünsel bir nitelik taşımamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Aslında çok çelişkili gibi görünse de bütünsel bir noktası var bu dış politikanın: Parti ve liderin çıkarları her şeyden önde gelir. Bu anlamda otoriter rejime dönüldüğünün en önemli göstergesi, dış politikada sadece iktidarın çıkarlarının gözetilmesi. Demokrasilerde dış politika toplumsal çıkarları gözetmediği takdirde sorgulanır ve değişimi yönünde çaba sarf edilir. Otoriter rejimlerdeyse parti çıkarı “milli menfaatler” olarak ambalajlanır ve karşı çıkanlar vatan haini ilan edilir. İktidarın çıkarı Rusya ile kriz başlatıp bunun üzerinden Batının desteğini almaksa bunu yapıyor. “Bir dakika Rusya ile neden şimdi kriz çıkardınız” diye soranlar Rus ajanı ilan ediliyor. Ancak 9 ay sonra işler iyi gitmeyip Batı’dan beklenen destek gelmezse bu sefer Avrasyacı gibiymiş davranılarak bir anda Rusya ile yakınlaşma başlatılıyor.

Bu arada turizm ve tarım sektöründe Rusya ile yaşanan kriz dolayısıyla milyarlarca dolar kayıp yaşanmasını kimse sorgulayamıyor. Çünkü medyada bu sorgulamaların yapılması kısıtlanıyor. Böylece 9 ay önce “Rusya gazı keserse kessin tezek yakarız” gibi hamasi bir söylem ekranlardan pompalanırken, iktidara yakın gazeteciler Rusya’ya karşı 3. Dünya savaşının çığırtkanlığını yaparken; 9 ay sonra aynı gazeteciler Rusya ile Batı karşıtı ittifak kurmaktan bahsediyorlar. Arada tabii bu U-dönüşlerine ayak uyduramayanlar kurban ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Mavi Marmara baskını sonrasında İsrail karşıtı açıklamalar yapıp, “İsrail bir terör devletidir” diyordu. Sonrasında İsrail’e ihtiyacımız var diyerek U-dönüşü yaptı, ancak iktidar destekli İHH buna ayak uyduramadı. İsrail ile ilişkilerin düzelmesine karşı Taksim’de protesto gösterisi yaptılar ve şamarı yiyip sustular. Üzerine İHH bir de özür diledi.

-Türkiye’nin geleneksel dış politika siyaseti ve AKP siyasetinin uzlaşmazlık hattı nerde ortaya çıkmıştır, burada neden ve nasıl bir kırılma yaşanmaktadır?

Bence temel kırılma noktası Cumhuriyet birikiminin reddi. İnanılmaz bir bürokratik miras ve entelektüel birikim tasfiyesi yaşandı. Bunu yaparken de Hariciye bürokrasisi “monşer” denilerek aşağılandı ve toplumsal meşruiyet yaratıldı bu tasfiye için. Bu dönemde bilgi sahibi olmak, ilim irfana yönelmek küçük görülüyor. Cumhuriyet’in Türkiye’yi Ortadoğu’dan kopardığı iddia edildi. Ortadoğu’yu bilmemekle eleştirildi bürokratlar ve akademisyenler. AKP ile Türkiye İslam Dünyasının ve Ortadoğu’nun lideri olacaktı. Bu mitolojiyi yazan Davutoğlu’dur ve onu destekleyen önemli sayıda akademisyen vardı. Kemalizmle hesaplaşmak adına laik, demokratik cumhuriyetin değerlerine ve ilkelerine dış politika üzerinden ciddi eleştiriler getirildi. Gelinen noktada Türkiye Ortadoğu’dan kopmuş durumda diplomatik olarak. Ancak sınırlarımız eleğe döndüğü için içeride kendini patlamaya hazır kaç militan olduğunu bilmiyoruz. Bağdat’ta Türkiye “Osmanlı işgali sona erdi” bize karışmayın diye protesto ediliyor. 90 yıllık Cumhuriyetin ilk toprak kaybı sembolik olsa da Süleyman Şah Türbesiyle AKP döneminde yaşandı. Fetih mantığıyla 21. Yüzyılda dış politika yapmanın faturasını ödüyoruz. Davutoğlu ve şürekâsı Ortadoğu’yu hiç bilmiyormuş, bu ortaya çıktı. Davutoğlu’nun gidişiyle bu değişti mi şüphelerim var. Sorun kişiden çok bir zihniyette.

-Cerablus Operasyonu’na kadar gelen süreci, iç ve dış dinamikleri nasıl değerlendirebiliriz?

Cerablus Operasyonu yapılan vahim yanlışların farkına varılması ve özellikle Rusya-İran-Suriye’ye karşı geri adım atılmasıyla mümkün oldu. Türkiye’nin Halep’te muhaliflere verdiği desteği azalttığı anlaşılıyor. Bunun karşılığında Cerablus-Azez arasındaki bölgeye Türkiye askeri olarak girerek, bir anlamda PYD’nin koridor oluşturmasına engel oldu. Bunun Rusya ve İran’ın da çıkarlarına uygun olduğunu daha önce vurguladım. Türkiye tarafından tehdit edilen bir PYD, Rusya ve İran ile iyi ilişkiler kurmak zorunda. PYD’nin bölgede ABD’nin etkisine girmesini dengelemek istiyor Moskova ve Tahran. Dahası Türkiye’nin Suriye içindeki askeri mevcudiyeti, Rusya’nın Suriye hava sahasını kontrol etmesi nedeniyle Moskova’ya bağımlı hale geldi. Dolayısıyla Türkiye artık Suriye politikasında eskiden olduğu gibi Rusya karşıtı adımlar atarsa bir değil 5 kere düşünmek zorunda. Tabii bu durum Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Katar’la Suriye’de silahlı köktendinci gruplar üzerinden kurduğu oyunun da değişmesi gerektiğini gösteriyor. Şapkadan tavşan çıkmayacağına göre, AKP’nin iki taraftan biriyle (Rusya-İran veya Suudi Arabistan-Katar) sorunlar yaşaması kaçınılmaz. Türkiye Esad’ı devirmek isterken merkezi hükümeti zayıflattı, o güç boşluğunu dolduran PYD’ye karşı şimdi kara kara ne yapacağını düşünüyor.

isid_160904105312

-Operasyon “IŞİD’le mücadele” adıyla başlasa da artık herkes operasyonun asıl hedefinin hem Suriye topraklarına girmek için bir meşruiyet sağladığını hem de Kürt koridorunu engellemenin bir aracı haline getirildiğinin farkında. Bu çerçeveden bakıldığında süreci nasıl okumalıyız? 

Aslında tampon bölge oluşturulması, Suriye’ye yönelik dış politikanın revize edilmesiyle önemli artılar getirebilirdi. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “başımıza gelen birçok şey Suriye politikamızın sonucu” tespiti önemli. Ancak Türkiye farklı taraflarla farklı angajmanlara girmiş durumda. Suriye muhalefetine Körfez desteğiyle silahlar göndermişsiniz ve bu köktendinci gruplar cihat yaptıklarını iddia ediyor. Şimdi dönüp bu gruplara kusura bakmayın, sizin cihadınız bitti, verdiğimiz desteğin sonuna geldik, emekleriniz için teşekkürler deyip vedalaşamazsınız. Bu grupların silahları size döner. Bu yüzden aslında Suriye politikasının rehini olmuş durumdasınız. “Gemide” diye çok sevdiğim bir Türk filmi var. Orada gemi kaptanı ve adamları bir kadını kaçırırlar ve kadını elinden aldıkları kişilerin paralarını çalarlar. Kadına tecavüz ederler. Ve bu arada uyuşturucu kullanırlar. Sonunda işler sarpa sarar ve içlerinden biri polise gidip herşeyi anlatalım ve kurtulalım der. Kaptan bu teklifle dalga geçer. Tabii bu kadar suça bulaştıktan sonra polisin itiraf ettiğiniz iyi oldu, hadi serbestsiniz demesi beklenmediği için bu teklifi kaptan reddeder. Türkiye’nin Suriye politikası bana bu sahneyi hatırlatıyor. AKP’nin Suriye’de kusura bakmayın hata yaptık demesi artık mümkün değil.

-Dış politikada, özellikle de Ortadoğu’da yaşananların içeriye ve Kürt sorununa yansımasını nasıl değerlendirmeliyiz?

Geçtiğimiz günlerde katıldığım bir televizyon programında iktidarı destekleyen bir gazeteci HDP grup toplantısına Avrupalı diplomatların katıldığı fotoğrafı gösterdi ve ardından AKP grup toplantısına katılan Rusya’nın önde gelen Avrasyacı isimlerinden Dugin’in fotoğrafını gösterdi. Bundan çok keyif alıyordu, işte Rusya yanımızda dünyaya meydan okuyoruz, HDP’yi Avrupa destekliyorsa Rusya bizi destekliyor diye düşünüyordu. İnanılmaz bir şaşkınlık yaşadım. Öncelikle Moskova’da PYD’nin temsilciliği var. Rusya PYD veya PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanmaktan çekinmez. Dahası Kürt sorunu artık uluslararası güçlerin başta AB ve ABD olmak üzere müdahalesine açık hale gelmiş durumda. Artık Türkiye’nin içişlerine karışıyorlar. Üstelik siz Irak ve Suriye başta olmak üzere bölge ülkelerinin iç sorunlarının tarafı olmuşsunuz. AKP Kürt sorununu uluslararası tarafları olan bir duruma getiriyor. Bunun nedeni Suriye politikası ve içeride yaşanan otoriterleşme. Ve tüm bunların farkında bile değiller. Daha vahim bir tablo, daha vahim bir basiretsizlik örneği düşünemiyorum.

-CHP’nin ve solun bir bütün olarak dış politikadaki yaklaşımı konusunda ne düşünüyorsunuz?

CHP’nin dış politika yaklaşımında hala devletçi reflekslerin hâkim olduğunu görüyorum. AKP dış politikasının ekonomik ve güvenlik açısından oluşturduğu varoluşsal kriz vatandaşlara daha anlaşılır şekilde anlatılmalı. En temel sorunlardan biri dış politika alanında eleştirel ve güçlü bir düşünce kuruluşunun eksikliği. Üniversitelerde çok değerli akademisyenlerin sesi duyulmuyor. Öncelikle dış politikada alternatif seslerin kendini ifade edebileceği bir platform oluşturulmalı. Bunun çok faydası olacağını düşünüyorum. Küçük bir akademisyen grubu hükümetin maddi yardımlarıyla dış politika alanında faaliyet yürütüyor. Ancak bunun iktidarın politikalarını meşrulaştırmaktan başka bir misyonu yok. Yarın Esad yönetimiyle ilişkiler düzelsin, bu yönetimin aslında ne kadar demokratik olduğu yönünde raporlar yazabilecek bir durum var o cenahta. 2011 sonrası yazdıkları ortadayken, iktidara bu derece angaje bir kesimden dış politika sorunlarına çözüm beklemek mümkün değil. Bunların dışında kalan tüm kesimlerin bir araya geleceği bir platforma çok ihtiyaç var dış politikada. Tartışarak sorunlarımıza çözümler bulabiliriz. Bilimsel tartışma ortamının oluşturulmasını dış politika için elzem görüyorum.