Perşembe, Nisan 25, 2024

Yasa mı anayasa mı değişmeli?

Muhafazakar/dindar kesimlerin AK Parti/Cumhur İttifakını blok olarak desteklemesi hedefinden sapmayı getirebilecek bu yasa önerisine olumlu cevap verilmemesi Türkiye’nin uzlaşma ile elde ettiği çok kıymetli bir kazanıma gereği gibi kıymet vermeyerek “toplum” olma niteliğimizi zayıflatma ihtimalini barındırmaktadır.

Başörtüsü Türkiye’de kadınların çok büyük bir kısmı tarafından  kullanıldığı için başörtü yasağı olduğu dönemde halkın çoğunluğunun bu yasağa doğal olarak karşı çıkma ihtimalinin önüne geçmek  için genelde şu söylenirdi, “başörtüsü siyasi bir simgedir”, “biz sokaktaki başörtüsüne karşı değiliz”. Sokakta karşı olunmayan başörtüsü, üniversiteye girmeye kalkınca veya başörtülü olarak bir kamu kurumunda  çalışma söz konusu olunca birden “siyasi simge” haline geliveriyordu. Siyasi simge olanı diğerinden ayırt etmek için Allahları var zahmete girip pek çok yapay işaret de bulmaya çalıştılar: Başörtüsünün altına bone takmak, başörtüsünü iğne ile tutturmak gibi. Tabii bu ayrımlar hiçbir objektif kriter dayanmıyordu ama biz başörtülüler, başörtüsünün siyasi simge olmadığını, eğer “siyasi simge” ifadesi belirli bir siyasi partiyi destekleme anlamına geliyorsa başörtülülerin tek bir siyasi partiye oy vermediğini anlatarak muhataplarımızı boşuna ikna etmeye çalışırdık. Bir müzakere ortamı bulunmadığı için de, yasaklama gücünü elinde bulunduran güçler yasakçı politikayı yürütür ve biz başörtülü kadınlar eğitim, çalışma ve siyasete katılma gibi temel haklarımızdan mahrum edilirdik.

Her ne kadar  “siyasi” olduğu için yasaklandığı söylense de esas itibari ile başörtüsü siyasi partililer arasında gerçekleşen bir tartışma konusu değildi.  Bu yasağın destekçileri, halkın desteğini almak durumunda olan siyasetçilerden ziyade Türkiye’nin vesayet demokrasisinin önemli ayaklarından olan askerler, yargı bürokrasisi ve “bir kısım medya” idi. Yasağa açıkça ve her zaman Milli Görüş geleneğindeki siyasi partiler karşı çıkıyor, diğer sağ partiler vesayet odaklarına yakınlık durumuna göre bazen özgürlükçü” bazen “yasakçı” tavırlar alıyor, sol, Kemalist çevrelerin siyasi temsilcileri de genelde “siyasi simge” olduğu için  yasağı destekler görünüyordu.

Başörtüsü yasağı ile ilgili hafızaya kazınmış en bilinen görüntü 1999 seçimlerinde başörtülü olarak seçilen Merve Kavakçı’ya DSP lideri Bülent Ecevit tarafından başörtülü olarak Meclis’e gelmekle “burası devlete meydan okunacak yer değildir” diyerek tepki gösterilmesi ve diğer milletvekillerinin de bu şekilde protesto etmesi nedeniyle Merve Kavakçı’nın yemin etmeden Meclis’den çıkmasıdır. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü  ile ilgili yasal düzenleme yapılma önerisini samimi bulmadığını belirtirken bu olaya atıf yapmıştı. Evet gerçekten de 1999 Meclisi başörtüsü yasakları için çok önemlidir. İki yıl önce gerçekleşen 28 Şubat süreci ile başlayıp devam eden başörtüsü yasaklarının ağırlaşıp kangrenleşmesine yol açmıştır. Ancak sadece DSP ve Bülent Ecevit bu durumdan sorumlu değildir. Bu seçimlerde MHP’den başörtülü olarak milletvekili seçilen, Nesrin Ünal, MHP Başkanı tarafından eğer Meclis’e başörtülü olarak gelirse MHP’den ihraç edilmekle tehdit edilmiş ve bu nedenle başörtüsünü çıkararak Meclis’e gelmişti. Bu tarihten sonra başörtüsü yasağı ağırlaşarak devam etti. Ayrıca Bakanlar Kurulu kararı ile Merve Kavakçı, “Türk makamlarından izin almadan ABD vatandaşı olduğu için” Türk vatandaşlığından çıkarıldığı ve bu yüzden milletvekilliği de düştüğünde, o Bakanlar Kurulu Kararında sadece Bülent Ecevit’in imzası yoktu, Başbakan Yardımcısı olarak Devlet Bahçeli’nin de imzası vardı. O yüzden MHP liderinin samimiyetini sorgulamazken son on yıldır çeşitli şekillerde başörtüsünün serbest olması için gayret eden,  son olarak “helalleşme” çağrıları ile açıkça bu konuda özeleştiri yapan Kılıçdaroğlu’nu samimi bulmamak çifte standart uygulamaktır.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun son on yıldır gerek YÖK Başkanı iken Yusuf Ziya Özcan ile öğrenciler için başörtü yasağının kaldırılmasına yönelik teşvikinde görebileceğimiz gibi aktif olarak gerekse de başörtülülerin başta milletvekili olmak üzere diğer kamusal görevlerde bulunmalarına itiraz etmeyerek pasif olarak başörtü yasağının üstesinden gelmede olumlu rol oynamıştır. Tam da bir zamanlar AK Parti’nin söylediği gibi meselenin uzlaşma ile çözülmesini sağlamıştır. Şimdi bir adım daha ileri giderek buna yasal zemin kazandırmak için öneri getirilmesi de aynı uzlaşmanın bir devamı olarak görülmesi gerektiği açıktır.

Peki neden bu öneriye AK Parti, uzlaşmanın ispatı olarak görüp bu yönde cevap vermektense bu yasaktan sorumlu olarak CHP’yi  görüp samimiyet sorgulaması yaptı? Bu sorunun cevabı, AK Parti’nin, ANAP’in dört eğilimi birleştiren yapısına benzer bir çoğulculuktan 2013’den sonra giderek uzaklaşarak Türkiye’nin %65’ini oluşturan muhafazakar/sağ seçmene hitap eden tek parti olmayı hedeflemesinde yatar. Bu çerçevede muhafazakar kesimlerin travmatik başörtü yasağı deneyimini sürekli hafızada tutarak, Süleyman Demirel ve Devlet Bahçeli gibi sağ siyasetçilerin 28 Şubat dönemindeki olumsuz rollerini unutturup bütün sorumluluğu “sol/Kemalistler”e yıkarak sürekli olarak bu seçmen tabanını kendisine bağlı kılmayı seçmiştir. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun bu şablona uymayan söylem ve tavır içinde olması bu politikanın başarılı olmasını engelleyeceği için CHP’yi suçlama yolu tercih edilmiş, muhafazakar tabanda hissedilen yasal düzenleme ihtiyaç bir şekilde dile getirildiği için de el yükseltme gereği duyularak “Anayasal” düzenleme teklifi yapılmıştır. Türkiye’de başörtü yasağını aşmak için Anayasal düzenleme gereği “eski Türkiye”nin bir gerçeği olduğu, yapılan yasal düzenlemeler Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’ya aykırı bulunduğu için bu düzeyde bir düzenleme yapma gereği duyulduğu göz ardı edilmiş görünüyor.  Ayrıca konu ile ilgisiz aile gibi konuların bu düzenlemede yer almasının teklif edilmesi aslında böyle bir düzenleme yapılmaması sonucunu doğuracak gibi görünüyor. Bu konu ile ilgili sonuçlanmayacak yeni tartışmaları gündeme getirme ihtimali olan bir teklif yapılmıştır.

Kısaca özetlersem, muhafazakar/dindar kesimlerin AK Parti/Cumhur İttifakını blok olarak desteklemesi hedefinden sapmayı getirebilecek bu yasa önerisine olumlu cevap verilmemesi Türkiye’nin uzlaşma ile elde ettiği çok kıymetli bir kazanıma gereği gibi kıymet vermeyerek “toplum” olma niteliğimizi zayıflatma ihtimalini barındırmaktadır.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI