Perşembe, Mart 28, 2024

Barınma hakkı ve imar rantı

Aylin Seçkin
Aylin Seçkin
1991’de Boğaziçi Ekonomi Bölümünden mezun olduktan sonra, 1991-92 arasında Jean Monnet bursu ile Université Libre de Bruxelles’den Avrupa Ekonomisi üzerine Master derecesini, 1999’da Carleton Üniversitesinden (Kanada) Ekonomi Doktorasını aldı. 2001 yılına kadar Kanada’da Cirano Araştırma Merkezi, Montreal Üniversitesi, Mount Allison Üniversitesinde çalıştıktan sonra 2001 yazında Türkiye’ye dönerek Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü kadrosuna katıldı. 2015 yılında Profesörlük derecesini alan Aylin Seçkin, Sanat ve kültür ekonomisi ve sanat yatırımları üzerine Empirical Economics, Journal of Cultural Economics, Economics Bulletin’de, nüfus, yaşlanma ekonomisi üzerine çalışmaları ise Economic Modelling gibi çeşitli akademik dergilerde birçok yayın yaptı. 2021 Temmuz ayında Sanatın Ekonomisi kitabını yayınladı. Prof. Seçkin, 2016-2017 akademik döneminde Berkeley Üniversitesi ve Ottawa Üniversitelerinde sabatik izninde bulundu. 2021’de Bilgi Üniversitesi Dijital Pazarlama Yüksek Lisansını bitiren Aylin Seçkin, 2021’de CroMagnon Art adında yapay zeka temelli bir startup’ın kurucu ortağı oldu. Eylül 2022’de Bilgi Üniversitesinden ayrılan Aylin Seçkin halen Ottawa Üniversitesi Ekonomi Bölümünde Misafir Öğretim Üyesidir.

İmar rantları ve bu süreçlerde maddi kazanç uğruna yapılan usulsüzlükler ancak ve ancak imza sorumluluğunda olan kişilerin halkın önünde hesap vermelerinde biz halk olarak ısrar edebilmemizden geçiyor.

Geçtiğimiz ay çok büyük bir deprem felaketi yaşadık, resmi kayıtlara göre kayıplarımızın tam sayısını bile bilmiyoruz, tahmini 50 bin vatandaşımız hayatını kaybetti. Enkaz altında kaç kişi kurtarılamadı, bu husus belirsiz. İsyan etmemek elde değil. Zira, 1999 Marmara depreminden bu yana yirmi yılı aşkın bir süredir sırasız ve plansızca kurgulanan kentsel dönüşüm politikasının da iflas ettiğini görmüş olduk. Ne amaçlanmıştı? “Yeni sağlam, depreme dayanıklı, yaşanabilir konut üretim projesi” adı altında pazarlanan kentsel dönüşüm nasıl rantsal dönüşüme evrildi? Nerede hata yapıldı? Hayatını kaybeden vatandaşların yaşam hakkını kim savunacak? Bu kayıpların sorumlusu yine ortada yok mu? Devlet ve barınma hakkı konusu bu yazımda incelemek istediğim konu.

Fay hattında yerleşime neden izin verildiği apayrı bir yazı konusu olmalı. Ailesini, evini, işini kaybeden insanların idareye kamu davası açma hakları var mı? Sosyal bir devletin halkına sağlıklı ve emniyetli bir barınma hakkı sağlaması gerektiği anayasal bir hak olarak güvence altında değil mi? O hâlde sağlıksız, imar kanununa göre yapılmamış kaçak yapılar ve onu affedenlerin, yanlış yapılaşmaya göz yumanların, bu yapıları normalleştirenlerin hiç sorumluluğu yok mu?

Şu durumda yeniden tasarlanacak şehirler 26/09/2006’da Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5543 numaraları İskân Kanununa göre düzenlenebilir mi? Bir apartman sakinleri 5983 numaralı Kooperatifler Kanunu gereğince bir yapı kooperatifi kurarak devlet kredisi ile mülk edinebilir mi? O kadar çok soru var ki! Tek kişinin bile sorumluluğu hissedip istifa etmeyi aklından bile geçirmediği ülkemizde elbette sorumlular silsilesini dizmek, onlardan hukuk önünde hesap sormak yine mümkün olmayacak mı?

O hâlde onca hukukçuyu neden yetiştiriyor bu devlet? İnşaatlar inşaat ustalarına kaldıysa onca inşaat mühendisi, mimarı neden istihdam ediyoruz? Kuralları yazıp neden uygulayamıyoruz? Kurallar uygulanamayacak kadar mı zor yoksa uygulamaların yaptırımları mı inandırıcı değil? Ve aslında kural ve teftiş, uyarı ve ceza sistemi çalışmıyor mu? Çalışmamasının sebepleri neler? Artık bu soruların cevaplarını bulsak mı?

2000’li yıllardan beri imar ve yapılaşma konusunun en önemli aktörü Toplu Konut İdaresi (TOKİ)’dir diyebiliriz. 10 ili etkileyen son deprem felaketinden hiç etkilenmeyen konutlar yine TOKİ’ye ait olanlardı. Kimler, hangi şartlarda TOKİ evlerine sahip oldu, oluyor soruları mutlaka şeffaf bir biçimde cevaplanmalı ancak yapı üretiminde kuralların uygulanabilir ve denetlenebilir olduğuna güzel bir örnek olarak kurumun teknik prosedürlerinin işleyişi ve denetlenme mekanizmaları diğer bağımsız inşaat üretimlerinde de uygulanabilir olmalıdır.

(TOKİ), 1984 yılında kurulmuş, 1990 yılında 412 ve 414 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı şeklinde iki ayrı idare olarak örgütlenmiş, dar ve orta gelirli ailelere konut üretimi birincil amaç olarak benimsenmişti.[1] 1990-2000 döneminde fon kaynaklarının yetersiz olması nedeniyle istenilen başarıya ulaşamayan idare, özellikle İzmit depremi sonrası dönemde ekonomi politik yapıdan ayrı olarak düşünülemeyecek bir kimliğe büründü. İnşaat sektörünün büyümenin ana damarı olmasıyla bünyesinde ürettiği konutlarla, konut arzının da ana damarını oluşturdu.

2003 yılında yapılan yasa değişikliği ile idare biçim değiştirdi. Devletin ekonomide ve şehirlerde nasıl bir rol üstleneceğine ilişkin ipuçlarını barındıran en önemli yasa ise kuşkusuz daha sonra defalarca başka yasalarla desteklenen Toplu Konut Yasası yürürlüğe girdi. Doğrudan Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Toplu Konut İdaresi planlamadan para harcamaya, uluslararası iş birliğinden finans piyasalarında bağımsız bir aktör olarak boy göstermeye, kamulaştırmadan kamu arazilerinin özelleştirilmesine kadar bir dizi alanda yetkilerle donatıldı.

Türkiye, üst üste çıkarılan imar affı yasalarıyla yaratılan, ‘Nasıl olsa imar gelir’ anlayışı ile ilk başlarda gecekondulaşmayı, son yıllarda da imarlı alanlardaki mevzuata aykırı yapılaşmayı toplum gözünde meşrulaştırmıştır.

Kiptaş’ta elde edilen tecrübenin ertesinde 2004 yılında Arsa Ofisi ve Emlak Bankası arazilerini devralan TOKİ, kimi zaman da kamulaştırmalar yoluyla arsa stokunu bu şekilde arttırdı. Yasal çerçevesinin tam olarak ne kadar esnek olduğu bilinmeyen bir yapı olarak TOKİ, inşaat ekonomisinin motoru kimliğinde ancak inşaat sektörünün yapı denetim mekanizmalarında etkili değil.

Devlet Planlama Teşkilâtı yatırım programlarının, Sayıştay ve diğer mali denetimlerin, diğer yapı ve toplu konut üreticilerinin tabi olduğu vergi ve harçlardan muaf tutulan TOKİ, Mortgage yasası gereği finans kuruluşlarının sahip olduğu kredilendirme hak ve yetkilerine sahip oldu. Kuruluş kanununda yapılan değişiklik sonrası belediyelerin yetkisinden bağımsız olarak imar yapmak ve bunu uygulamak, inşaat ruhsatını kanunda yazılı en düşük bedelleri ödemek suretiyle en geç on beş gün içerisinde almak (2004 ve 2008’deki değişiklik), gerçek ve tüzel kişilerin arsalarını kamulaştırmak (2004’deki değişiklik), gecekondu dönüşüm projelerini yürütürken arsa kamulaştırma bedellerini belirlemek (2004’deki değişiklik), imzalayacağı sözleşmelerde resmi şekil taşıma yükümlülüğünden azade olmak ve Kamu İhale Kanunu’na tabi olmadan ihale vermek gibi geniş yetkilere sahip.

Yasaların kendisine verdiği güçle, istediği kimsenin arazisine el koyabilir, kamulaştırabilir, verimlilik şartı gözetmeden kolayca popülist imar faaliyetlerinde bulunabilir. Konut dışında okul, cami, kışla gibi kamusal mekanları da şekillendiren TOKİ, her ne kadar amacı dar gelirli kesime konut üretmek olduğu belirtilse de peşinatsız 20 yıl aralığında devamlı bir taksit ödeme sistemiyle orta sınıfın konut üreticisi olmaktan öteye gidememiştir.

Web sayfasında belirtildiği gibi TOKİ şu ana kadar 1 milyon 170 bin konut üretmiştir ve daha çok dar ve orta gelir gruplarının konut ihtiyacına yönelik hizmet vermiş, özellikle son dönem projeleri ise yoksul kesimin ödeme gücünü çok aşmıştır.

2000 sonrası Türkiye ekonomisine bakıldığında geniş bir orta sınıf oluşturma isteği, bunun pratiğe yansımasını, geniş orta sınıfın büyümeyi arttırırken belli sektörlere özellikle inşaat sektörüne özel önem verdiğini ve inşaat sektörüne bakarken devletin TOKİ ile oynadığı rolü göreceklerdir. Öte yandan, barınma hakkı, güvenli, ödenebilir, ulaşılabilir, insani yaşam standartlarına uygun, deprem ve benzeri afetlere karşı dayanıklı ve aynı zamanda asgari yaşamsal (elektrik, su, doğalgaz, internet) hizmetleri de içeren temel bir insanlık hakkıdır.

Dahası, barınma bir anayasal haktır. Kişinin yaşam hakkı, sağlık hakkı, çevre, eğitim hakkı, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı gibi haklarla da bağlantılıdır. Aynı zamanda “erdemli mal” özelliklerini de taşır. Anayasamızın 57.ci maddesi “devletin, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler” şeklindedir.

İktidarların yeniden seçilme kaygılarıyla çıkardıkları af yasaları, kısa süreli çözüm gibi görünse de esasında büyük bir sorunun geçici bir süreliğine üzerini örtme ve bundan faydalanma anlamını taşımaktadır.

Ancak bir o kadar hatalı uygulama da İmar Afları’dır. Özellikle çarpık yapılaşmanın normalleştirilmesi o yapıların bulunduğu gecekondu bölgelerine 2003 yılından itibaren bir mevzuat değişikliği ile hizmet götürülmesi mümkün kılınmıştır.İktidar, 2005 yılında da aynı adımı atarak bir düzenleme ile Ceza Kanunu’nda değişikliğe gidildi ve böylece mevzuata aykırı yapıların sahipleri ve bunlara göz yuman kamu çalışanlarının cezaları ile birlikte özellikle deprem riski bulunan yerlerdeki izinsiz veya mevzuata aykırı olan yapılar da affedilmiş oldu.

Ayrıca bakanlıklara verilen yetkilerle imar planları yoluyla bazı kısıtlamalar dikkate alınmayarak af nitelikli yapılaşma kararlarının önü açıldı. İmar affı kapsamına 31 Aralık 2017 tarihinden önce yapılmış tüm yapılar alındı. Bu aftan yararlananları anlatan Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, 26 Haziran 2019’da yaptığı açıklamada, “Bugüne kadar imar barışına 10 milyon 250 bin vatandaşımız başvurdu” demişti. İmar Affı’na yönelik yeni düzenleme ise son olarak 11 Ekim 2022’de BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’den gelmiş ve Destici, bu konudaki kanun teklifini TBMM Başkanlığı’na sunmuştu! Yani yeni aflar yoldaydı!

Türkiye, üst üste çıkarılan imar affı yasalarıyla yaratılan, ‘Nasıl olsa imar gelir’ anlayışı ile ilk başlarda gecekondulaşmayı, son yıllarda da imarlı alanlardaki mevzuata aykırı yapılaşmayı toplum gözünde meşrulaştırmıştır. İmar afları, aslında topluma “narkotik etki” yapar. Her imar affı, daha başka afların geleceğini müjdeler zaten.

Tüm topluma verilen telafisi olanaksız zararları ortadan kaldırmaya yetmediği gibi, yürürlükteki mevzuatı yetersiz ve geçersiz kılarak, yasakları çiğneyenleri ödüllendirmek anlamına gelmiştir. İktidarların yeniden seçilme kaygılarıyla çıkardıkları af yasaları, kısa süreli çözüm gibi görünse de esasında büyük bir sorunun geçici bir süreliğine üzerini örtme ve bundan faydalanma anlamını taşımaktadır.

Bütün imar afları son olmak üzere çıkarılmıştır. Çıkarılan her imar affının kapsamı bir öncekinden daha fazla olmuştur. Sağlam ve yaşanabilir evde yaşamak erdemli maldır. Kişi bu malın kendisine olan faydasını tam manasıyla bilemez ya da evini sağlam yapacak maddi imkana sahip değildir.

Bu durumda, sosyal bir devlet duruma müdahale ederek, yapı üretim, ödeme kolaylığı ve finansman desteği ile problemi çözmek için uğraşır. 1999 depreminden sonra toplanan deprem vergileri yaklaşık 38 milyar dolar civarıdır. Toplanan bu vergi maalesef amacı dışında kullanılmış ve en kötüsü de devletin deprem politikasının inandırıcılığına zarar vermiştir. Zaman içinde bu konu kendi hâline ve piyasa ekonomisine bırakılmış, rantın yüksek olduğu semtlere müteahhitlerin üşüşmesine ve kentsel değil rantsal bir dönüşüme kapı açmıştır.

Türkiye’de yerleşim alanlarının büyük bir bölümünün doğal afet riski altında olduğu bilinmektedir. Özellikle deprem, Türkiye’nin önemli bir gerçeğidir ve depreme yönelik tedbir alınmadan inşa edilen binalar durumu daha tehlikeli hâle getirmektedir.

Deprem kuşağında yer alan, devamlı depremlerin olduğu bir bölgede deprem mücbir sebep olarak nitelendirilmemelidir. Bugün verilerden yola çıkılarak nerelerde tekrar depremin olabileceğinin öngörülmesi mümkündür.

Türkiye’de söz konusu afet risklerine ilişkin çeşitli dönemlerde çıkarılan düzenlemeler mevcuttur; ancak bu yasalar çoğunlukla afet sonrası rehabilitasyon sürecini hedef almaktadır. Oysa yapılması gereken, önleyici politikaların benimsenmesidir. Buna yönelik 2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı “Kentsel Dönüşüm Yasası”nın amacı, afet riski altındaki alanlarda sağlıklı ve güvenli yaşama çevreleri oluşturmak üzere gerekli usul ve esasları düzenlemekti. Ancak, merkezi yönetime geniş yetkiler tanınırken, mülkiyet hakkının ihlaline yönelik uygulamaları da içermektedir.

16 Mayıs 2012’de kabul edilen 6306 sayılı Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanun ise kentsel dönüşüm için bir çerçeve çizmekten çok en yüksek rantın oluştuğu bölgelerde yapı stoğunun yenilenmesi üzerine yoğunlaştı. Bu kanun örneğin İstanbul’un en hızlı dönüştürülmesi gereken Zeytinburnu, Gaziosmanpaşa gibi bir semtinden değil de metrekare değerinin en yüksek olduğu ve dikey büyümeye izin verilen Kadıköy Bağdat Caddesi tarafında yoğunlaştı. Öte yandan Sulukule, Tozkoparan, Fikirtepe mahallelinin devlet eliyle yerlerinden edilmesi projelerine dönüştü.

Büyük parsellerin tasarruf hakkı da 2006’dan sonra ilçe belediyelerinden merkezi idareye geçirildi. Buna önemli örneklerden biri Four Winds gökdelenlerinin olduğu meteoroloji arazisi, Zeytinburnu sahili, Ataköy sahilindeki yüksek yapılaşma yine oldu bittiyle gerçekleşen yapılaşma projeleriydi. Yine buna son örnek olarak Ambarlar verilebilir. 240 milyon dolara sürpriz şekilde Suudi Arabistanlı Al Qemam Holding’in kurduğu Akzirve Gayrimenkul’e kalan ihaleyle Ambar sahipleri anlaşmaya mecbur bırakıldı.[2]

Bir kısmı direndi, davalar açtıysa da 6 Şubat 2017 günü Bakanlar Kurulu kararı ve Erdoğan’ın onayı ile ‘riskli alan’ ilan edildi. Polis marifetiyle yıkımına başlandı. Ambar sahipleri Danıştay’a koştular, yıkımı durdurdular.

Bu sefer de deprem tehlikesi bahane edilerek 30 Temmuz 2018 günü, ‘rezerv yapı alanı’na çevrildi. Yani afet yasası gereği kentsel dönüşüm yapılmak zorundaydı. Tüm bir Zeytinburnu 1. derece deprem bölgesiyken Erdoğan’ın önceliği, üzerinde kimsenin yaşamadığı, tek katlı depolardan oluşmuş Ambarlar oldu.

Rezerv yapı alanı ilanı ambarını satmayanların mülküne el koymanın da önünü açtı. Neticede, deprem bahanesiyle şahane rantlar irili ufaklı müteahhitleri besleme amacıyla yaratılmış ve kötü yapılaşmanın sorumlularının korunduğu yapı bu şekilde yükseldi.

Şimdi tekrar soralım: İdare hukukuna göre deprem felaketinde eksik denetim sebebiyle yıkılan binaların enkazından sorumlu görevliler yok mudur? Aslında olan bir “hizmet kusuru” kavramına dayanılarak açıklanır. Hizmet kusuru “idarenin kuruluşunda, düzenlenmesinde ve işleyişinde ortaya çıkan bir ‘bozukluk’, ‘aksaklık’ veya ‘boşluk’ olarak tarif edilmektedir. Hukukumuzda hizmetin “hiç işlememesi”, “geç işlemesi” veya “kötü işlemesi” hizmet kusuru olarak değerlendirilmekte idarenin ortaya çıkan zararı tazmin etmesi gerekmektedir.

Ayrıca, yardıma ivedilikle müdahale edilmemiş olması da hizmetin geç işlemesi kusuru işlenmiştir. Kamu hizmetinin gereklerine göre idarenin olağan karşılanmayacak bir şekilde yavaş davranması ve bunun sonucunda da bir zarar doğması durumunda söz konusu olan hizmet kusurunu ifade eder ve tazminat hakkı doğar. Geçerli bir gerekçe olmaksızın mevzuatta belirlenen süre içinde hizmetin gerekleri yerine getirilmemişse hizmet kusuru oluşmuş olur.

Deprem kuşağında yer alan, devamlı depremlerin olduğu bir bölgede deprem mücbir sebep olarak nitelendirilmemelidir. Bugün verilerden yola çıkılarak nerelerde tekrar depremin olabileceğinin öngörülmesi mümkündür. Fakat günümüz itibariyle idarenin elindeki teknolojik ve diğer imkanlara rağmen henüz depremin önlenebilmesi ise mümkün değildir. Ancak idarenin, teknik ve mali imkanları ölçüsünde, alacağı tedbirlerle doğabilecek zararları azaltması mümkündür.

Danıştay, Marmara Depreminden dolayı konutta meydana gelen zarar dolayısıyla açılan tazminat davasında zarar, münhasıran depremden kaynaklanmışsa idarenin sorumluluğundan söz etmeye hukuken imkan bulunmadığı ancak zararın zorlayıcı sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı yerince saptanması durumunda zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından kusuru gözönünde tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması gerektiğini, deprem bölgesi olarak belirlenen bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin deprem sonucu bu bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu tutulacağının tabii olduğunu, ancak, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunduğunu belirtmiştir.

Belediye, mülki idare amirleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına afet bölgelerindeki yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Anılan makamlar sorumlu oldukları alanlarda yapıların mevzuata uygun olup olmadığı konusunda gerekli denetimi yapmakla yükümlüdürler. Oysa, idarenin denetleme görevini hiç yerine getirmemesi ya da eksik yerine getirmesi neticesinde hizmet kusuru işlenmiş ve 50 binden fazla can, yüzbinlerce konut ve iş yeri depremden zarara uğramıştır. İdari görevini eksik yapmış tüm görevliler yaşama kast suçuyla yargılanmalıdır.

Gayet güzel kurallar ve yönetmelikler yapıyoruz. Yapı endüstrisinde görevli çok iyi insan kaynağımız mevcut. Peki deprem bölgelerinde neden uygulamalarda bu denli usulsüzlük oldu? Müteahhitlerden başlamak üzere her kademedeki eksik ve hataların masaya yatırılması gerekmektedir. Müteahhit olma şartları, inşaat firmalarının sermaye büyüklükleri, denetim görevi üstlenen memur ve mühendislerin sorumlulukları ve görev ihmalinde dolayı ortaya çıkacak hata ve hasarların tazmini çok net yönetmeliklerde belirtilmeli.

Ancak her şey idari yapının politize olmasıyla ve bürokrasinin işlemesindeki “görünmez rüşvet”le doğrudan ilişkili. İmar rantları ve bu süreçlerde maddi kazanç uğruna yapılan usulsüzlükler ancak ve ancak imza sorumluluğunda olan kişilerin halkın önünde hesap vermelerinde biz halk olarak ısrar edebilmemizden geçiyor.

Zeytinlik olan arazide 17 katlı Rönesans Rezidans’ın yapımına kimler izin vermiştir? İnşaatın yapım eksiklikleri nelerdir? Bu soru gibi yüzlercesini sormak hakkımızdır. Zemini müsait olmayan yerlerde, ÇED (çevresel etki değerlendirmesi) raporlarını aradan çıkararak, tarihi, doğayı talan ederek imara açılan kupon araziler, bu projelerin gerçekleşmesi aşamasında görev alan tüm seviyelerdeki idari ve mülki amirler ve görevliler attıkları her imzadan sorumludurlar. O hâlde hukuk önünde yetkililerin hesap vermeleri gerekmektedir.

Kaynakça:

Bucaktepe, Adil, (2013), “Depremden Dolayı İdarenin Sorumluluğu”, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 17-18, Sayı: 26-27-28-29, Yıl: 2012-2013

Kılıç, Düzgün, Neoliberal Politikaların İzinden Türkiye’de Kentsel Dönüşüm ve İnşaat, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, 2012.

Özgür, Bahadır, (Mart 2023) Birgün, https://www.birgun.net/haber/istanbul-un-karni-nasil-suudi-mulku-oldu-424093

[1] Kılıç (2012).

[2] Özgür (2023).

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

Aylin Seçkin
Aylin Seçkin
1991’de Boğaziçi Ekonomi Bölümünden mezun olduktan sonra, 1991-92 arasında Jean Monnet bursu ile Université Libre de Bruxelles’den Avrupa Ekonomisi üzerine Master derecesini, 1999’da Carleton Üniversitesinden (Kanada) Ekonomi Doktorasını aldı. 2001 yılına kadar Kanada’da Cirano Araştırma Merkezi, Montreal Üniversitesi, Mount Allison Üniversitesinde çalıştıktan sonra 2001 yazında Türkiye’ye dönerek Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü kadrosuna katıldı. 2015 yılında Profesörlük derecesini alan Aylin Seçkin, Sanat ve kültür ekonomisi ve sanat yatırımları üzerine Empirical Economics, Journal of Cultural Economics, Economics Bulletin’de, nüfus, yaşlanma ekonomisi üzerine çalışmaları ise Economic Modelling gibi çeşitli akademik dergilerde birçok yayın yaptı. 2021 Temmuz ayında Sanatın Ekonomisi kitabını yayınladı. Prof. Seçkin, 2016-2017 akademik döneminde Berkeley Üniversitesi ve Ottawa Üniversitelerinde sabatik izninde bulundu. 2021’de Bilgi Üniversitesi Dijital Pazarlama Yüksek Lisansını bitiren Aylin Seçkin, 2021’de CroMagnon Art adında yapay zeka temelli bir startup’ın kurucu ortağı oldu. Eylül 2022’de Bilgi Üniversitesinden ayrılan Aylin Seçkin halen Ottawa Üniversitesi Ekonomi Bölümünde Misafir Öğretim Üyesidir.
spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI