Yakın siyasi tarihi ticari film ya da dizilerden öğrenecek değiliz elbette. Lakin Netflix’te 2.sezonu yayınlanan Kulüp dizisi gerek sağlam oyuncu kadrosu gerek dönemin İstanbul’unu anlatmak konusunda oldukça başarılı.
Lakin konu bu değil.
Geçtiğimiz günlerde Sözcü Gazetesi, cumhurbaşkanını katıldığı akşam yemeğinin tarifesini haberleştirdi. Habere göre TASC’ın konuya ilişkin broşüründe Cumhurbaşkanı ile aynı masada oturmak, toplu fotoğraf için sahneye davet edilmek, özel toplantıya katılmak 100 bin dolar; ikinci protokol masasında oturmak 45 bin dolar; üçüncü protokol masasında oturmak 30 bin dolar; dördüncü protokol masasında oturmak 20 bin dolar şeklinde fiyatlandı.(27 liradan hesaplarsak) minimum 540 bin, maksimum 2 milyon 700 bin liraların havada uçuştuğu bu “tarife” şaşırtışı gelse de “arz-talep” ekonomisi içinde bir yere oturuyordur elbet. Saray sofrası ABD sınırları içinde kurulduğu için Türk lirası değil dolar cinsinden fiyatlanmasını anlamak zor olmasa gerek.
Bu fiyatlamada, eski bakan Nebati gibilerin “aynı görüntüye” girme amacıyla Binali Yıldırım’ın önüne atlaması benzeri bir sahnenin fiyatı ne olurdu, merak konusu…İlgili tarifeden kimin ya da hangi kuruluşların yüzde kaç komisyon aldığını bilemem ama fiyat listesini genişletmekte yarar görüyorum.
Örneğin toplu hitaplarda, muhteremin fırlattığı çayın kafasına isabet etmesi ya da onu yakalayabilecek konumda yer almayı isteyen vatandaşlardan 5 dolara yakın para isteyelim. (Çayın kilosu 120 liranın üzerine çıktı çünkü)
Şahsımın, miting katılımcılarından birinin taşıdığı dövizde/pankartta yazan sloganı sesli okumasının da bir bedeli olmalı. (Kendisi konuştuğunda kameralar ilgili partiliye dönecek, güzel bir reklam sonuçta.) Sanırım 400 dolar buna yeterli.
Seçim öncesi sık yapılan ve “gençlik buluşması” adı verilen organizasyonlara “soru ezberletilmek” suretiyle katılmak (bir diğer değişle verilecek cevapları sorulamak) için de tarife uygulanmalı. Muhterem ile birlikte şarkı söylemek, söyleyemediği şarkıya eşlik etmeye çalışırken söz ve müzikleri telif haklarını ihlal eder derecede birbirine karıştırmak bedava olmamalı. Katılımcı gençlerin öğrenci olduğunu düşünürsek 50-60 dolar arası bir tarife uygundur sanırım. (İleride bu gençler, iş görüşmelerinde ya da CV’lerinde katıldıkları organizasyonun görüntülerini “referans” olarak göstereceklerdir herhalde.)
Resmi olmayan ya da yarı yetkili görevlinin “son biletler bunlar, yarın çekiliyor” çığlığı eşliğinde Zeki Müren’i “ön sırada izlemek” ile “en arka masada oturmak” arasındaki ekonomik ayrımı hissettiriyor bu “tarife”.
Bir diğer tarife de “paranın satın alamayacağı” şeyler için olmalı.
Hekim olup ülkeden kovulmamak, kadın olup hakaret işitmemek, gazeteci olup hapse atılmamak, aydın olup dışlanmamak, iktisatçı olup “mandacı” damgası yememek, muhalif olup “çapulcu” sayılmamak, onurlu bir yaşam isteyip mağdur edilmemek, eleştirip/sorgulayıp/düşünüp “dış mihrak” addedilmemek... Bunların tarifesi yok ne yazık ki…
İçinizdeki ses, “Üzerine bir de para mı vereceğiz?” isyanında olabilir lakin çatır çatır alınıyor o paralar bizden. Vergilerimizden, devlete ait olan ya da olmayan bankalardan yayın kuruluşu sahibi iş insanlarına aktarılan (muhtemelen de tahsil edilmeyen) kredilerden kaynaklı olarak veriyoruz o parayı. 100 bin dolar değilse de 10 dolar, 5 dolar, 1 dolar. Ama veriyoruz.
Kulüp dizisine dönersek, son bölümde geçen “Aynı sofrada değiliz” repliği, 60’lı yıllarda da günümüzde de sınıfsal ve toplumsal derin uçurumu ifade etmesi açısından kıymetli. Aynı gemide de aynı sofrada da değiliz ama… Giden bizden gidiyor…
ü