Perşembe, Nisan 18, 2024

Avrupa solunun sonu? Kriz, Syriza ve Brexit sonrası alternatifler – David Bailey

Avrupa Birliği’ne yönelik olarak sol partilerin benimsediği konum hem bu partiler hem de AB’nin kendisi için önemli sorular ortaya koymaya devam ediyor. Sosyalist ve sosyal demokrat partiler başta Avrupa Birliği’ne (ya da ilk bilindiği şekliyle Avrupa Ekonomik Topluluğu’na) yönelik mesafeli bir tutuma sahipken daha sonra neredeyse istisnasız olarak Birlik destekçisi oldular.

Ancak 1980’lerin ortasında gerçekleşen bu AB’ye dönüş kısmen şaşırtıcıdır. Avrupa bütünleşmesinin sol partiler tarafından dizginsiz piyasaya karşı bir araç olarak görüldüğü zamanlarda AB eş zamanlı olarak, büyük ölçüde serbest piyasa sistemine alternatifleri daha da dışlama tehdidi taşıyan tek Avrupa pazarını oluşturuyordu.

Sosyal demokrat partiler ve üyeleri tipik olarak Delors’un sosyal demokrasiyi ya da sosyal Avrupa’yı ulus ötesinde kurtarma vaadini, özellikle Britanya, İspanya, Fransa, İsveç ve başka yerlerde tek ülkede Keynesçiliğin terk edilmesi ya da başarısızlığı deneyimini takiben kucakladı.

Birleşik Krallık’ta sendikalar ve partinin solu, Britanya’da sanayi ilişkilerinin 1980’lerde dönüşümü sırasında; özellikle 1988’de Jacques Delors’un ulusal Sendikalar Kongresi’ne seslenişini takiben, Avrupa bütünleşmesini Thatcher ve Thatcherizme meydan okuma aracı olarak görmeye başladı. Fransız sosyalistleri açık bir şekilde daha güçlü bir Avrupa sosyal modelini teşvik etmenin ve Başkan Mitterand’ın 1983’te kötü şöhretli U dönüşünü takiben daha kapsamlı bir Avrupa “ekonomi yönetimi” yaratmanın peşine düştüler. İspanya’da sosyalist parti (PSOE), parti içinde çok sayıda kişinin Franco sonrasında geçiş döneminin ilk yıllarında “Avrupa bütünleşmesini destekleyen kapitalist ve emperyalist güçlere ilişkin kaygılar”a sahip olmasına rağmen 1990’lar boyunca ülkenin en fazla Avrupa taraftarı partisi olarak değerlendirildi. Böylelikle sosyal demokrat partiler tarafından takip edilen, Avrupa Birliği boyunca tanık olunan – Avrupa bütünleşmesine dair başlardaki dikkatten nihai olarak bütünleşmeyi benimsemeye doğru – genel bir eğilim mevcuttu.

Üçüncü yolda sıkışıp kalmış

Sosyal Avrupa vaadi kısmen, sosyal demokrasi projesinin uzun vadeli başarısızlığını ve artan oranda uygulanamaz doğasını gizlemek ve karartmak üzere; böylece (yine kısmen) Üçüncü Yol sosyal demokrasisinin meşrulaştırılması için kaynak oluşturmak üzere işe koyuldu. İlan edilen sosyal Avrupa arayışı AB düzeyinde kurumsal kısıtlamaların daha kapsamlı yeniden dağıtımcı politikaları engelleyeceğinden emin olunarak yapıldı. Böylelikle hem tek Avrupa pazarının siyasal (ya da siyasallaşmış) müdahaleden azade olması (ve bu sayede Avrupa kapitalizminin gerekli yoğunlaşmasına katkıda bulunmak) hem de takiben sosyal Avrupa’nın malum hedeflerinin gerçekleşmemesi karşısında suçlanacak kurumsal bir hedefin temini sağlandı. Bu bağlamda ve böylelikle, sosyal Avrupa amacı Avrupa sosyal demokrasisini, kendine içkin çelişkilerini örterek sürdürmeye yarayan içi boş ancak (tam da içi boş olduğu için) önemli bir amacı temsil etti.

Üçüncü Yol gündeminin sosyal demokratlarca benimsenmesi ilkin seçim başarılarıyla sonuçlandı. 1999’da 15 AB üye devletinden 13’ü sosyal demokrat partiler ya da sosyal demokratları içeren koalisyonlar tarafından yönetiliyordu. Ancak sosyal demokrat partilerin çekirdek işçi sınıfı seçmenlerinin destek düzeyinde keskin bir düşüşle sonuçlanan 2000’lerin seçim sonuçları çok daha az başarılıydı. Tablo 1’de görüldüğü üzere sosyal demokrat partilerin ortalama oy oranları çoğu Avrupa ülkesinde düştü.

Tablo 1: 2000’lerde sosyal demokrat partilerin oy oranı değişimi

Aynı zamanda sosyal Avrupa projesinin içi boş doğası giderek daha açık hale geldi. Çok sayıda insan umutlarını 2000’de benimsenen AB’nin Lizbon Stratejisi’ne bağlamıştı. Ancak 2005 itibarıyla proje toplumsal tutunum ve sosyal politika konusundaki kaygılarından büyük oranda arındırılmıştı.

2008’de küresel ekonomik krizin başlangıcıyla ilkin sosyal demokrat partilerin daha geleneksel Keynesgil politikalara döneceği umuldu. Ancak her parti kendi programını hem işlevsel hem de seçilebilir olacak şekilde revize etmekte bocaladıkça bu gerçekleşmedi. 2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde merkez sağın zaferine tanık olundu. İspanyol PSOE ve Yunan sosyal demokrat partinin (PASOK) de aralarında olduğu görev başındaki sosyal demokrat partiler kriz etkisini gösterdiğinde özellikle kötü etkilendiler.

Sosyal Avrupa da boş bir hayalin pek ötesinde olmayan bir şey olarak kaldı. AB’nin ekonomi politikaları, kriz öncesinde görülen, aynı zamanda Yunan borç krizi sırasında da önde gelen endişe unsuru olan, en açık biçimiyle mali disipline bağlılığın sürdürülmesi aracılığıyla eşitsizlikleri ve piyasa yanlısı gündemi pekiştirdi. AB düzeyinde – Çalışma Saatleri Yönergesi reformu, Hamile Çalışanlar Yönergesi’nin ve ayrımcılık karşıtı dördüncü yönergenin benimsenmesi gibi – daha ilerici politikalar uygulama ya da bu politikalarda anlaşma girişimleri büyük ölçüde başarısız oldu.

İlerici bir Avrupa için alternatifler

Syriza deneyinin sol açısından ifade ettiklerini bu bağlamda anlamalıyız. Syriza, ne ölçüde Avrupa Birliği’ne karşı gelinebileceği ve Birliğin daha ilerici bir gündeme doğru yöneltilebileceğini sınamaya kalktı. Syriza AB’nin sözümona “demokrasi açığı”nın görünür ve açık bir doğrulamasının yol açacağı meşruiyet krizi potansiyelinin Avrupa’nın siyasal seçkinlerinden taviz koparmaya ya da bir uzlaşma sağlamaya yeteceğine oynadı. Varoufakis’in belirttiği üzere “Beş aylık müzakeremiz kredi verenlerin borçlu bir ulusu yönetme hakkı ile bu ulusun vatandaşlarının demokratik biçimde kendilerini yönetmeleri hakkı arasında bir çekişmeydi”. Koz kartını kredi verenlerin tuttuğu ortaya çıktı.

Öyleyse ilerici bir alternatif arayanlar Avrupa Birliği gibi görünürde reformdan geçirilemez neoliberal bir kuruma, bu kuruma muhalefetin milliyetçi güdülerin baskınlığının başka bir göstergesi daha şeklinde yorumlanmasının muhtemel olduğunu akılda tutarak, nasıl yaklaşmalılar? AB’ye muhalefet, Brexit oylamasının sonucunu takiben gördüğümüz üzere açık bir şekilde milliyetçilik alevlerini harlama riski getiriyor. Öte yandan AB’ye destek çağdaş kapitalizmin Avrupa bütünleşmesi aracılığıyla daha adil kılınabileceği mitini sürdürme ve süreç zarfında neoliberalizmin krizine neoliberal çözümler dayatmakta oldukça ısrarlı görünen kurumları bizzat meşrulaştırma tehlikesini barındırıyor.

Avrupa bütünleşmesini ne desteklemek ne de reddetmek muhtemelen daha iyi bir sonuç doğuracaktır. Bunun yerine AB’nin kemer sıkma gündemine alternatiflerin hâlihazırda nasıl inşa edildiği ve edilebileceğine odaklanabiliriz. Yunan krizini incelerken, örneğin, 2015 olaylarının deneyimi ve Syriza’nın nihai U dönüşünün bir Grexit ihtiyacını gösterdiği sonucuna varmaktan kaçınmalıyız. Bu, (Yunanistan için daha büyük bir ekonomik kriz olasılığını arttırmak kadar) milliyetçiliğin yeniden canlanması tehlikesini getirecektir. Bunun yerine kriz bağlamında yeni karşılıklı yardım biçimleri yaratmak için baş gösteren tabandan dayanışma hareketlerinin çoklu ve yenilikçi biçimlerini vurgulayabiliriz. Sara Motta’nın belirttiği üzere, sadece “polis copunun umudumuzu pataklama girişiminin yarattığı cam kırıklarının arasından” özgürleştirici bir bilinç ve hareketin çıkagelmesini bekleyemeyiz. Bunun yerine kesinlikle günümüzde mevcut olan “popüler projeler, pratikler ve özgürleşme başlıkları”nı beslemeliyiz. Belki de yüzümüzü dönmemiz gereken, Avrupa’nın siyasal ve ekonomik alandaki seçkinlerinin daha vahşi kapitalist hâkimiyet biçimlerini dayatmak için süregiden girişimlerini baltalamaya devam eden bu yeni ilerici eylem alanlarıdır. 

[Bu yazı EuVisions’taki orijinalinden Ali Rıza Güngen Tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.] 

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER