Avrupa ile bir göç anlaşmamız var mı, yok mu?Türkiye ve AB arasında mülteciler ile ilgili yapıldığı iddia edilen 2016 yılındaki “anlaşmanın” mahiyetini siyaset bilimci Sezin Öney yorumladı.
“Avrupa Birliği ile Türkiye’nin mülteci anlaşmasının sonlandırılması” gerektiğine dair birçok farklı kesimden yorumlar geliyor. Hatta, bu “anlaşmanın” noktalanması, bir “siyasi çözüm” olarak da öneriliyor.
Öncelikle, bu anlaşma sonlandırılamaz çünkü aslında Türkiye ve Avrupa Birliği’nin böyle bir anlaşması yok. Hiç de olmadı.
Kastedilen 18 Mart 2016 tarihli, belge; asla bir resmî bir anlaşmaya dönüşmedi. Avrupa Birliği tarafından sadece, “AB-Türkiye Bildirisi” başlıklı bir “basın bülteni” şeklinde paylaşıldı.
Dönemin Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Avrupa Komisyonu Başkanı Claude Juncker ve halen Hollanda Başbakanlığını sürdüren Mark Rutte ile Türkiye tarafından Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun aralarında kotardığı bir “anlayıştan” bahsediyoruz “anlaşma” diye…Bu “anlaşmanın” ciddiyetini azaltır mı, arttırır mı bilemem ama bir de maddeleri üzerinde uzlaşmaya varıldıktan sonra gecenin geç saatlerinde kutlaması için Merkel, Rutte, Juncker ve Davutoğlu’nun Brüksel’deki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği’ne lahmacun-pide ısmarladığı bir belge üstüne üstlük.
Olsa olsa, “rutinin biraz daha ötesinde resmiyet süsü verilmiş” bir basın bülteniyle paylaşılan bu “anlayışın”, zaten çok küçük bir kısmı hayata geçti. Ve 2022 itibariyle de artık uygulanan neredeyse hiçbir bölümü yok.
Şimdilerde Türkiye’de, “ivedilikle çıkılması, sonlandırılması gerektiği” öne sürülen “anlaşma” şunları öngörüyordu:
“18 Mart 2016’da Avrupa Konseyi ve Türkiye, Türkiye aracılığıyla Avrupa’ya düzensiz göç akışını durdurmayı amaçlayan bir anlaşmaya vardılar. AB-Türkiye açıklamasına göre, “Türkiye’den Yunan adalarına gelen ve sığınma başvuruları kabul edilemez ilan edilen tüm yeni düzensiz göçmenler ve sığınmacılar Türkiye’ye iade edilmelidir”.
Anlaşmaya, Kasım 2015’ten bu yana Türkiye-AB ilişkilerinin derinleştirilmesine odaklı bir dizi toplantı sonucunda varıldı.
“İnsan kaçakçılığını sonlandırmak ve göçmenlere hayatlarını riske atmadıkları bir alternatif sunmak için”, Türkiye ve AB beraber çalışmaya karar verdi. Bu amaçla da şunları kabul ettiler:
1) 20 Mart 2016 itibariyle Türkiye’den Yunan adalarına geçen tüm yeni düzensiz göçmenler Türkiye’ye iade edilecek;
2) Yunan adalarından Türkiye’ye iade edilen her Suriye için başka bir Suriye AB’ye yeniden yerleştirilecek;
3) Türkiye, Türkiye’den AB’ye gerçekleşen düzensiz göçte yeni deniz veya kara rotalarının ortaya çıkmasını önlemek için gerekli önlemleri alınacak;
4) Türkiye ile AB arasındaki düzensiz geçişler sona erdiğinde veya önemli ölçüde azaldıktan sonra, “gönüllü bir insani kabul planı” etkinleştirilecektir;
5) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına AB sınırları içinde vizesiz dolaşım imkânı sağlamak için yol haritasının yerine getirilmesi, Haziran 2016 sonuna kadar gerçekleşecek biçimde hızlandırılacaktır. Türkiye, kalan gereksinimleri yerine getirmek için gerekli tüm adımları atacaktır;
6) AB, Türkiye ile yakın iş birliği içinde, Türkiye’deki mültecilerin gereksinimleri için başlangıç olarak tahsis edilen 3 milyar Euro’nun ödemesini daha da hızlandıracaktır. Bu kaynakların harcanması tamamlanırken; AB, 2018 sonuna kadar 3 milyar Euro ek finansman için harekete geçirecektir;
7) AB ve Türkiye, gümrük birliğinin yükseltilmesi üzerine devam eden çalışmaları memnuniyetle karşılamaktadır,
8) Avrupa Birliği Konseyi’nin Hollanda Başkanlığı sırasında 33. Bölüm ve diğer bölümlerin açılmasına ilişkin hazırlık çalışmaları sırasında hızlandırılmış bir hızda devam etmek için katılım süreci yeniden enerji verilecektir;
9) AB ve Türkiye Suriye içindeki insani koşulları iyileştirmek için çalışacaklar.”
Siz, bu “anlaşmada” uygulanan veya sadece olan, 2022 itibariyle hayata geçmiş olan neyi, neleri görüyorsunuz?
İşin özünde, mültecilere yönelik olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği veya dünyadaki herhangi başka bir tarafla yapmış olduğu ve çıkabileceği bir anlaşması bile yok.
Dönemin Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Avrupa Komisyonu Başkanı Claude Juncker ve halen Hollanda Başbakanlığını sürdüren Mark Rutte ile Türkiye tarafından Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun aralarında kotardığı bir “anlayışa” anlaşma diyoruz.
Yok, yok, yok…
Sadece, mülteci hukuku konusunda 2016’da bu “anlaşma” gündemdeyken olduğundan çok daha geriye gitmiş bir dünya var. Bugün, ABD’de Joe Biden yönetimi, selefi Donald Trump’ın başkanlığı zamanından bile çok “sınır dışı” gerçekleştiriyor. Avrupa Birliği de dahil olmak üzere, sığınma hakkını tanıyan uluslararası kanunlara, belgelere saygı gösteren hiçbir taraf da yok.
Ukrayna Savaşı’nın Avrupa ve dünya genelinde yarattığı travma ve istisna bile aslında, mülteci hukukuna uyulan bir durum sayılamaz. Ukrayna vatandaşları, zaten AB’ye vize serbestisine sahipler; dolayısıyla AB sınırlarından içeri girmeleri gayet normal. Avrupa Birliği’nin sağladığı ek destek ise, Ukrayna’dan savaş nedeniyle kaçanlara (kadınlar, çocuklar ve yaşlılara), sınırları içinde 3 yıl kalma hakkı ve sosyal güvenlik imkanları sağlamak.
Birleşmiş Milletler verilerine göre mayıs başı itibariyle, yaklaşık 6,5 milyon Ukraynalı ülkelerinden savaş dolayısıyla kaçtı. Sadece Polonya, yaklaşık 3,2 milyon Ukraynalı’ya ev sahipliği yapıyor: geri kalan büyük çoğunluğu da Romanya, Macaristan ve Slovakya gibi Doğu Avrupa ülkelerinde. Şu ana kadar, Avrupa ülkelerinin kabul ettiği Ukraynalı sayısı şöyle: Almanya, 400 bin; İspanya, 135 bin; İtalya, 100 bin; Fransa, 51 bin. AB dışına çıkan İngiltere ise, sadece 27 bin.
Türkiye’nin mülteci sorunu ile başladığımız, yazıyı Ukraynalı mültecilerle bitiriyorum; çünkü, şu an için dünyanın ve özellikle de Avrupa’nın gördüğü, yakın gelecekte de “göreceği”, görmeye razı geleceği mülteci sorunu bu. Şu an için, AB genelinde Ukraynalıların, hangi ülkeye nasıl dağılabileceği ve yakın zamanda bitmeyeceği açık olan bu savaş sürecinde hangi ülkede, nasıl yaşamlarına devam edeceği belirsiz.
Türkiye-AB mülteci “anlaşmasının” tek işlemiş kısmı olan, Türkiye’deki Suriyelilerin barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik Avrupa Birliği’nden gelen 6 milyar Euro gibi rakam bir daha olmayacak.
Ülkeler, AB genelinde bir çözümden çok kendi içlerinde çözüm bulmaya gidiyor. Örneğin, Ukraynalıların büyük çoğunluğunun sonunda yerleşeceği adres olarak görülen Almanya’da, yerel hükümetlere federal bütçeden 2 milyar Euro tahsis edilecek. Ancak, Almanya’da eyaletler, “merkezin” işlerine fazla karışmasından da hoşlanmadığı için, ülke geneli bir “Ukraynalı politikası” oturtmak da zor.
Dahası Almanya, Ukraynalılar için ayırmaya başladığı bütçeden kat be kat fazlasını, askeri harcamalara ayıracak. Sadece bu yıl için, “Almanya Ordusu” ve askeri teçhizat için 100 milyar Euro’luk olağanüstü bütçe kalemi eklendiğini unutmayalım. Gerçi, bu 100 milyar Euro’nun Almanya bütçesinde tam karşılığı olmadığı da tartışılıyor-ama bu konuya burada girmeyelim.
Önemli olan, Türkiye-AB mülteci “anlaşmasının” tek işlemiş kısmı olan, Türkiye’deki Suriyelilerin barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik Avrupa Birliği’nden gelen 6 milyar Euro gibi rakam bir daha olmayacak.
2023’e kadar, Avrupa Birliği’nin Türkiye’deki Suriyelilere destek programları sürdürecek kaynak mevcut ancak, sadece daha önce tahsis edilen bütçenin uzatmaları bunlar. 2021-2027 AB Bütçesi’ne, Türkiye’deki Suriyeliler veya diğer mültecilere destek için kaynak konmadı; sadece 2020 sonunda Avrupa Parlamentosu, 535 milyon Euro’luk bir ek paket çıkardı. Sonuçta, söz konusu olan toplam 6,5 milyar Euro 2023’te, tamamen harcanmış olunca; Türkiye, zaten yalnız başına.
Ve bir kez daha yineleyelim; ortada bir anlaşma da yok.